Stefan Zweig ve dünün Viyanası!

23 Şubat 1942’de, seksen yıl önce yaşama veda eden değerli yazar Stefan Zweig bir Viyanalı’ydı. 38 yaşında, ününün doruğuna ulaşacağı Salzburg’a yerleşse de o hep içten bir Viyana’lı kalmıştı... Yıldızın Parladığı Anlar’ın ve Dünün Dünyası’nın yazarı Stefan Zweig, bu dürüst ve iyi yürekli aydın yazar ölümünden seksen yıl sonra bugün de hiç yitirmedi güncelliğini. O, bir huzursuzluğun diğerini takip ettiği günümüzde düşünceleriyle bizlere her zamankinden daha çok gerekli.

Ahmed Arpad

İLK YAZARLIK DENEYİMİ

23 Şubat 1942’de, seksen yıl önce dünyamıza veda etmiş olan değerli yazar Stefan Zweig bir Viyanalı’ydı. 38 yaşında, ününün doruğuna ulaşacağı Salzburg’a yerleşse de o hep içten bir Viyana’lı kalmıştı...

1900 yılında Viyana Üniversitesi’nde felsefe ve edebiyat tarihi öğrenimine başlar, ancak üniversitedeki derslere pek katılmaz, günlerini daha çok Viyana’nın konser salonlarında, tiyatrolarında ve kahvehanelerinde, geçirir.

O günlerde genç Zweig’ın ilgisini Rainer Maria Rilke ve Hugo von Hofmannsthal’ın yapıtları çekmeye başlar. Kısa süre sonra Viyana kültür dünyası genç üniversite öğrencisine geleceğin önemli edebiyatçılarından biri gözüyle bakmaya başlar.

Mart 1903‘de Hermann Hesse’ye yazdığı bir mektupta Zweig şöyle der: “Yurtdışında çok kişi Viyana’da edebiyatı sadece bir kahvehanede toplanan edebiyatçıların gerçekleşirdiğini sanıyor.”

Genç edebiyatçı Viyana kahvehanelerine sık sık uğrasa da hiçbir zaman oraların devamlı müşterisi olmaz.

Aynı günlerde Emil Verhaeren’i okumaya başlayan Zweig Belçikalı edebiyatçının yapıtlarını Almanca’ya çevirmeye, onu Avusturya’da tanıtmaya karar verir.

1910 yılında bir Emil Verhaeren monografisi kalem alır, Fransız yazar Romain Rolland’la da dostluk kurar. Genç Viyanalı Zweig pasifist Rolland’ın görüşlerine hayrandır. Bu dostlukları otuz yıla yakın sürer, birbirlerine karşılıklı sekiz yüzün üzerinde mektup yazarlar.

Rolland’la yazışmalarında veya sohbetlerinde konularının ağırlığı Avrupa kültürü, edebiyatı ve politikasıdır. Genç Zweig kendisinden on beş yaş büyük Fransız yazarın etkisinde kalmaya başlar.

VİYANALININ TİYATROYA OLAĞANÜSTÜ BAĞLILIĞI

Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun başkenti Viyana‘da insanlar aşırı bir istekle kültüre düşkündü. Haydn, Mozart, Gluck, Beethoven, Schubert, Brahms ve Johann Strauss gibi olağanüstü sanatçıların bu Tuna kentinin çocukları olması boşuna değildir!

Onlar Viyana’dan dünyaya ışımışlardı. Avrupa kültürünün bütün sanat akımları bu kentte birleşmişti. Viyana, Stefan Zweig’ın gençliğini ve yazarlığının başlangıç yıllarını geçirdiği, deneyim kazandığı kenttir.

Zweig Viyana insanını şöyle anlatır: “Bu kentin insanları ağzının tadını bilir, şarabın iyisine, biranın lezizine, değişik hamur tatlılarına ve pastalara çok ilgi duyar.”

Onun yetiştiği ortamda Viyanalı sabah gazeteyi eline alınca politika ve dünya olaylarından önce tiyatrolarda neler oynandığına bakardı, çünkü tiyatro kentlinin yaşamında çok önemli bir yer tutardı.

“Sahne sadece karşılıklı konuşulan bir yer değil, kibarlığın sözlü ve somut bir temel kitabıydı da” der Zweig.

“Başbakan veya zengin bir soylu Viyana sokaklarından geçerken kimsenin gözüne çarpmayabilirdi, ancak bir aktörü, bir tenoru veya sopranoyu bir satıcı kız veya faytoncu hemen tanırdı. Bizim çocukluğumuzda onlardan birine rastlamak övünerek anlatılacak bir olaydı!”

