Sezgin’in yazdığı ve yönettiği ‘Suna’ 18 Ağustos’ta Bağımsız Sinema’dan gösterime girecek
Senaristliğini ve yönetmenliğini Çiğdem Sezgin’in üstlendiği “Suna” adlı film 18 Ağustos’ta Başka Sinema ile gösterime girecek.
Öznur Oğraş Çolak“Suna” filminin konusu bizlere çok tanıdık. İsimler değişiyor ama ülkemizde kadınların yaşadığı zorbalıklar değişmiyor. Kısacası yardım isteyen Suna’lardan çok var. Kadın sorunları, kadına yönelik şiddet ve evlilik içi tacizi konu alan filmde Suna’nın hayat hikâyesine tanıklık ediyoruz. Türkiye, İspanya ve Bulgaristan ortak yapımı olan filmde başrolleri Nurcan Eren, Tarık Papuççuoğlu ve Fırat Tanış paylaşıyor.
Filmi yönetmen Sezgin ve başrolde yer alan Papuççuoğlu ile konuştuk.
- Filmin fikri ve oluşum süreci nasıl gelişti?
İlk sinema filmim Kasap Havası’ndan sonra yalnız ve yoksul bir kadın hikâyesi anlatmaya karar verdim. Kadın olmak zor zaten. Parasız pulsuz ve kimsesiz bir kadın olmak daha da zor. Yoksulluk özgürlüğü kısıtlar. Ailesine akrabalarına tabi bir hale getirir insanı. Kimsesiz biriyseniz birilerini bulur ve onların himayesine girerseniz. bana göre insanın başına gelebilecek en korkunç son bu.
- Neden dram dolu bir kadın karakter?
Bir kadın karakter yarattım. Kimsesiz. Hasta bakan, evlere temizliğe giden, hizmetçilik ettiği evlerde yahut uzak akraba arkadaş yanında sığıntı gibi yaşamış ve bunlardan bıkmış usanmış olan bir kadın... Adını da Suna koydum. Bahtı kara ama adı güzel...
Suna ellili yaşlarda, çok erken bir evlilik yapmış, ayrılmış, bir daha da evlenmemiş. Bir aile dostunun oğlu Erol onun savrulmasına tahammül edememiş ve Suna’yı dul kayınpederi Veysel ile tanıştırmıştır.
Film, Suna’nın epey bir zaman düşünüp taşındıktan sonra Veysel ile evlenmeye karar verip adamın yaşadığı küçük kasabaya gelmesiyle başlar. Suna, imam nikâhı ile evlendiği Veysel’in evinde yaşamaya ve ona karılık etmeye başlar.
Suna’yı tanımadığı bir adamla evlendirmek ve işini daha zorlaştırmak istedim. Üstelik onu bir türlü sevemedi. Ev temizliğine çamaşıra, bulaşığa zaten alışık Suna. Bunları ustalıkla yapmayı başardı fakat sevmediği adamla aynı yatağa girmeyi beceremedi.
Kadınlar sevmedikleriyle olmazlar.
Suna ile Veysel’in sıkı bir yatak odası problemi doğmuş oldu. Duvar halısındaki tavus kuşunun dili olsa da anlatsa keşke Suna’nın derdini.
Suna ekonomik özgürlüğü olmadığı için sevmediği bir adamla evlenip onun isteklerini duygusuzca yerine getiren bir kadına dönüştü. Ama yine de hiçbir zaman karakterinden ödün vermedi. Suna olmaktan vazgeçmedi.
- Neden Suna? Bir kadın olarak kadın bir karakter yaratmak zor olmalı, objektif bakabildiniz mi?
Suna, çıkarları uğruna değişmeyen, dilediği gibi yaşamakta ısrarlı, romantik, biraz da deli dolu biri.
Evlere odalara sıkışmış, istediği hayatı yaşayamayan birey olmasının önündeki engelleri yıkmaya çalışan karakterler yazmayı seviyorum.
Suna, evlilik üçlemesi adını verdiğim filmlerimin ikincisidir. Mutsuz bir evliliği daha masaya yatırdım. Bunu yaparken de masaya kendi cinsel kimliğimi koymamaya özen gösterdim. Filmi yazarken de çekerken de kadın olduğumu unutmaya gayret ettim.
Filmin Suna karakteri tarafından anlatılan bir film olarak inşa ettim. Yoksa kadına da erkeğe de eşit mesafeden baktığıma inanıyorum.
- Bu üçlemenin, ikinci filmi aynı zamanda da teziniz. Sonuncusu yolda mı?
