Sözün ve resmin birlikteliği
Otoportre’yi (Çeviren: Mine Haydaroğlu / YKY) okurken Celia Paul’ün atölyesiyle birlikte, izin verdiği kadar kendisine ait odalarına giriyoruz. Sözcüklerin ve resmin, zaman zaman birbirinin önüne geçtiği fakat asla birbirini gölgelemediği bir otobiyografiye imza atan bir sanatçıyla karşılaşıyoruz orada. Paul, resimleri kadar dile hakimiyetini gözler önüne seriyor ve senelerce tuttuğu günlüklerdeki satırlarıyla geçmişine, aşklarına, gençliğine, olgunluğuna ve sanatına dönüp bakmamızı sağlıyor.
Caner KurtulFotoğraf: ANTONIO OLMOS
“Tarih boyunca kadınlar çoğunlukla sanatçıdan ziyade sanatın konusu olarak görülmüş. Kadınların kendilerini yaşadıkları tecrübeye adamaya doğal eğilimleri, sessiz sakin kalma yetenekleriyle de birleşince pek çok kadın, büyük erkek sanatçılara büyük ilham perileri olmuş.
Kadın sanatçı olarak bir strateji belirlemek gerekiyor: Ben kendi başıma buyrukluğumu korumak için sınırlar koymaya gerek duydum. Virginia Woolf’la aynı fikirdeyim; kadın sanatçının ‘kendine ait bir oda’sı olması temel, hayati bir ihtiyaç.”
Resimleri önemli galerilerde sergilenen ve sanat çevrelerinde ses getiren Celia Paul böyle diyor. Paul, Otoportre (Çeviren: Mine Haydaroğlu / YKY) adlı kitabında, “kendine ait odasını” okuyuculara gezdirirken resimleri kadar dile hâkimiyetini gözler önüne seriyor ve yıllarca tuttuğu günlüklerdeki satırlarıyla geçmişine, aşklarına, gençliğine, olgunluğuna ve sanatına dönüp bakmamızı sağlıyor.
BAŞARILI BİR RESSAMIN DOĞUŞU
“Ben portre ressamı değilim ama şunu söyleyebilirim; ben baştan beri hep kendi hayatımı aktarıyorum, kendimin ve ailemin yaşadıklarını kaydediyorum” diyen Paul, Otoportre’de hem kendisini hem de yaşamında önemli yer kaplayan kişileri resmediyor.
Sözcüklerin gücüyle anlatıyor, erkek egemen sanat çevresinin gerek kendisinde gerek kadın dostlarının benliğinde açtığı yaraları, sakin ve intikam duygusundan uzakta bir biçemle ortaya koyuyor. Başka bir deyişle resimle elde ettiği ifade gücü ve özgürlüğü, cümlelere dökerken resmin kendisi için ne anlama geldiğini de açıklıyor:
“Hayatımı resimlerle anlatıyorum. resme tutkuyla bağlıyım çünkü resim yapma süreci benim için büyük bir anlam taşıyor. (...) Ben mesela heykelden ziyade resme düşkünüm çünkü bir odanın ya da mekânın ortasındaki bir nesne ne kadar güçlü olursa olsun, duvara asılı bir resmin yarattığı yoğun odağın verdiği hissin bir eşini yakalayamaz.”
Lucian Freud’la ve ailesiyle gelgitli ilişkisi Celia Paul’ün bir kadın ressam olarak girdiği zorlu ve zaman zaman kendisini hayli zorlayacak yolun yıpratıcı dönemeçlerinden sadece biri. Bu durum, Paul’ün hem resmine hem de günlüklerine yansıyor. Bazen de resim ve söz buluşuyor; Otoportre de böyle bir buluşmanın ürünü:
“Benim için şiir, resmin konuşmayan diline doğru bir köprü oluşturdu. Yazılı sözcüklerden uzaklaşabiliyor ve kendim için yeni bir resimli dil yaratabiliyordum. Resim bana ifade özgürlüğünü verdi; yavaş yavaş düzyazının, şiirin ve bütün sözcüklerin yerini aldı.”
Paul, Otoportre’de kendisini anlatının merkezine yerleştirmiş; ailesinin, Lucian Freud’un ve oğlunun arasından başarılı bir ressam olarak sivrilirken iç dünyasını ve çevresinde yaşananlara ilişkin yorumlarını okura aktarıyor. Dahası, resimlerindeki özne ve nesneleri nasıl kullandığını ya da tuvale yansıttığını anlatırken resimle ve resmetme eylemiyle kurduğu ilişkiyi açıklıyor.
CELIA PAUL: ‘RESMİN HERMETİK DİLİ MUTLAKA SIR SAKLAR!’
Paul, resimle ilişkisini ve resme bakışını anlatırken hem kendi yaşamından hem de insanlarla kurduğu bağdan hareket ediyor. Bu noktada resim modelliği üzerinden verdiği örnek ilginç:
“Bana modellik yapan erkeklerin, resim yapma süreciyle ve ressama poz verme faaliyetiyle çok ilgilendiğini fark ettim. Benim tecrübelerime göre erkekler, poz verirken sessiz kalmıyor. Kadınlar ise daha kolaylıkla hareketsiz oturabiliyor ve kendi dünyasına dalıyor, benimle aynı odada olduklarını bile fark etmiyor gibiler. Bu nedenle kadınlarla çalışırken kendimi daha sakin ve özgür hissediyorum.”
Anlatısında adını geçirdiği resimlere de yer veren Paul, sanatıyla sözcükler ve yaşamı arasında kurduğu bağı pekiştiriyor. Cümleler ve resim arasında kurulan köprüyü veya kimi zaman yaşanan kopuşu ifade ederken yine geçmişinden bir örnek veriyor:
“Bu otobiyografiyi yazarken ben, kendi kendimin konusuyum, tıpkı ‘Ressam ve Model’ tablomdaki gibi. Kendi kelimelerimle kendi hakkımda yazarken hayatımı kendime ait bir hikâye yaptım. Özellikle Lucian benim hikâyemin bir parçası oldu; Genelde benim onun hikâyesinin bir parçası olarak anlatılmamın tersine. Ben boya yerine kelimeleri seçtim çünkü kelimeler daha doğrudan iletişim kuruyor. Resmin hermetik dili mutlaka sır saklar: Resmin gücü gizemli kalır.”
Otoportre’yi okurken Celia Paul’ün atölyesiyle birlikte izin verdiği kadar kendisine ait odalarına giriyoruz. Sözcüklerin ve resmin, zaman zaman birbirinin önüne geçtiği fakat asla birbirini gölgelemediği bir otobiyografiye imza atan bir sanatçıyla karşılaşıyoruz orada.
Otoportre / Celia Paul / Çeviren: Mine Haydaroğlu / YKY / 174 s. / 2022.