Şarkılarla Türkiye’den Almanya’ya işçi göçünün hikâyesi
İKSV Film Festivali’nde gösterimi gerçekleşen “Aşk, Mark ve Ölüm” Türkiye’den Almanya’ya işçi göçünün 60. yılında arşiv görüntüleri, röportajlar ve müziklerle Almanya’da yaşayan Türklerin gözünden göçü anlatıyor.
Yazgülü Aldoğan“Aşk, Mark ve Ölüm” ilk kez Berlin Film Festivali’nin Panaroma bölümünde gösterildi ve seyirci ödülü aldı. İkinci gösterimi de İKSV Film Festivali’nde cumartesi akşamı gerçekleşen film, Almanya’ya işçi göçünün hikâyesini müzikal bir yolculukla anlatıyor. Almanya’ya göç etmiş bir ailenin oğlu olan, Berlin’de yaşayan[ya1] , iletişim eğitimi almış olan Cem Kaya’nın da üçüncü filmi; “Göç gibi iç yakan bir hikâyenin belgeseli çok sıkıcı olurdu, ben sıkmak istemiyorum, müzikle anlatmak istememin nedeni bu diyor” Cem Kaya. Üstelik bu müzikler de onların Almanya’da büyürken evlerinde, düğünlerde, arabayla memlekete gidip gelirken kasetlerden dinledikleri müzikler. Almanya’da yaşayan ve iki kültürün arasına sıkışıp kalmış, gurbeti, özlemi, vatan hasreti çekenlerin duygularını tema olarak kullanan müzikler. Festivalde gösterilen en ilginç filmlerden biri olan “Aşk, Mark ve Ölüm” seyircinin de büyük beğenisini topladı. Ve tabii en güzel sürprizi, gösterimden sonra salonda yapılan festival partisinde filmde izlediğimiz üç müzisyeni, Türk Sanat müziğinde Cavidan Ünal, RNBesque tarzında Muhabbet ve bağlama virtüözü İsmet Topçu’yu canlı olarak dinlemek, seyretmek oldu. Salondaki coşku inanılmazdı, özellikle de Almanya’dan gelmiş ve vatanlarında müzik yapan, müziklerinin beğenildiğini gören müzisyenlerin mutluluğu! Muhabbet, şarkılarını söyledikten sonra, “Şimdi içeri gidip ağlayacağım” diyordu!
YILLAR SÜREN ARŞİV TARAMASI
Filme dönersek en büyük alkış, bu kadar ciddi bir arşiv çalışması yapılmış olması. 1961 yılında Almanya’yla yapılan anlaşma sonucu Türkiye’den işçi göçü başlar. Gidenlerin büyük hayalleri, bol bol mark kazanmak ve biriktirip geri dönmektir. Almanların beklentisi ise kendi vatandaşlarının yapmak istemedikleri işleri ucuza yaparken, kötü koşullarda yaşamaya razı olacak, hadi köleler demiyelim de makineler gelecek, sonra da geri yollanacak! Yıllar sonra kafalarına dank eden gerçek: “Biz işçi istedik, insanlar geldi.” Üstelik de o insanlar kendilerinden çok farklıydı: Dilleri, dinleri, kültürleri, yaşam biçimleri çok farklı insanlar. İşçi yurtlarında bekâr yaşadılar önce, tren garlarında sosyalleştiler, memlekette bıraktıkları ailelerini düşünüp hüzünlendiler. Sonra da ailelerini getirdiler, kimse geri dönmedi, dönemedi. Onlar ülkelerinde Alamancı, Almanya’da Türko’ydu. İşte Cem Kaya ve arkadaşları bu gerçekleri, titiz bir arşiv çalışmasıyla görüntülü olarak filme katmış. John Berger’in kitabından fotoğrafı belleğime kazınmış, Tophane’deki İş ve İşçi Bulma Kurumu’nda Alman doktorlar tarafından üroloji muayenesi yapılan donla dizilmiş Türk işçi adaylarının utanan görüntülerini video olarak izlemek gözlerimi yaşarttı.
İLLE DE MÜZİK
Müzik, filmin asıl aktörü. Bizim Türkiye’de adını duyduğumuz bir Yüksel Özkasap vardır, Köln Bülbülü, dokuz altın plağı var, Türküola etiketiyle milyonlarca kaset, plak satmış. Filmde Neşet Ertaş da var, Karakan da, Derya Yıldırım da, Derdiyoklar grubu da, Derdiçoklar grubu da! Başka bıyıklı kasketli amcalar da, Cem Kaya’nın röportaj yaptıkları arasında. Cavidan Ünal Almanya’nın divası, Müzeyyen Senar’ı. Almanya’nın Huysuz Virjini de var, Almanya’nın Bülent Ersoy’u Hatay Engin de! Bülent Ersoy da bir dönem Almanya’da sürgün yaşamış.
Mark ise çok para kazanıp düğünlerde saçtıkları dönem! Bir kısmı ailenin tüm fertlerinin çalışmasıyla kazanılmış para da, bir kısmı da “kara para aklaması” diyor Cavidan Ünal, öyle para basılıyor o düğünlerde, darbukacı “donumdan bile para çıkardı” diye anlatıyor! Bu bölüm çok eğlenceli, kendilerine Çakıl Gazinosu bile yapmışlar, kullanılmayan bir tren istasyonunda.
ÖLÜM
Ama hayat inişli çıkışlı. 80’de Doğu-Batı Almanya birleşince işsizlik başlıyor, Alman ekonomisi tekliyor. İşçilerimize karşı ırkçı tepkiler başlıyor. Faşist örgütlenmeler, Nazi dazlak grupları ve ikinci, üçüncü kuşağın, itilip kakılması, eğitimden geri kalması, iş bulamaması, tepki dönemi. Hip Hop, Protest ve Rap müzikle kendini ifade eden gençler çıkıyor. İnsanların evlerinde yakılması, dazlaklarla mücadele müziği de sertleştiriyor. Burası da ölüm bölümü. Koşullar, insanlar farklı da olsa, ülkemizde göçmenlere karşı tavrımızı sorgulamamıza da yarayacak bir bölüm.
Yıllar süren bir emeğin, iğneyle kuyu kazarak yapılmış filme emeği geçenler arasında senaryo yazımına katkıda bulunan Mehmet Akif Büyükatalay’ı ve arşiv taramada Ufuk Can’ı anmak gerek.
Filmi Berlin’de izleyen festival direktörü Kerem Ayan,”Bu filmi İstanbul’da da gösterelim, sonrasında da bu partiyi yapalım” demiş. Çok iyi etmiş! Festivalin sonuna gelirken böyle bir filmi izlemiş olmak kadar partide müzisyenleri de dinlemek büyük bir ayrıcalıktı. İKSV’ye binlerce teşekkür. Şimdi bu filmin festival dışında da sinemalarda gösterilmesi gerek, bir Müslüm, Bergen kadar ses getirip izleneceğine eminim!