Romanda kararlılık... M. Sadık Aslankara’nın yazısı...
Filiz Özdem, Zeynep Göğüş, Abdullah Aren Çelik romanda kararlılık gösterdikleri öne sürülebilecek üç yazar. Yapıtlarına bakarak bu yazarların roman kavrayışlarını gözlemek, bunu, yarattıkları roman evrenleriyle karakterleri üzerinden okumak, bu doğrultuda roman estetiği paydasında eğilimleriyle yapıp etmeleri üzerine düşünce üretmek pekâlâ olanaklı.
M. Sadık Aslankara / Cumhuriyet Kitap EkiÖzellikle son yirmi yılda ilk romanlarını yayımlayıp da alanda verimini sürdüren yeni yazarları hakkıyla tanıyor muyuz acaba? Sayıları her geçen gün artan bir yazar yelpazesi var karşımızda, yapıtları dev roman dağarı oluşturuyor, ama kimileri dışında bu yeni yazar yelpazesinden gereğince haberli olduğumuz söylenemez yine de.
Bunu kendisine özel iş edinmiş alımlayıcıyla dar okur kesimi dışında yazın kamuoyunun bu yazarlardan haberli olduğunu söylemek çok güç. Her yıl yayımlanan romanların, azımsanmayacak bölümü birer ilk kitap üstelik. Ancak yayıncılıktaki başat “sistem”, yönlendiriciliği sürdürdüğünden geniş okur kitlesi, “sahibinin sesi” düzeyinde kalıyor hep.
Aşağıda yeni yapıtlarıyla aldığım, romanda on beş yılını doldurmuş Filiz Özdem, ancak son dört-beş yıl içinde gün yüzüne çıkan Zeynep Göğüş, Abdullah Aren Çelik bu bağlamda roman yelpazemizde kendilerine yer açarken alanın kararlı adları arasında konumlandıklarını da gösteriyorlar enikonu.
FİLİZ ÖZDEM: ‘BÜTÜN ATEŞLER SÖNDÜĞÜNDE’
Filiz Özdem, yayımladığı beş romanın ardından bizi altıncı romanıyla buluşturdu: Bütün Ateşler Söndüğünde (YKY, 2022).
Filiz yakından izlemeye çalıştığım bir romancımız. Yayımladığı her romanla, ciddiye alınması, önemsenmesi gereken bir yazar niteliği taşıdığını göstermişti zaten, hatta “yeni”yle ne kastedilebilirse, onun, bu anlamda en azından “yeni” açılımlı romancılarımızdan biri olduğu da ortadaydı ayrıca.
Bütün romanlarında, karakterlerini, göze çarpan davranışları, tutumlarıyla öne çıkaran yazar, onları bu eylemlerinde tetikleyen kaygıyla korkuyu, düşünceleri, ebru halinde birbirine karılı kuşkularını, ortaya çıkışından yol açtığı sonuçlara dek roman evreninin şaşmaz dokusu içinde bütün dolantılarıyla yerli yerine oturtuyor.
Roman evrenine yerleştirilen kişilerin öteki kişilerle, olayla ilişkilenişleri, kökendeki kaynakların ortaya serilişi veya sonuçlar sıkı, hatta zorunluluk bağlarıyla sarmalanmış halde önümüze geliyor.
Söz konusu romancı yaklaşımını yazar, bize son yapıtında bir kez daha sergiliyor. Nitekim marangoz ustası Asaf’la, bir büyük gazetenin “dert dinleyici”si (52) Pervin’in özöyküsel aktarıma dayalı kişisel serüvenleri, yazarın kurduğu çatılama doğrultusunda, çocukluktan yetişkinliğe roman evrenine yayılan, bunlarla örtüşen anlatı akışıyla sürüyor.
Sayfalar ilerledikçe, Asaf’ın dervişan tutumu, Pervin’in aldığı mektuplarla paylaştığı dertler birbirine geçen salkım hikâyeler halinde romandaki burgaçlara çekecektir bizi. Filiz’den bireyin gizemli iç dünyasına dalan yine dikkat çekici bir roman.
ZEYNEP GÖĞÜŞ: ‘YOK ÇÜNKÜ TELAFİSİ’
Zeynep Göğüş, arka arkaya iki romandan sonra, yine Everest yayını üçüncüsüyle geldi: Yok Çünkü Telafisi (2021). Özyaşamöyküsüne göre, “2016 yılında roman yazmak üzere köşe yazarlığını bırak(an)” Zeynep’in dört yılda verimlediği üçüncü roman bu.
