Tolstoy ve Bahtin!
Tolstoy, Rus edebiyatını uluslararası bir basın olayı haline getirdi, ama Bahtin’e (17 Kasım 1895 / 7 Mart 1975) göre geleceğin romanı Dostoyevski'nin romanıyla Tolstoy'un romanının bileşiminden doğdu.
Sabri Gürses / Cumhuriyet Kitap Eki19. yüzyıl, Rusya’da basın gazetelerin okur sayısının artması ve dergilerin çeşitlenmesiyle birlikte sanatsal edebiyatın vazgeçilmez bir alanı oldu. Dostoyevski de, Çehov da edebiyatlarını basınla iç içe şekillendirdi, ama basının etkisinden en çok yararlanan Tolstoy (9 Eylül 1828 / 20 Kasım 1910) oldu.
Tolstoy’un basınla ilişkisi Sivastopol’daki askerlik günlerinde kuruldu. İlk yazdıkları savaş hikayeleri ve 1854-55 yıllarında savaş alanında yaşananları Moskova ve Petersburg gibi uzak şehirlere duyuran makalelerdi. 1870’lerde sanat ve kilisenin resmi görüşlerine karşı çıkışını da basın yoluyla duyurmaya, basının ilgisini üzerinde tutmaya özen gösterdi.
Aynı yıllarda halka ulaşmayan ve halkı konu almayan yüksek sanat yerine halk sanatının yayılması onun için temel bir konu haline geldi. Sadece halk diliyle hikayeler kaleme almakla kalmadı, dönemin aydınlarıyla birlikte, halk için, ucuz yayıncılık yapma yolları da aradı; bunun için 1884’te bir yayınevi kurdu.
1890’da Çehov hapis hayatının koşullarını görüp yazmak üzere Sahalin adasına gitti, dönünce izlenimlerini gazetede tefrika etti. Birkaç yıl sonra Tolstoy da, resmi kilise karşıtı Duhobor cemaatinin Rusya’dan göç masrafları için yazdığı romanı tefrika etti ve bu olay basında büyük yankı buldu. İki yazar basın aracılığıyla Rusya’yı tanıtmakta büyük rol oynadı.
Rus edebiyatının 19. yüzyıl sonuyla 20. yüzyıl başı arasında yarattığı uluslararası etkiyi bu sürece bağlamak mümkün. Rus edebiyatının çeşitli ülkelerde çevrilmesini, okunmasını sağlayan temel etken basın ve yazarların basınla kurduğu ilişkiydi.
Sivastopol-Kırım Savaşı uluslararası basının yakından takip ettiği ilk savaştı ve basının Rusya üzerindeki ilgisi bir daha hiç kesilmedi. Rusya’nın dünya ve Avrupa siyasetini etkileyecek hareketleri yakından takip ediliyordu, bu da sanatçılarının yakından takip edilmesi demekti.
Bu sanatçılar arasında gür sesiyle Tolstoy en öndeydi. Bu dönemde Tolstoycuların yaşam alanı haline gelen Yasnaya Polyana çiftliği Olymposvari bir hava kazanmıştı. O dönemin görsel tarihi günümüze hem karısı Sofya Tolstoy’un çektiği fotoğraflar hem de basında çıkan Tolstoy karikatürleriyle ulaştı.
1895’te Edison’un fonografına, özel bir önem verdiği Bilgelik Günlüğü (ya da tam adıyla, Okuma Takvimi¹) derlemesinden parçaları kaydetmeye başlaması da basınla ilişkisinin bir parçasıydı. 1885’te vejeteryen olması da, on yıl sonra bisiklet kullanmaya başlaması da uluslararası ilgi görmüştü. Rus edebiyatını başka hiç kimse böyle dünya gündemi haline getiremezdi.
Hal böyleyken, yeni yüzyılda Dostoyevski ve Rabelais çalışmalarıyla edebiyat araştırmalarında yeni bir yol açacak olan Mihail Bahtin (17 Kasım 1895 / 7 Mart 1975) neden temel araştırma konusu olarak onu değil de, Dostoyevski’yi seçti?
