Sinemayla edebiyatta kol kolalık... M. Sadık Aslankara’nın yazısı...

“Mevsim”, meteorolojinin terimi olsa da değişmeceli anlamıyla yeme-içmeden üst-başa, eğitim-öğretime, sanat-kültüre uzanan yanıyla yaşamı bütünüyle kuşatan bir olguyu imliyor ayrıca. “Yeni bir mevsim başlıyor” derken gelin bu kez yeni yayın dönemini, tiyatro-sinemanın yeni mevsimini anımsayalım. Onların her yeni mevsimle bizlere gereksinim duyacağını da.

M. Sadık Aslankara / Cumhuriyet Kitap Eki

Sanat da bilim gibi bütünlüklü bir alan, herhangi sanat dalı veya türünün salt kendi sınırları içinde kendisiyle, komşu sayacağı bir-iki türle ilişkileneceği düşüncesi genelde bilimsel veya sanatsal yasaların koparılamaz bağı altındaki bu türlerin, alanın parçası olmaktan kendisini soyutlayamayacağı gerçeğini değiştiremez. Bilim dallarında olduğunca sanat dalları, türleri de kendi içlerinde sonsuz yolculukla derinleşecek, derinleştikçe yeni katmanlar yaratacak, dal-budaklar salacaktır hep ne ki her biri, alandaki paydaşlığını da koruyacaktır.

Diyeceğim, “kol kolalık” sanatın her dalı, her türü için geçerli. Bu yazıda bir yanı edebiyatta öte yanı sinemada kimi ilişkilenişlere dayalı yapıtlar üzerinde durayım istiyorum. Yoksa örneğin yontuyu yazını da alabilirdik pekâlâ.

HASAN ÖZKILIÇ: VİDEOLU ROMAN DESTEĞİNDE HALK HİKÂYECİLİĞİ...

Hasan Özkılıç, öyküde yuvarlamayla yarım yüzyıldır üretimini sürdüren, kitaplı yazarlıkta çeyrek yüzyılını tamamlayıp romanda da dikkati çekmeyi başarmış, anlatılarından sinemacıların film hikâyesi ürettiği bir imza.

Yazarın son yapıtı roman: Şima (Everest, 2022) Öyküde, dili-anlatımıyla özgün bir kanal açmayı başaran Hasan, ilkine göre romanda da farklı deneyim gösterebildi. Son yapıtında, sinemasal bir anlatımı yeğliyor yine. Bununla, QR kodlu video görüntülerle yaptığı sunumu değil, sözdizimsel geçmeli anlatım yerine özellikle ileri-geri sıçrayışlı karesel anlatımı yeğlemesini kastettiğimi belirteyim.

Bana göre yapıtı “farklı” kılan bu değil yine, bunu çoğu romancı uyguluyor zaten. Uzayıp giden yolculuk, arayıp bulamama, her aşamada farklı sapaklar, uğraklar, beklenmedik, umulmadık durumlar, sinemada alımlamadan uzak seyirciyi de perdede tutmanın bir yolu.

Burada Hasan’ın, modern halk hikâyeciliğiyle örtüştürdüğü kalıbı, tüm yapıta içirmesi ve bunu roman biçemiyle örüntüleyip yapılandırması üzerinde durmak istiyorum daha çok. Gerçekten yapıt, bir tür Ferhat ile Şirin, Tahir ile Zühre hikâyesi. “Bir tür” diyorum, yani yazar, bildik aşk hikâyesi, arayış yerine bunu adeta modern halk hikâyesi haline getirip yapıta oylum kazandırırken farklı bir büyü de giydiriyor.

Sınırdaş bir coğrafyanın yerleşiği iki kardeşten hala, İran’da, dayıysa Türkiye’dedir. “Dayıoğlu” Behram, “halaoğlu”nun evinde görür görmez âşık olduğu Şima’yı ailesinden istetmiş, evlenip ziraat mühendisi olarak yerleştiği kendi köyüne götürmüştür.

Ne ki Şima, Behram’ı terk etmiş, unutamayan Behram’sa onu bulmak üzere yollara düşmüştür. Bu yolculukta Tebriz’e, ötelere, İsfahan’a uzanacak, kendisini terk eden Şima’yı arayacaktır. Ancak Behram da Şima da bölünmüş gibidir, bir yanında Şima varsa, öte yanında “formalite olarak” (146) “siga evliliği” yapmış göründüğü Melike duruyordur sanki: “Aşk bu(dur) işte! İnsanı güzelleştirir.” (270)

Yazar, bu doğrultuda anlatısal gerçekliği kurmak amacıyla, örtüşen iki farklı ana damar (aks) oluşturuyor: “Şimdi / Oda” ve ucu açık diziliş-akış. İlkinde halk hikâyecileri ve şairlerinin yol açtığı metin göndermeleri üzerinden Şima’nın aranışı buğulandırılırken ikinci düzlemde bunu pekiştiren oluntu akışı anlatıya eşlik ediyor.

