Sizin canavarlarınız hangileri? Emek Yurdakul’un yazısı...

Desenleri ve tasarımıyla, metinden geri kalmayan bir başucu kitabıyla çıkageldi Genç Timaş. İyi edebiyattan öte bir şeyle gelen yazarı, çocuk kitapları kadar psikoloji veya kişisel gelişim raflarınıza da koyabilirsiniz. Kaygı bozukluğu, depresyon, atalet gibi pek çok hali son derece açık seçik anlatan Alma ve Yedi Canavar, bir her yaş kitabı.

Emek Yurdakul / Cumhuriyet Kitap Eki

Desen: SELENE M. PASCUAL

CANAVAR, KÖTÜ VE KLİŞE

Geçenlerde birisi bir hikâyenin sonu için “klişe” dedi. Okuduğum hikâyelerde klişe olmayan bir sonun peşinde koşmaya başladı zihnim. İnsanlık tarihinde yazılmamış bir son belki de vardı bir yerlerde ancak bu o kadar da önemli miydi?

İnsanın önemli gerçeklerinden biri olan ölüm, kendisi kadar büyük bir klişeyken, yine de her birimizin hikâyesi, tüm o birbiriyle benzeşmelerine rağmen, nasıl “nev-i şahsına münhasır” oluyordu? Belki de artık konu, son ya da başlangıç değil nasıl yaşadığımız yani nasıl anlatıldığıydı.

Zamana karşı durabilen hikâyelere baktığımızda, büyüyü, büyük olayların, sürpriz sonların değil; karakterlerin sağladığını gün geçtikçe daha çok fark ediyoruz.

Karakterlerin kendi “şeytanı”yla karşı karşıya gelmediği, sadece dışarıdaki mutlak kötüyle çatıştığı anlatıların eskiyip yok olduğuna tanıklık ederken, insanlığımıza gerçek bir katkı sunmadığını da okurların seçimleri ve kendileri arasındaki paralellikte seyreyleyebiliyoruz. Çünkü kötü olmak, kötü davranmak, canavarıyla (şeytanıyla) yenişememiş insandan öte nedir ki?

Peki, tüm anlatılarda “kötü”ye dair bu bakış açısını görseydi insanlık, kendisini korumak dışında kötüyle aynı tepkiyi vermeyi seçmeyen bireylerin toplumu mümkün olur muydu?

Tarih boyunca insanın şeytanı, gölgesi, karanlığı, zaafı gibi pek çok şekilde ifade edilen tüm canavarlarının tek kaynağının “korku” olduğunu bugünkü ben olarak söyleyebiliyorum.

Alma gibi ben de epey küçükten başladım canavarlarıma bakmaya; kimisiyle başa çıkabildim kimisini de tanımlamaya gücüm yetmeyince “bilen”e danıştım. Bu yolculuğum da, insanların kendileriyle ilgili beyanlarının ötesinde, yenişip yenişemedikleri canavarlarını görme zenginliği kazandırdı bana.

Bir anlatıcının metninin zenginliği de, hele ki kötü’nün neden kötü olduğunun es geçilmediği ve anti kahramanların ana karakter olarak rahatlıkla yazıldığı günümüzde, canavarlarıyla tanış olma cesaretiyle paralel zenginleşiyor.

ALMA’NIN CANAVARLARI

Her şey karanlıkla başladı. “Kocaman ve sonsuz bir karanlık.” Hiçbir yerden hiçbir ışığın yayılmamasının nedenini anlayamayarak bakınırken Alma, ilk canavarıyla karşılaştı.

Atlayıp zıplayan, koşturan, sinirleri bozuk Bir dedi ki: “Tabii ki sinirlerini bozacağım! Ben sadece insanların sinirlerini nasıl bozacağımı bilirim. Bu hiç iyi bir şey değil ama çok şaşırtıcı bir şey de değil çünkü ben hiçbir zaman iyi şeyler yapmam. Ama ben senin sinirlerin zaten bozuk olduğu için buradayım. Neden sinirlerin bozuldu?”

“Karanlık olduğu için.”

