Seyircinin Ayvalık Uluslararası Film Festivali'nde bağrına bastığı yapım: Çilingir Sofrası
Ayvalık Uluslararası Film Festivali’nde de gösterilen ve benim çok etkilendiğim bir filmden bahsetmek istiyorum: “Çilingir Sofrası”. “Ayvalık, rakı balık”, sözüne atfen değil, derdi başka. Bazı filmler beyninize çakılıp kalıyor; unutamıyorsunuz, sahneler gözünüzün önünden gitmiyor. Ve hiç aklınızda yokken oturup üzerine yazmak istiyorsunuz.
Orhun AtmışAyvalık’ta başka bir filmle saatleri çakıştığı için izleyemediğim bir filmdi “Çilingir Sofrası”. Ama hem Ayvalık’ta en çok alkışlanan film olması hem izleyenlerin hemen hepsinden “mutlaka izlemelisin” önerisinin gelmesi, hem de en şiddetli öneriyi festivalde gösterilen “Diyalog” filminin yönetmeni ve senaristi Ali Tansu Turhan ile senaristi Burcu Uğuz’un yapması, seyretmezsek olmaz dedirtti. Filmi seyredince de Çilingir Sofrası’nı neden bu kadar sevdiklerini anladım. Ayvalık’ın ve festivalin o kendine has sıcak ortamında aynı masalarda denk geldiğimiz oyuncuların, film ekibinin sıcakkanlılıkları, bir sonraki gösterimi bile bekleme sabrı bırakmadı, bir bağlantı aracılığıyla izleyiverdim.
Beni en çok içine alan filmler, sözlü veya sözsüz iletişimin, diyalogların akıcılığına ve “olabilirliğine” kendimi kaptırabildiğim filmler oluyor genelde, bunu bozan birkaç hatalı iletişim bile filmden çok fazla duyguyla çıkmama engel oluyor.
İşte “Çilingir Sofrası” benim için o iyi filmlerden... Çok iyi yazılmış bir metne sahip ve karşılıklı döktürüyor Ahmet Rıfat Şungar ile Barış Gönenen hem sözlü hem sözsüz diyaloglarda. Birbirlerinin gözünün içine bakıyorlar, karşılıklı iletişim kuruyorlar, biri bir şey söyleyince diğeri “insani” bir tepki veriyor, yanıt, gözyaşı ya da bakışla veya titreyen sesiyle... (İki isim de İstanbul Film Festivali ve Adana Altın Koza’da bu yıl en iyi erkek oyuncu seçildiler.)
‘BUNU BİR BEN BİLİRİM...’
Ali Kemal Güven’in senaryosunu yazıp yönettiği filmin konusu şöyle: Artık görüşmeyen, Y kuşağına ait iki okul arkadaşı olan Emir Can ve Yusuf Efe, yıllar sonra Beyoğlu’nda bir çilingir sofrasında bir araya gelir. Biri evli ve çocuklu olan iki eski “dost” demlendikçe, özgür ve toksik maskülenliğin hâkim olmadığı bir coğrafyada, daha başka bir hikâyelerinin olabileceğini fark eder...
İki arkadaştan öte oldukları ilk saniyeden belli ediyor kendisini. Çekişiyorlar bazen hınzırca, bazen sertçe, eski günlerdeki gibi. Ancak Yusuf Efe (Şungar) toplumsal kodlarla çok hemhal. Pazarcılar, ileride peynir kralı olma hayalleri var. Emir Can (Gönenen) ise neyin ne olduğunun daha farkında olan isim, “kolayca” söyleyebiliyor her şeyi.
Tüm oyunculuklar başarılı, “Abla” rolündeki Ecrin Bolkar’ın performansı da öyle, onun söylediği Nazan Öncel şarkısı (Bunu Bir Ben Bilirim, Bir Allah) başta olmak üzere tüm film müzikleri de konuşulmaya ve dinlenmeye değer.
SÜRESİ 60 DAKİKA
Biraz da mum ışığının yaydığı ışıkta mı daha rahat olacağız, o kadarcık bir “aydınlıkla” mı yetineceğiz, karanlık ve kuytular mı bizim alanımız, peynir kralı olsak bile... Yoksa doğru olanı yaşamanın verdiği gönül rahatlığıyla gülümseyerek ferah ferah güneşin doğuşunu mu izleyeceğiz diye sordurdu bana bu film.
Eminim toplumun bir kesimi bu filmle nefes alacak ve umut dolacak, ağlayacak ve gülecek. Yapılması gerek ama çok yapılmıyor bu tarz filmler. Bu özelliğiyle de övgüyü hak ediyor. Süresi de 60 dakika. İlk etapta dizi olarak düşünülüp filme dönülmüş, çok da iyi olmuş. Vizyon takvimi henüz belirsiz, festivalleri gezecek. İleride GAİN’de yayımlanacak.