Sıradan bir konu sıra dışı bir oyun

Sıradan Karşılaşmalar’da farklı sahneleme ile bir aşk öyküsü deneysel tiyatroya uygulanıyor.

Yazgülü Aldoğan

Sıradan Karşılaşmalar; adıyla ters orantılı olarak sıradan bir tiyatro gösterisi değil. Alışılagelmiş her unsuruyla farklı. “Yeni kurulmuş, özgün/yerli metniyle, deneysel/dijital projeler üretme misyonu edinen” Tiyatro Watt’ın ilk oyunu. Bir ilk oyun olarak aslında çok da profesyonel. Bir apartman dairesinde, birkaç iyi niyetli gencin bir araya gelip de tiyatro yapmak için uğraşmalarına abla şefkatiyle bakmama karşın amatör bir iş beklediğimden karşılaştığım performansa şaşırdım! Üstelik yazan/yöneten/tasarlayan aynı kişi olunca: Yusuf Onur Aydın! Ekip çalışması beklediğim tiyatro, sinema gibi sanatlarda her işi bir kişi yaptığı zaman, “Sen neymişin be abi!” diye şarkı söylemek geliyor içimden. Fakat Yusuf Onur Aydın, belli ki uzun süre düşünmüş, hem tiyatro, hem sinema, hem dijital sanat yapma fikrini kafasında iyice olgunlaştırmış, hepsini bir potada eritmiş ve ortaya ilginç bir iş çıkmış: Sıradan Karşılaşmalar’da iki kişi sıradan bir şekilde karşılaşıyor. Yer hastane, biri doktor, biri hasta yakını. Annesini doktora getirmiş hasta yakını erkek, bu küçük Anadolu şehrinde, kadın doktorun odasındaki Truffaut filmlerinin afişlerine takılıyor. Sinema tutkunu olduğu için mühendis olarak çalıştığı işini terk etmiş biri olarak ona ilgi duyuyor.

Oyuncular, seyirciye de konuşuyorlar, kendi aralarında da. Bu çoklu teknik kullanma işi olmasa konu, sıradan ve sıkıcı olacak. Bir kadın ve bir erkek, karşılaşır ve birbirlerine ilgi duyarlarsa ne olacaksa o oluyor çünkü. Tesadüfen aşk. Bir milyon kez yazılmış, konuşulmuş bir mesele. Ama Yusuf Onur Aydın onları videoda, kamerada, öyle karıştırıp konuşturuyor ki farklı bir iş oluyor. Tabii sadece bu değil.

ÇOK DOĞALLAR

Oyunculuklar, yine beni bir apartman dairesinde karşılaştığım için değil, sahnede de olsa şaşırtacak kadar mükemmel. Elif Arman, Onur Gürçay, tutuk, içine kapanık, şaşkın, iki yalnız insanı; sinema meraklısı işsiz mühendis Sinan ve sinemasever doktor Ayfer’i o kadar iyi canlandırıyor ki değme profesyonellere taş çıkarıyorlar. Hatta ilk sahnelerde oyunun tarzına daha alışmamışken gözümün içine bakarak soru sorduğunda yanıt vermemi istediğini sanıp interaktif bir oyundur belki diye konuşmaya bile kalktım!

Kendisi de tiyatro oyunu yazan, şair arkadaşım Nurduran Duman’la izledik oyunu. Çıkınca da üzerinde epey tartıştık. Ben bir iki şeye takılmıştım. O normal bulmuş? Spoiler vermemek için sizinle tartışamıyorum, belki sonra Yusuf Onur Aydın’la tartışır, sorarım o sahneyi niye koyduğunu. Kendisi oyununu anlatırken hiçbir dijital teknik aracı sadece olsun diye kullanmadığını, bunları deneysel dramaturjiyi ve yabancılaştırma efektini destekleyecek şekilde seçtiğini, ayrıca gerçek/kurmaca; yaşam/sahne kavramlarını iç içe geçirerek konvansiyonel tiyatronun dışında deneysel çalıştığını vurguluyor. Yani ne istediğini, ne yaptığını gayet iyi biliyor, zaman ve mekân kafa karıştırmalarını özellikle yapıyor, seyircinin de oyuna eleştirel ve objektif bakmasını istiyor ki ben de onu yapmaya çalışıyorum! Evet, bir Noel gecesi, Galata Meydanı’na 50 m mesafede, turistler kafelerde cheesecake yiyip bira içerken biz insanlığın yalnızlığı, aşkı bulması ve kaybetmesi sorunsalı üzerine bir oyun seyredip dertleniyorduk! Sanatseverlik böyle bir şey, bravo gençler!