Filoloji eğitimini Odessa ve Petersburg’ta tamamlayan Bahtin’in düşüncesi Vitebsk’te yeni dilbilimi, Freud’u, Alman felsefesini Marksist perspektiften tartışarak gelişti. Sonra çalışmaya Leningrad’a gitti Bahtin. İlk kitabını orada 1929 yılında yayınladı: Dostoyevski Poetikasının Sorunları².
Bahtin çağın diğer Dostoyevski araştırmacılarından farklı olarak, onun yapıtının farklı, çok sesli ve kökleri antik çağ edebiyatına uzanan diyalojik bir yapıya sahip olduğunu saptamıştı. Çok seslilik fikri ilgi gördü, dönemin sanat uzmanlarından Lunaçarski bu fikri övdü. Ama Bolşeviklerin Dostoyevski’ye ilgi duymadığı bir dönemdi ve talihsiz bir yayın oldu bu, kitap yayınlanırken Bahtin dinci-monarşi yanlısı bir topluluğa üye olmakla suçlanıp Kazakistan’a sürgüne gönderildi, çalışması rafa kaldırıldı.
Aslında o ünlü “Dostoyevski mi, Tolstoy mu” sorusunu soran ilk çalışmalardan biri budur. Bahtin, Dostoyevski’deki çoksesli, diyalojik yapının Tolstoy’da bulunmadığını söylerken, Üç Ölüm adlı hikayesini monolojik Tolstoy edebiyatının bir örneği olarak inceler.
Zengin bir kadın, arabacı ve ağacın ölümlerinin tasvir edildiği bu hikayede, Bahtin’e göre tamamlanmış, kapalı ve birbiriyle ilişki kurmayan üç dünya vardır ve bütün o anlatım zenginliğine, derinliğine rağmen bunlar arasında bir diyalog yoktur:
“Yazarın, L. Tolstoy'un bilinci ve sözü hiçbir yerde kahramana yönelmez, ona soru sormaz ve ondan yanıt beklemez. Yazar kahramanıyla tartışmaz ve onunla anlaşmaz. Onunla konuşmaz, onun hakkında konuşur. Son söz yazara aittir ve yazar, kahramanın onun bilincine yerleşmiş olan şeyi görmemesine ve anlamamasına dayanarak, asla kahramanın sözüyle aynı diyalojik planda buluşamaz.” (Age, s. 122)
Belki de Dostoyevski ile Tolstoy’un hayatları arasındaki temel farklardan birinin de yanıtıdır bu. Dostoyevski’nin düşünce tarzı, edebiyat tarzı, dünyaya bakışı çelişkilerin iç içe geçmişliğinden ibaretti, kendi sözüyle bile tartışıyordu. Bahtin bir şekilde Sovyet-Rus deneyiminin kırılacağı bir noktayı yakalamıştı.
Tolstoy’un Sanat Nedir’de3 bile getirdiği fikirler Sovyet estetiğinin bir öngörüsü gibidir. Oysa Dostoyevski böyle bir estetiğin, dünya görüşünün kırıldığı, insanın dibe indiği noktaları yakalamıştı.
Bahtin fikrini Kazakistan’da, François Rabelais ve Ortaçağ-Rönesans Halk Kültürü4 adlı çalışmasında derinleştirdi; Dostoyevski’nin edebiyatının böyle bir halk-sokak çoksesliliğinden yankılanıp geldiğini saptadı.
1971 yılındaki bir söyleşide iki yazardan birini seçmek gerekmediğini söylüyordu: “Dostoyevski'nin romanı, biçim olarak gelecekte Tolstoy'un romanından daha verimli olacaktır. Ama bu yüzden Tolstoy değersizleşmez, küçülmez. Tam tersine, Tolstoy, Turgenyev ve diğer tipteki monolojik roman kalacak ve dahası, yeni polifonik romanın fonunda gelişecek, yeni anlam kazanacaktır.” (Age., s. 403)
20. yüzyıl romanının böyle bir bileşime sahip olduğunu kabul edebiliriz.
¹ Çeviren: Sabri Gürses, Alfa Yayınları, 2022.
² Çeviren Sabri Gürses, Alfa Yayınları, 2020.
3 Çeviren Sabri Gürses, Alfa Yayınları, 2022. Ayrıntılı inceleme için önsözüne bkz.
4 Çeviren Sabri Gürses, Alfa Yayınları, (2001) 2016.