Şenay Lambaoğlu’nun ‘Hayat Defteri’ albümü müzikseverlerle buluştu

Derdi olan müzisyenlerden Şenay Lambaoğlu. Toplumsal sorunları şarkılarında dile getiren müzisyen, daha önce “Eyvah” şarkısıyla kadın cinayetlerini konu edinen, farklı yorumuyla öfke ve kırgınlığını bir ağıt olarak aktarıyor dinleyicilere...

Öznur Oğraş Çolak

Şarkıcı, besteci ve söz yazarı Şenay Lambaogˆlu’nun Ada Müzik etiketiyle yayımlanan beşinci stüdyo albümü “Hayat Defteri” dinleyicilerle buluştu. Albüm, Şenay Lambaogˆlu’na ait sekiz şarkıdan oluşuyor. Lambaoğlu ile müzik üzerine sohbet ettik.

“Hayat Defteri”nin çıkış hikâyesini anlatır mısınız?

Yaşadığım tüm duygusal süreçlerin bir yansıması “Hayat defteri”. Hepimizin eve kapandığı ve hayata dair beklentilerimizi sorguladığımız zamanlarda büyüyen yalnızlığım ve eksikliğimin içinde beni en çok neyin mutlu ettiğini düşündüm. O karanlık günlerde elime gitarı alıp şarkı söylemeye başladığımda içimde büyüttüğüm umut bana yol gösterdi. Şarkılarımı yazarken biriktirdiğim öfke, kaygı, özlem ve isyanı anlatırken bile hiç azalmayan o yaşama sevinci sayesinde ortaya çıktı bu albüm. “Hayat Defteri” albümünü tekli çalışmalardan ayıran en önemli özellik ise bir hikâyeden oluşan bütünün parçaları olmaları. Bu albüm birçok bakımdan ayrışıyor benim için. Şöyle ki müziği özgür ve tüm kaygılardan uzak ürettiğinizde daha yaratıcı ve farklı şeyler ortaya çıkıyor. Tam da bunu yakalamaya çalıştım. Her albümde farklı bir yönümle tanışın istiyorum. Yeni sesler, başka duygular, söylenmemiş her ne varsa dökülsün istiyorum ortaya. İçimde biriken öfkeyi de sevgiyi de artık tutamıyorum sanırım.

OLMAZSA OLMAZIM...

Her şarkının bir öyküsü vardır. Sizin için en özel olanı paylaşır mısınız?

Her şarkım birbirinden değerli anlardan bana geriye kalanlar. Hangisini diğerinin önüne koyabilirim ki? Hayatın bana kattığı her duygu için şükürle doluyum. Sanat güzellikleri anlatmanın dışında içimizdeki karanlık yüzü de gösterir. Zayıf ve güçlü taraflarımızı gözler önüne seriyor. Siyah ve beyaz öykülerden oluşuyor bir ömür. Hikâyelerimi anlatırken kullandığım müzik tarzı, türler arasında seyahat ettiğinde, başka şeylerle beslendiğinde daha fazla renkleniyor ve çoğalıyor. Müziğimde caz, pop, rock ve etnik tınıları kendime has bir tavırla eritmeye çalışıyorum. Her öykümün rengi de sesi de farklı. Bu benim olmazsa olmazım. Yaptığım müzik de öykülerim de türler arasında sıkışıp kalmamalı.

Konser takviminiz nasıl?

En yakın konser tarihleri 23 Nisan’da Kartal Bülent Ecevit Kültür Merkezi’nde, bir sonraki ise 30 Nisan Dünya Caz Günü’nde Yeldeğirmeni Sanat Merkezi’nde olacak.

‘MÜZİKLE ÇOK GÜÇLÜ BİR BAĞIMIZ VAR’

Müzik yasakları hâlâ devam ediyor...


Müziği rahatsızlık veren bir unsur olarak gören bir kesim var ne yazık ki. Yaradılışın kendisini tanıdığı ilk an sestir oysa. Müzikle hayatını kazanan biri olarak elbette çok üzgünüm ve kırgınım. Bu kutuplaşmanın uzun vadede kimseye fayda sağlayacağını düşünmüyorum. Müzik ve insan sesi bu coğrafyada hep vardı ve var olmaya devam edecek. Günde beş vakit saba, uşşak, rast, segâh ve hicaz makamlarından duyduğumuz insan sesi de müzik değil mi temelinde? Müzikle çok güçlü bir bağımız var ve bunu kimse koparamaz. Bu konularda hoşgörü, barışçıl ve bütünleştirici bir yaklaşımla dünyaya örnek olmamız gereken bir kültürün mirasçılarıyız. 

‘ÜLKEMİZDE SANATÇI OLMAK ZOR’

Ülkemizde müzisyen olmak zor mu?


Müzisyen olmak, sanatla uğraşıyor olmak hep zordu. Ülkemizde daha da zor. En “aydınından” tutun da her kesime kadar, müzisyene biçilen değer değişmiyor. Konser salonu yapılır, içine harcanan parayı telaffuz dahi edemezsiniz. Ama müzisyenin en temel ihtiyaçları düşünülmemiş. En pahalı aydınlatma kullanılmış, buna karşılık en ucuz ses sistemi yerleştirilmiş. Özellikle “ses” nesnesi elle tutulur bir şey olmadığı için bir ağırlığı yok sanırım toplumun gözünde. Bugününüz var, yarınınız yok. Bugün tok, yarın açsınız. Müzisyenler ateşe ilk atılandır, en zayıf halkadır. Salgın çıkar önce müzik susar, yas olur önce müzik susar, müzik susar da susar, hep susar!