Savaş, insan, edebiyat ve bir okyanus masalı!

Yazınsal yaratıcılık “ses”ine ulaştığı Sineklerin Tanrısı’ndan (Çeviren: Mina Urgan / Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları) başlayarak bakıldığında bir anlamda psikolojinin ressamıdır William Golding. Yapıtlarında insan olmanın ne olduğuna ya da neye benzediğine ilişkin panoramalar sunar. I. ve II. Dünya Savaşlarının yarattığı kaosun insan psikolojisi üzerindeki etkisini yansıtırken savaşlarla insanlığın masumiyetini kaybettiğini imler. İnsan doğasının kötü ve acımasız taraflarıyla yüzleştirir. Geçiş Ayinleri, Yan Yan ve Aşağıdaki Yangın adlı kitaplarından oluşan, alegori ile gerçekçi roman arasında bağ kurduğu kült serisi Deniz Üçlemesi’nde (Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları) özgür, bağımsız, yalnız, güçlü, cesur karakterler yaratır. İmgeler, canlı ve cansız objelerle insan psikolojisinin gelgitlerini sayıklatır.

Z. Doğan Koreli

ONUN İÇİN SAF RUHLAR YİTİP GİTMİŞTİR!

“Bıraktığın yerde olabilirim ama bıraktığın gibi değilim.”

Nobel Edebiyat Ödüllü yazar Sir William Golding, I. ve II. Dünya Savaşlarının yarattığı kaosun insan psikolojisi üzerindeki etkisini yansıtır yapıtlarında. Doğduğu yer, edebiyata ve düşünce dünyasına dönem dönem yön veren Büyük Britanya coğrafyasıdır.

Özellikle II. Dünya Savaşı’nın acımasızlıkları düşünce yapısını fazlasıyla değiştirir. Ancak o, savaştan etkilenen bir “ütopya yazarı” gibi düşlerinden bahsetmez ya da bir tarihçi gibi geçmişin hikâyelerinden dem vurmaz. Fantastik edebiyat derdinde ise hiç değildir.

Amacı postmodern anlatıyı besleyen tarihi derinliklerde boğulmadan, sürekli kendinden bir şeyler kaybetmek zorunda olan karakterlerin psikolojik evrimini ete kemiğe büründürebilmektir. Bu savaşlarla insanlığın masumiyetini de kaybettiğine inanır. Saf ruhlar yitip gitmiştir onun için.

II. Dünya Savaşı’ndan dönünce yazdıklarında ruhsal çatışmalar ve özellikle kalbin karanlık tarafları ağır basar. İnsan doğasının kötü ve acımasız yanlarını göstermeyi görev bilir. Okuyucuyu, bu taraflarla yüzleştirmek ister. Burada kimi zaman duygusal sinir uçlarına basarak vahşi doğayla mücadeleye atar kişilerini.

DRAMATİK VE TRAJİK SAHNELERİN YAZARI

Yazınsal yaratıcılık “ses”ine ulaştığı Sineklerin Tanrısı’ndan (Çeviren: Mina Urgan / Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları) başlayarak bakıldığında iyilik ve kötülüğün çatışmasını sezdirir. Aslında hiç kimsenin sanıldığı kadar masum olmadığını, çevre ve yaşananların, hiçbir sebep yokken insanları iyilik ya da kötülüğe yönlendirebileceğini örneklerle açıklar.

Bir anlamda psikolojinin ressamıdır. İnsan olmanın ne olduğuna ya da neye benzediğine ilişkin panoramalar sunar. Çoğunlukla dramatik ve trajik sahneler yaratır.

Ortaya koyduğu paradokslarla bir kişinin ancak öteki insanları daha iyi anlarsa onlara karşı daha içten ve adil olabileceğini göstermeye çalışır. Çünkü kendini anlama, diğerlerini de anlamadır ona göre. Roman iskeletlerini de bu anlayışa oturtur.

ALEGORİ İLE GERÇEKÇİ ROMAN ARASINDA BİR ÜÇLEME!

William Golding, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları tarafından yayımlanan, Geçiş Ayinleri (Çeviren: Bülent Doğan), Yan Yana (Çeviren: Bülent Doğan) ve Aşağıdaki Yangın (Çeviren: Banu Tellioğlu) adlı kitaplarından oluşan Deniz Üçlemesi’nde de özgür, bağımsız, yalnız, güçlü, rasyonel, sorumlu ve cesur karakterler yaratır.

Kişiyi kendi aklının tutsağı yapıp içinde yaşadığı evrene yabancılaştırmaz. Evreni, doğayı, mücadeleyi her bir kişiye bir rol gibi yükler. Kimi nezaketi, kimi hırsı, kimi saflığı, kimi de kargaşayı temsil eder.