Zweig’ın yetiştiği yıllarda sahne oyuncuları Adolf von Sonnenthal’ın berberini veya Josef Kainz’ın faytoncusunu çoğu Viyanalı tanırdı. Büyük bir tiyatro adamının jübilesi veya gömü töreni günlük politikayı gölgelerdi.

Stefan Zweig anılarında ilginç bir şeyden söz eder: “Bizim aşçı kadın bir gün koşarak yanımıza gelmiş ve Burg Tiyatrosu’nun en ünlü kadın sanatçısı Charlotte Wolter’in ölüm haberini ağlaya ağlaya anlatmıştı. Yaşlı ve okuması yazması pek kıt aşçı kadın yaşamında Charlotte Wolter’i ne sahnede, ne de sokakta bir kez olsun görmüştü…”

1900’lu yılların başında Viyanalının sanata, hele tiyatro sanatına bağlılığı olağanüstüydü. Viyana’da yaşayan müzik ve sahne sanatçıları da kent insanlarına ne kadar önemli olduklarının bilincindeydi, çünkü izleyicileri ve sevenleri karşısında hep başarılı olamazlarsa sönüp giderlerdi.

HOFFMANNSTHAL, SCHNITZLER, ALTENBERG VE ZWEIG!

Stefan Zweig’ın gençlik yıllarını geçirdiği dönemde Viyana’da kültürü destekleme görevini Yahudi burjuvazisi üstlenmişti. Sinema, konser, opera ev operet salonlarının baş ziyaretçisi onlardı. Yahudi aileler kitaplar ve tablolar satın alıyorlar, sanat sergilerinden çıkmıyorlardı. Hugo von Hoffmanstahl, Arthur Schnitzler, Peter Altenberg Zweig’ın Viyana’da yaşadığı yıllarda Avusturya edebiyat kültürünü etkilemiş olan yazarlardır. Bilgin, usta müzik yorumcuları, ressam, mimar ve gazeteci Yahudiler Viyana’nın düşünce ve sanat yaşamında çok üst düzeyde rol oynamıştı.

VİYANA’NIN TASASIZ YAŞAMI

Stefan Zweig’ın gençliğini geçirdiği yılların Viyana’sında kolay ve tasasız yaşanırdı. Yoksulla zengin, Çek’le Alman, Yahudi’yle Hıristiyan arasında hep rahat ve barış dolu bir hava eserdi. Kent insanı keyif içinde rahat bir yaşam sürdürüyordu.

Zweig Dünün Viyanası’nda (deneme, 1940) o günlerden şöyle söz eder: “Babamların ve büyükbabamların kuşağı sessiz, dosdoğru ve kara bulutsuz bir yaşam sürdürdü… Onları kıskansam mı diye düşündüğüm günler olmuyor değil!”

Gerçekten de gençlik yıllarını geçirdiği Viyana yıllarında heyecanlanmalar, taşkınlıklar nedir bilmemişti, çünkü Zweig iyimser bir liberalizmin içindeydi.

“Bizler o yıllarda yaşamın akıntısına kapılmış sürükleniyorduk. Bütün bağlılıklarımız kökünden sökülmüştü. Sona sürüklenen biz gençler mistik güçlerin kurbanı, gönüllü uşağı olmuştuk. Kutuplar arasındaki gerginliği ve ürpertisini bedenlerimizin tüm dokularında hissetmiştik…”

MELANKOLİK VİYANA‘DAN HİNDİSTAN VE AMERİKA’YA...

Viyana doğumlu Zweig içten bir Viyanalıdır, ancak kentini eleştirmeden de edemez. İçine girmiş olduğu aydınlar ortamını aldatıcı, pervasız bulduğu anlar olmuştur. Kiminin kahvehanelerde zaman harcadığı görüşündedir. O yıllardan kalan bazı fotoğraflarda düşünceli, temkinli, hatta hüzünlü bir Zweig görürüz.

1904 ile 1914 yılları arasında sık sık yurtdışına gitmeye başlar. 1910 Hindistan ve 1912 Amerika yolculukları onu çok etkiler. Zweig’ın gittikçe sık Viyana’dan uzaklaşmasının nedenlerinden biri de kenti zamanla aşırı melankolik bulmaya başlamasıdır.

Diğer nedeni ise ufkunu genişletmek istemesidir. Genç Viyanalılar grubundan tanıdığı, ilerde Salzburg yıllarında da sık sık görüşeceği Hermann Bahr da onun değişik ülkeler ve insanlar görüp tanıma isteğini destekler. İşte Zweig bu süreçte defalarca Londra, Paris, Brüksel ve Berlin’i ziyaret eder, kendine yeni dostlar edinir.