Bu arada “sabırtaşı evi”, “sabır taşı”, “şairler mezarlığı” ve ikizil kişi vb. anlatı öğeleriyle yapıt yer yer sarmal halde ivmelendiriliyor. Bütün bunlar Şima’yı, üzerinde durulacak roman bağlamında öne çıkarıyor böylece.

PASOLINI: EDEBİYATLA SİNEMANIN ORTASINA DOĞAN BÜYÜCÜ!

Pier Paolo Pasolini (1922-1975), şair, romancı, sinemacı olarak sıra dışı dehalardan biri. Ve onun ilk romanı: Kenar Mahalle Çocukları (Çev. Nazlı BirgenCan, 2022).

Pasolini, “on dört yaşına basan”, “kendi yaşıtı çaylaklar”la (50) birlikte Riccetto’nun ve arkadaşlarının hikâyelerini romana yerleştirirken onların aracılığıyla İkinci Savaş sonu İtalya’sını, anlatmaya kalkmadan ama yaşanan sıkıntıları, çekilen acıları o büyük çaresizliği, ezikliği, çelişkileri gözler önüne sererek anlatısını kuruyor.

Mussolini derin bir yoksulluk bırakmıştır İtalya’ya. Savaş sonrasında ülkeye gelen Amerikan askerleriyle öteki barış güçleri de kendilerini Pasolini’nin merceğinden kaçıramaz. Her köşeden yansıyan yoksulluk, dalga dalga yayılan umutsuzluk, aralıklarla vurgulanıp geçilen sermayenin yol açtığı ağır darbe, sonrasında buna eklenen acımasızlık bütünün parçaları halinde roman evreninde yerini buluyor hep.

Yine de herkes gününü kurtarmanın peşindedir, çünkü hiç kimsenin “ertesi gün” diyebileceği beklentisi yoktur artık. Her türlü hırsızlık, kötülük mubahtır bu nedenle. Kısa sürede yetişkinler sırasına girecek yoksul kenar mahallelerdeki bu çocukların encamı gözler önüne serilir.

Pasolini yapıtında okuru çelen zekâsıyla Riccetto aracılığıyla dönemin İtalya’sında gezindirir böylece bizi. İşin ilginci, aradan geçen seksen yıl sonra İtalya’nın yeniden yaşamaya hazırlandığı siyasal sarmal ortadayken okuruz bütün bunları. Bir dehanın sinemadan edebiyata, edebiyattan sinemaya yayılan hüneri.

DAVID MAMET: EDEBİYATIN VE SİNEMANIN HİKÂYESİ...

Tiyatroyla sinemanın yakından tanıdığı yazar-yönetmen David Mamet’in Film Yönetmek Üzerine (Çev. Gülnur GüvenEdebi Şeyler, 2020) adlı yapıtı, bir üniversitenin “Sinema Okulu’nda verdiği bir dizi dersten oluş(uyor)”.

Yazar, kaleme aldığı “Önsöz”de, “Film yapmak için ille de gözün görmesi gerekmez; hayal edebilmek gerekir,” diyor. Ardı sıra ekliyor David:

“İyi bir yazar kesme’yi öğrenerek; süs, betim, anlatı ve özellikle derin anlam ve duygu öğelerini atarak daha iyiye ulaşır. Peki geriye kalan nedir? Öyküdür. Öykü nedir? Öykü, hedefine ulaşmaya çalışırken kahramanın başına gelen önemli olaylar dizisidir. // Böyle bir öyküyü yazarken, görme yetisine sahip olma zorunluluğu yoktur; düşünme yetisine sahip olma zorunluluğu vardır.” Neden mi? “Senaryo yazarlığı mantığa dayalı bir beceridir,” çünkü. “Filmin ‘güzel’ ya da ‘çirkin’ olduğunu söylemek sizin işiniz değildir” artık. (91)

İskoç yönetmen Lynn Ramsey, “film ruha değmeli,” demişti Esin Küçüktepepınar'ın sorusuna yanıtında (Cumhuriyet, 16 Nisan 2019). Ruhunuza değecek öykü-roman yapıtlardan, oyunlarla filmlerden mahrum bırakmayın kendinizi. Edebiyatın, tiyatro-sinemanın turfanda mevsimindeyiz.

www.sadikaslankara.com, her perşembe öykü-roman, tiyatro, belgesel alanlarında güncellenerek sürüyor.