Ancak romanlar okunurken anlaşılır ki her ne kadar insan kendi karakterinin biçimlendirdiği bir dünyada yaşasa da başkalarıyla beraber yaşama tarzı, insan yaşamının temel özelliğidir.

Deniz Üçlemesi, Golding’in alegori ile gerçekçi roman arasında bağ kurduğu kült serisidir. Seride “gemi” en dikkat çeken metafordur ve çoğunlukla iktidar mücadelesini, üstün olma yetisini temsil ederken bazen de her doğan günün Tanrı’nın insandan umudunu kesmediğinin kanıtı bir mücadele aracı olarak sunulur. Yaşanan anı yakalamak için duygu yüklü bir dil aracılığıyla capcanlı görsel sahneler yaratır yazar.

GOLDING İÇİN YAŞAM BİR FENOMENDİR!

Üçlemede yaşam bir fenomendir Golding için. Bu fenomenin her bir zerresinde insanı düşmüş ve kötücül bir varlık olarak kabul etse de kurtuluşunun mümkün olmadığını söyleyecek kadar kötümser de değildir. Ona göre kozmik evren; adil, şefkatli ve sevgi doludur.

Yapıtlarında okuyucuya vaaz vermez, Edmund Talbot, Summers, Kaptan Anderson, Benet gibi karakterler üzerinden kararı okuyucuya bırakır.

William Golding kendisine Booker Ödülü de kazandıran ve kahramanların fiziğinden çok ruhuna, mekânların dekorasyonundan çok kahramanlardaki çağrışımlarına yer verdiği birinci kitap Geçiş Ayinleri’nde 19. yüzyılın ilk yarısında, İngiltere’den Avustralya’ya çağırır okuyucuyu.

Gerçek denizciliğin son dönemi denebilecek olan bu dönemde, gemiler halen ahşap, itici güç ise rüzgârlardır. Romanda izole edilmiş bir ortamdaki insanların davranışları, psikolojileri incelenir.

DENİZDE DİN VE FELSEFE!

Üniversiteden yeni mezun Edmund Talbot, soylu vaftiz babasının referansıyla Avustralya’da önemli bir göreve atanır. Gemiye binmeden önce vaftiz babası ona bir defter verip yolculukta başından geçenleri yazmasını ister.

Gemiciler, askerler, sanatçılar, göçmenlerle dolu gemide daha ilk günden kaptanla iktidar mücadelesine giren Edmund, güneşin altında mayışmış yatan köhne gemideki küçük dünyaların gerçeklerini kabullenmeye çalışırken beklenmedik olaylarla karşılaşır.

Otoriter, sert mizaçlı, aksi kaptan Anderson, din adamı Colley, bağlılık ve sadakat anıtı ikinci kaptan Summers, özgürlükçü sanatçı Prettiman, olan biteni sessizce izleyen uşak Wheeler eleştirel bir bakışla kurgulanan metinde bir felakete doğru ilerler.

İngiliz sosyal ve sınıfsal yapısına özgü özelliklerin kamaralara sızdığı bu klostrofobik gemi bir utanç tiyatrosuna da sahne olacaktır. Bu tiyatroya din adamı Colley’in dramı da denebilir. Denizin ortasında dine ve felsefeye ihtiyaç var mıdır? Talbot, din adamı Colley üzerinden bunu çokça tartışır.

BİR DİN ADAMININ GÜNCESİ

Golding, insanın bastırılmış iç güdülerini çarpıcı bir dille betimler. Bu duyguların dışa vurumunu “Kişi başkalarının yaptıklarıyla değil, kendi yaptıklarıyla kirlenir” diyerek sloganlaştırır. Bu kirlilik insanı kahrından ölebilecek duruma düşürecektir ki Colley’de bunu yaşatır.

Kahrından ölen zavallı Colley top güllelerinin üzerinde, “Cennetin Krallığı” dediği dünya hayaline kavuşamadan okyanusun millerce derinliğinde bir başınadır artık.

Sonradan anlaşılır ki Edmund Talbot’un günlüğü gibi, Colley’in de günlüğü vardır ve olaylar Talbot’un güncesinin bir başka versiyonu olarak din adamının güncesinden de okunabilir.

KOKU!

Her ne kadar üçlemenin tamamında “gemi” simgesi ön planda olsa da Geçiş Ayinleri’ndeki bir diğer metafor da “koku”dur.

Talbot gemiye girer girmez kokudan şikâyet eder. Uşak Wheeler, bu kokuya alışması gerektiğini söyler. Ortak yaşam alanında herkesin ister istemez kabul edeceği bir paylaşımdır koku. Sınıfları ortadan kaldıran bir dayatmadır. Sosyal yaşamda belki hiçbir zaman bir araya gelmeyecek insanlar, bu izole yerde zorunlu bir ilişki kurmak zorundadır. Koku, bu stresli ilişkinin sembolüdür.