AVRUPALI RUHUYLA YETİŞMİŞTİ

Yaşamının son yıllarında kaleme aldığı “Dünün Dünyası”nda (Türkçesi: Burhan Arpad, 1964) doğup büyümüş olduğu, bir süre uzak kaldığı Viyana için “dünya kentlerinin en kıdemlisi” der. “Çünkü insan kişiliğini, özgürlüğünü yitirmeden her yöne açık bu kente kolayca uyum sağlayabiliyor.”

Onun gençliğini geçirdiği yıllarda Avusturya-Macaristan İmparatorluğu başkenti olan Viyana‘da sayısız ulustan insan yaşıyordu. “Avusturya sarayında iki yüz yıl boyunca Almanca’dan çok İspanyolca, İtalyanca ve Fransızca konuşulmuştu.”

Avrupalı ruhuyla yetişmiş olan genç yazar kendini Viyana dışında Paris veya Londra’da da mutlu hisserdi. Yaşamı boyunca onu hep canlı tutacak görüşlere açıktı.

Gençliğinde, üniversite yıllarında tiyatrolar, opera, kahvehaneler, lokantalar hoşuna giderdi; ancak zamanla doğduğu kente olan yakınlığını yavaş yavaş yitirmeye başlar.

“Viyana insanı o kadar etkiliyor ki, gün oluyor kişisel özgürlüğünü elinden alıyor” der Zweig o günlerde eşi Friderike’ye yazdığı mektupların birinde.

Savaşın ardından Viyanalı sanki hafifliğini, rahatlığını, uçarılığını yitirmiş gibidir. Zweig kendini yorgun hissediyordur. Tuna başkenti çürümeye, çökmeye başlamıştır. Yakın tanışı Hermann Bahr’ın bir zamanlar dediği: “Viyana’nın kent huzuru dünyaca ünlüdür“, sözü onun için artık geçerli değildir.

 

SON MEKTUBU...

22 Şubat 1942 akşamı Stefan Zweig yaşamının en son mektubunu kaleme alır. İlk eşi Friderike’ye şunları yazar:

“Bu mektup sana vardığında ben kendimi eskisinden çok daha iyi hissedeceğim... Bu satırları en son saatlerimde yazıyorum... Kendimi nasıl da rahat hissettiğimi bilemezsin. Çocuklarına çok candan selamlarımı söyle... Hep yürekli ol! Her şeye karşın rahata ve mutluluğa kavuştuğumu öğrendin.”

Ev işlerine bakan Ana de Oliveira Alvarenga 23 Şubat sabahı yatak odasında çiftin cansız bedenlerine rastlar. Çağrılan Dr. Mario M. Pinheiro’nun saat 12:30’da ölüm kağıdına yazdığını göre Lotte ve Stefan Zweig zehirli bir madde içerek -“ingestao de substancia toxica”- 23 Şubat 1942 tarihinde yaşamlarına son vermişti.

NAZİ FAŞİZMİ ÖLÜME SÜRÜKLEDİ!

Brezilya hükümetinin kararıyla 24 Şubat günü sabah saat 16.00’da yapılan resmi cenaze töreninin ardından Lotte ve Stefan Zweig Petropolis’teki Katolik mezarlığında Yahudi dini kurallarına uygun gömülür.

Aynı günlerde Nazi yanlısı Salzburg Eyalet Gazetesi verdiği kısa haberde Zweig’ın ölümünden: “Bir mülteci yaşamı daha alışılmış şekilde sona erdi...“ diye oldukça üst perdeden söz eder.

Dünyaca ünlü bu aydın hümanistin 1930’lu yıllarda Hitler rejiminin dayanılmaz baskıları altında ruhsal çöküntüye uğraması çok trajiktir. Stefan Zweig, üzerindeki bütün baskılara karşın yine de yazdı durdu, ancak Nazi faşizminin özgür düşünceyi yok etme girişimleri onu ve ikinci eşi Lotte’yi sonunda ölüme sürükledi.

“Yıldızın Parladığı Anlar“ın ve “Dünün Dünyası“nın yazarı Stefan Zweig, bu dürüst ve iyi yürekli aydın yazar ölümünden seksen yıl sonra bugün de hiç yitirmedi güncelliğini. O, bir huzursuzluğun diğerini takip ettiği günümüzde düşünceleriyle bizlere her zamankinden daha çok gerekli.