Evet, “Suna” üçlemenin ikinci filmi ve aynı zamanda benim yüksek lisans tezimdir. Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Film Tasarımı Bölümü lisans ve yüksek lisans mezunuyum. “Türkiye Sinemasına Yoksul Kadın Temalı Filmler ve Suna Filminin Anatomisi” başlıklı tez çalışmama Google Akademik’ten ulaşabilir isteyenler. Tez, Türkiye’de yoksul kadın olmakla başlayıp Suna filminin fikir ve yaratım sürecinden festival sürecine dek yaşanan olan biten her şey detaylarıyla yazılmıştır.Üçlemenin son filmi Bir Mart Günü adlı filmimi yazmakla meşgulüm şu sıra. Yine bir mutsuz evliliğe ayna tutacak, hayatımıza birkaç tutunamayan daha sokacağım öyle görünüyor. Film kadın ve erkek üzerine kurulu, ülkemizde yaşanan gerçeklerden aykırı bir yerde durmuyor.
- Filmde umutlandığımız taraf Can karakteri diyebilir miyiz?
Filmde Suna’ya cinsel obje olarak bakmayan erkek karakter Can. Can bir entelektüel. Suna ile dostluk kurmayı beceren, en zayıf anlarında dahi ondan faydalanmayı düşünmeyen biri, bir sinema yazarı. 2019 yılında elim bir trafik kazasında yitirdiğimiz değerli arkadaşım Cüneyt Cebenoyan’dan esinlenerek yarattığım ve çok sevdiğim bir karakter. Erkeklere düşman değilim elbette. İyi ve doğru adamların da olduğunu biliyorum. Can bunun temsilidir.
- Filmin ana teması nedir?
Bir kadının arzulamadığı bir erkekle birlikte yaşamaya mecbur kalması filmimin ana temasıdır.
Suna yaşadıklarına katlanabilmek için Veysel’den gizli içki içmeye başlar. Bir gün gelir dolapların içi, divanların altları içki şişeleriyle dolar. Erkek egemen bir toplumda yaşıyoruz. Çalışan kadınların, çalışmayan kadınların zengin kadınların yoksul kadınların, genç yaşlı tanıdığım tanımadığım bütün kadınların bir taciz hikâyesi var buralarda. Bu gerçekten çok hazin.
‘YAŞASIN SİNEMA... YAŞASIN BAĞIMSIZ SİNEMA’
Tarık Papuççuoğlu filmde, Suna karakterinin eşi Veysel rolünü üstleniyor. Papuççuoğlu’nun canlandırdığı ülkemiz insanına tanıdık bir kötü erkek karakteri. Sözü Papuççuoğlu’na bırakıyorum; “Uzun süre üzerinde çalışılmış ve titizlikle oluşturulmuş bu projeye ben, bazı zorunluluklardan ötürü, son anda ve çok kısa bir sürede, son birkaç günde dahil oldum. ‘Suna’ filmi benim 52 yıllık meslek hayatımda katıldığım ilk ‘bağımsız sinema’ filmi oldu. Bu rolü bana emanet eden, beni bu çok heyecan verici sinema dünyasıyla tanıştıran değerli yönetmenim sevgili Çiğdem Sezgin’e şükranlarımı sunuyorum. Oldukça zor şartlarda, pandemi yasaklarının en yoğun yaşandığı dönemde büyük bir özveri ile bu projeye katkıda bulunan herkese ayrıca teşekkür ederim. Ben ‘Suna’ filmini, sinema kariyerimdeki ‘ilk fim’im olarak değerlendiriyorum.
- Sizi filmde en çok etkileyen hikâye nedir?
Filmin hikâyesinde beni en çok etkileyen, ülkemizde bitmek tükenmek bilmeyen kadın sorunları konusunda çok gerçekçi, samimi ve başarılı mesajlar oldu. Titizlikle çalışılmış senaryo ete, kemiğe büründükçe daha da heyecan verici bir hale geldi benim için.
- Canlandırdığınız karakteri sizden dinleyebilir miyiz?
Filmde canlandırdığım karakter her şeyden önce gerçek, inandırıcı ve çevremizde sıklıkla rastladığımız bir “erkek”. Kötü niyetli, şiddete eğilimi olan, egoist biri değil. Kendi yaşadığı çevrenin alışkanlıkları, toplumsal değerleri, mahalle baskıları ile karşısındaki kadına, farkında bile olmadan bir nevi eziyet eden biri. Filmde net olarak altı çizilen de bu zaten.
- Siz ülkemizde yaşanan ve bitmeyen kadın sorunlarıyla ilgili ne düşünüyorsunuz?
Maalesef son yirmi yirmi beş yılda giderek daha da artan eğitim, kültür, sosyal barış, eşitlik ilkeleri, sevgi, saygı, yeni toplumsal eğilimler konularındaki geri gidiş ülkemizdeki kadın sorunlarında da aynı ölçüde hissedilir hale geldi. Ben de yüzünü medeniyete, insanlığa, huzurlu bir yaşama dönmüş, ülkesini çok seven her insan gibi bu duruma üzülüyor değil isyan ediyorum. Bu yüzden de ‘Suna’ filminin bir parçası olmaktan mutluluk ve gurur duyuyorum.
Yaşasın Sinema… Yaşasın “Bağımsız Sinema”.