DÜŞMANLIK, ÖLÜM KORKUSU, DELİLİK VE AŞK!

Deniz Üçlemesi’nin ikinci kitabı Yan Yana’da Edmund Talbot’un Avustralya’ya deniz yolculuğu sürer. Golding bu kitapta okuyucuyu düşmanlığın, ölüm korkusunun, deliliğin ve aşkın sardığı gizemli ve sarsıcı bir deneyime çağırır. Asillerin halka bakışı, sınıf ayrımı, İngilizlerin Fransız Devrimi’ne yaklaşımları ince ince işlenir.

Savaş gemisinden bozma yelkenli yol boyunca giderek dağılırken yolcular da aynı değişimden payını alır. Hatta kendini beğenmiş Talbot bile adam olma yolundadır.

İlk başlarda yazacak bir konu bulamayan kahraman, açık denizde ilerlerken başka bir gemi ile karşılaşmalarıyla kendini olaylar ve sözcüklerin arasında buluverir.

Fransız donanmasına ait olduğu sanılan geminin öyle olmadığının anlaşılmasıyla herkes rahat bir nefes alır. Edmund Talbot, bu gemide tanıştığı bir kadına âşık olur. Fakat gemi Hindistan’a gitmektedir. Edmund bu yolculuğu göze alamaz ve kendi gemisinde yazgısına boyun eğer.

Gemi, bu kitapta da vazgeçilmez bir ögedir. Canlı bir karakter, yorgun bir insan gibi sunulur. Rüzgârsızlıktan bir türlü ilerleyemez. Uyuşmuş yolcular ise koca okyanusta karşılaştıkları diğer geminin yolcularıyla bir balo düzenler. Hatta bu sürrealist partiye kendilerini o kadar kaptırırlar ki ellerindeki kadehlerle suni aşklara yelken açarlar.

Ancak hareketsiz duran geminin tabanında küçük delikler çoktan açılmıştır. Korku ve aşkı aynı anda yaşayan yolcular, yavaş yavaş parçalara ayrılan gemiyle beraber yaşamlarını da gözden geçirmeye başlarlar.

WILLIAM GOLDING’E GÖRE DÜRÜST ULUSLAR DEĞİL DÜRÜST İNSANLAR VARDIR!

Yan Yana’da olgunlaştırılan ve onu ayrıcalıklı kılan en önemli olgu ise dürüstlüğün işlenişidir. Gemi tahtalarını birleştiren cıvataların sadece görülen kısımlarının bakırdan, tahta içinde kalan kısımlarınınsa incecik telden yapılışı ve aradaki farkın cebe atılışı çatlamış güven ve yok olan dürüstlüğe yapılan göndermelerden bazılarıdır. Golding’e göre dürüst uluslar değil, dürüst insanlar vardır.

Üçlemenin son kitabı Aşağıdaki Yangın ile Edmund Talbot’un bir yılı aşkın süren deniz yolculuğu sona erer ve artık dağılmak üzere olan gemi her şeye karşın hedefe ulaşır.

Kitapta alışılmışın dışında gelişen, üstelik tehlike boyutunun hissedildiği her atmosferde insan elinden çıkma sosyal statülerin yerle bir oluşuna, statülerinden sıyrılmış basit insanın dostluğuna, öfkesine, yardımseverliğine, sevgisine, hüznüne ve daha birçok duygu durumuna rastlanır.

DUYARLILIK VE GADDARLIK ARASINDA İNSAN!

Bunun dışında doğa ve akıl birlikteliğiyle direnilirse maviliğin uçsuz bucaksızlığındaki çaresizliğin bile insanı güvenli limanlara ulaştırabileceğine tanık olunur. Duyarlılık ve gaddarlık arasında salınan insanın en yalın hali büyük kırılmalarla süslenir.

Bu kitapta diğer gemiden mürettebata katılan Benet’nin ikinci kaptan Summers ile çatışmaları ve gemiyi kurtarmak için geliştirdiği dahiyane fikirlere odaklanılır. Ancak bu dahiyane fikirler, hem yaşlı geminin hem de Summers’ın sonu olacaktır. Buzdağı felaketi ise belki de üçleme içinde adrenalini en yüksek bölümdür.

Üçlemedeki her bir kitapla bir diğerini konuşturan ve bir form bütünlüğüne ulaştıran William Golding, imgeler, canlı ve cansız objelerle insan psikolojisinin gelgitlerini sayıklatır. Onun Nobel’e giden büyük romancılığı sayfalarca süren bir yolculukta bile okuyucuyla beraber yürümesinde yatar.