Türk Dünyası İstanbul’daydı
Türk Dünyası Ülkeleri, geçen hafta İstanbul’da 30. Bağımsızlık Yılı’nı sanat ile kutladı.
Nurduran DumanTürkçe konuşan ülkelerin bir araya geldiği 8. Türk Konseyi toplantısında, topluluğun adının “Türk Devletleri Teşkilatı” olarak değiştirilişi gibi siyasi hareketler bir yana, geçen hafta İstanbul’dan bir Türk Dünyası geçti, sanatla.
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın düzenlediği “Korkut Ata Türk Dünyası Film Festivali”, simgesindeki Turna Kuşu gibi gönül dili, kardeşlik habercisi olarak uzaklıklardan bağımsız bir ve beraber edici bir sorumluluk üstlenerek yola çıktı; on üç ülkeden kırk iki film, yüzlü sayıda sinema kültür insanı ağırladı. Türkiye, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan’ın sinemada kültürel işbirliği anlaşması imzaladığı festival gelecek yıl Bursa’da, sonraki yıl ise Azerbaycan’ın Şuşa kentinde yapılacak. Azerbaycan Türklerinin uğruna şarkılar, şiirler söylediği, otuz yıl aradan sonra yeniden başını okşayıp koklayabildiği, sadece Şuşa’da yetişen “harı bülbül çiçeği” için şimdiden bereketli olsun.
TÜRK DÜNYASI KÜLTÜR MAHALLESİ
İstanbul Büyükşehir Belediyesi ise “Türk Dünyası Ülkeleri 30. Bağımsızlık Yılı Sanat Kutlamaları” ile deneyimlenmesi hoşnut eden, zenginleştirici, gurur da verici bir ilke imza attı. İstanbullu, gündüz Topkapı’da kurulmuş olan “Türk Dünyası Kültür Mahallesi”nde ülkelerin müziği, dansları, el sanatları, çocuk oyunları, gezgin sunumları, geleneksel yemek tadımlarıyla o günün ülkesi ile etkileşimsel tanışıp akşam da Cemal Reşit Rey’deki konserini izleyerek kaynaştı. Kutlamalarda, ayrıca Türk Dünyası’nın başta edebiyat olmak üzere diğer alanlardaki “Türk Devletlerinde Dil ve Kültür Birliği” gibi başlıca konulara ve Mustafa Kemal Atatürk, Ahmet Yesevi, Nâzım Hikmet, Ali Şir Nevâi, Cengiz Aytmatov, Mahtum Kulu gibi insanlarına odaklı söyleşiler yapıldı. Son gün yapılan söyleşilerden biri ise en heyecan duyulasılardandı: Türk mitolojisi.
Pelin Batu’nun yönlendirdiği söyleşide Yaşar Çoruhlu’dan “Türk mitolojisi”nin sadece girişini dinlemeye bile zaman yetmedi. Hakkında öğrenmeye doyulacak gibi olmayan insancıl, doğacıl, eşitlikçi, hatta kimi yerde kadını önde tutan mitolojimiz ne uzun ne geniş ne güzel. Şiddeti, tacizi marifet bilen tanrıları yok, “Erlik Han” dışında kötülüğü iş edineni yok topluma yardımcı ruhlarıyla, iyiliğe özendiren kahramanlarıyla dolu dolu. Umay Ana gibi iyilikçi, kadını, çocuğu, yavru hayvanları koruyan tanrıçaları var. Dünya, ataerkil döneme geçtikten sonra bile “Umay gibi annem hatunun kutu/devleti sayesinde küçük kardeşim kül tigin er adını aldı” (Kül Tigin Yazıtı, Doğu Yüzü) diyerek annesini Umay’a benzeten, kadına kut/devlet yakıştırmaktan ar etmeyen kağanları var...
MİTOLOJİ DENİLİNCE AKLIMIZA TÜRK MİTOLOJİSİ GELEBİLİR
Peki, diğer mitolojilere kıyasla varoluşun tüm öğelerine daha saygılı sevgili yaklaşan, şiddetin başrol oynamadığı mitolojimiz dururken mitoloji denildiğinde neden başka kültürlerinki aklımıza geliyor? Bu algıyı nasıl değiştirebiliriz? Bu sorulara yanıt için gazetemize verdiği demeçte “Türk insanının kimliğinin yansıdığı, toplumsal kimliği oluşturan öğelerden biri olarak Türk mitolojisi, araştırılması, incelenmesi, her türlü ayrıntılarıyla ortaya konulması gereken bir alandır. Tarihin her dönemi için Türk mitolojisinden söz etmek mümkün. Mitoloji sona eren bir şey değil, sürekli oluşur, Cumhuriyet Mitolojimiz de var; Atatürk’ün mitolojimizdeki kurt efsanesinden esinlenip toplumuna güç kuvvet verişi örneğin” diye belirten Yaşar Çoruhlu’nun önerilerini dikkate alsak, mitolojimizi ilkokullardan başlayarak okullarda okutsak, kültür sanat eserlerinde konu edilmesini ya da esinlenilmesini sağlayarak günlük yaşamımızın içine katsak, örneğin bir seramik eserinde, karikatürde, resimde... canlı, yaşanır kılsak, -yine- çağdaş medeniyetler seviyesini yükselten kültürlerden biri olmamız işten değil. Sanat evet.