Halk romancılığımızın ardılı görünen yazar üç romanında da hem genelde hem özgül zaman dilimi içinde toplumsal karmaşalara yer açıyor. Ancak bunlarda bakış açısının iletişim diline değil, romanın gereksindiği kapsayıcı dil-mantık temeline yaslandığı söylenebilir.
Murat, Brüksel’de “diplomasi muhabiri olarak” çalışmaya başlayıp “deneme tadında (.) haftada bir” yazılar kaleme alan, sıklıkla Türkiye’ye gidip gelen “Büro Şefi”dir. (12, 13) “Dadandığı” Brüksel bitpazarında, bir tıraş sehpası bulur.
Dostları aracılığıyla Abdülhamit tarafından yapıldığını öğreneceği sehpa, İstanbul’dan, tarih profesörü Oğuz eliyle geçerek gelmiştir. Murat ona ulaşmaya çalışırken doksanlık Oğuz’u Brüksel’de karşısında bulacaktır.
“Tek bir nesne üzerinden (…) birbiri ardına açılan gizemli kapılar,” bizi romandaki hikâyelere taşır. “[H]er yapıtın (…) bilinçdışı bir dinamiği olduğunu düşün(en)” Murat Oğuz’un, kendisini aile tarihini yazması için anlaştığı gazeteci sanmasına itiraz etmez.
“[Y]azılı kaydı” “15’inci yüzyıla kadar gide(n)” (31) aile tarihini yazmayı kabul eder, bu arada “insanların ve ailelerin de bir resmi tarihi (.), bir de bilinmeyeni ya da konuşulmayanı” (9, 11) bulunduğunu kavrar.
Roman, zaman kaydırmalarıyla aile tarihinden Türklerin Anadolu’daki tarihine farklı altüst oluşlara uzanıp geçmişle bugünün katmanları arasında akar, ilerler.
ABDULLAH AREN ÇELİK: ‘YEDİLER TEKNESİ’
İkinci romanı Kandan Adam (2018) üzerine yazınca Abdullah Aren Çelik, yine Everest’ten ilk romanı İlerde Hep Yalnız’la (2016), sonuncusu Yediler Teknesi’ni (2021) de ulaştırdı, yapıtlarının tümünü okudum böylece.
Abdullah Aren yayımladığı bu üç romanda temel duruş, ana omurga bağlamında türdeş çatılama getirirken anlatı evreninde polisiyeye dayalı kışkırtıyla okuru siyasal bir koşu bandına çıkarıyor adeta.
Ancak bunları farklı biçemlerle yapılandırma konusunda duyarlı. Çünkü üç roman bu anlamda birbirinden farklı biçemsel yapıda geliyor okur önüne.
İlerde Hep Yalnız, “Çatlı’dan Çapsız’a, Yeşil’den Sarı’ya bütün kara adamlar(ın) cirit at(tığı)” (88), “cesetlerin Toros marka arabalarla taşındığı “ (9) 1990’larda Diyarbakır çevresinde, “kış(ların) geçmek bilme(diği)”, “[k]art kurt, kart kürt, zart zurt sesleri”yle (43) Pasur’da geçiyor.
Yazar, evet, bu ilk romanında olay bağlantılarında, kişileri bunlarla ilişkilendirmede anlatısal anlamda bir ölçüde tutukluk sergilemiyor değil, ama buna karşın böylesine sert bir kozayı, kasaba parodisi havasında yer yer kara anlatıyla, aykırı gerçekçilikle sarmalayıp köpürterek denge kurabiliyor yine de.
Son yapıtı Yediler Teknesi’nde artık müthiş bir romanla karşı karşıyayız. Tarihsel, mitsel kıvrılmalarla “yedi” ritüelini yerleştirdiği anlatı, adeta bir requem halinde, “ölü”lerle akarken bir meşum “kule” aracılığıyla Kafkaesk ortamın sırt ürperen havasını yayıyor sayfalar arasında. Böylece distopik anlatısıyla okuru enine boyuna silkelemeyi hakkıyla başarıyor Abdullah Aren.
Bu çerçevede bizden Kaan Arslanoğlu’nun Sessizlik Kuleleri 2084’ü (2007) anımsanıp Nevra Bucak’ın Kule’sine de (1999) şöyle bir uğranabilir.
Sonuçta üç yazar, kararlılıklarıyla romanda doğru bir tutum sergilerken okurdan da ilgi bekliyor haklı olarak.
www.sadikaslankara.com, her perşembe öykü-roman, tiyatro, belgesel alanlarında güncellenerek sürüyor.