Ve Bir, karanlıkta kalmanın yol açabileceği şeyleri Alma’nın tüm savunmalarını yıkarak sıralamaya başladı:

“Karanlıkta kalırsan sabah erken gitmen gereken yere geç kalırsın! Çalar saatin mi var ama bozulabilir, ikincisi var mı? Geç kalırsan bekleyen kişi öfkelenebilir. Özür dilemek mi, sık sık özür dilemek zorunda mı kalıyorsun? Demek ki çok hata yapıyorsun. İnsanlar hata yapan kişilerden sıkılırlar…”

Alma Bir’e inandı; ondan bahsetmek istediğindeyse, “Sana inanmazlar ve aptal gibi görünürsün.” dedi.

İki, üzerinde korkunç bir ağırlık yapan ve Alma’nın hareket etmesini zorlaştırandı. Üç, baykuşa benziyor ve sadece gözlerini dikip bakıyordu, Alma karnına yerleşen İki’den dolayı yorgun olsa da Üç yüzünden uyuyamıyordu. İşte bu aralarda bir yerde insanlar Alma’ya “Tuhafsın!” dedi. Alma tuhaf olmak istemiyordu, işte bu yüzden yalan söylemeye başladı.

Sonra Dört geldi, ışıl ışıl, sürekli bir şeyler yapması için dürttü Alma’yı ve Alma Dört’ü sevdi. Ama günün sonunda, aslında yapması gereken hiçbir şeyi yapamadığını fark etti. Bir, diğerlerinden hoşlanmadığı için şimdi daha öfkeliydi. Alma susmalarını istiyordu, bağırdı ama kimse susmadı, karanlık artık daha koyuydu.

Ve Beş çıkageldi: “Derslere odaklanamadıktan sonra okula gitmenin ne anlamı var ki?”

Dışarıya karşı giydiği ışıltılı ceketi ve yalanlarıyla Alma içerde yalnızdı. Aslında tam olarak yalnız da değildi. Bir, İki, Üç, Dört ve Beş ne yapıyorlarsa sürekli onu yapıyorlardı. Belki de Bir’den önce de var olan Altı ağlıyordu, diğer beşinin aksine.

Altı hep saklanıyordu çünkü “kimse ağlarken görülmekten hoşlanmaz”dı. İnsanlar zayıf, aptal, ilgi çekmeye çalışan biri olduğunuzu düşünebilirlerdi. Alma’nın ağlamakla ilgili yargılarında hemfikir olan Altı, kaçımızın canavarlarından biri diye düşünmekten kendimi alamadım.

Alma ise, “…kendisini o kadar yalnız hissediyordu ki odasından çıkmak istiyordu ama annesinin, arkadaşlarının, öğretmenlerinin son sözlerini hatırlıyordu ve hiç kimsenin ondan memnun olmadığını düşünüyordu. Odasından çıkma isteği yok oluyor, sadece karanlık odasında canavarları dinlemek istiyordu.”

Yedi, öfkeyle geldi. Öfkelendikçe de büyüyüp patlıyordu. Ama bu çözüm olmadı sadece Altı’yı tetikledi ve Alma’nın annesi neyi sakladığını ilk kez gördü. Canavar Avcısı’na da Alma’yı annesi götürdü. Kalem, kâğıt ve gözlükle donanmış Avcı, Alma’ya yolu gösterdi.

Düşebileceğim not, Avcı’nın şekerleri, klinik bir vaka olmadıkça ilaç kullanımına karşı biri olarak çocuklarla kitap üzerine sohbet edilecek bir başlık olarak bence değerli.

Alma ve Yedi Canavar’ı okumak akıcılığıyla ne kadar kolaysa konusu bakımından o kadar zor ama Canavar Avcısı’nın da Alma’ya dediği gibi diyorum ki, “Başarabilirsiniz!”. Hatırlamaktan, anlamaktan, farkına varmaktan kaçacak yerimizin olmadığı bu metni altını çizerek ebeveynlere öneriyorum ki içine kapandığını göremediğiniz çocuğunuza ikide bir, “Çık bi hava al, geçer demeyin!”

Alma ve Yedi Canavar / Iria G. Parente, Selene M. Pascual / İllüstrasyon: Noa Galan / Çeviren: Esma Fethiye Güçlü / Genç Timaş / 208 s. / 11+ / 2022.