Roman yazmak bir oyun! Feridun Andaç’ın yazısı...

Roman yazmak, kurallarını kendin koyduğun, biçimleyip oynadığın bir söz oyunudur. Yazdıkça gelişen, dönüşen, biçimden biçime geçen bir oyun! Javier Cercas ise, kendi roman yoluna dair şunları söylüyordu: “Bir roman yazmak, yazdıkça bazı kurallar icat etmek zorunda olduğun bir oyun yaratmak gibi bir şeydir. Sonra bir ân gelir, takip eden her şey için o kurallara sadık olmak gerekir, öyle ki bizzat senin icat ettiğin o kurallar bazen seni başlangıçta istemediğin ya da öngörmediğin bir şeyler yapmak zorunda bırakır.”

Feridun Andaç / Cumhuriyet Kitap Eki

ROMANDA DÖNÜŞME HALİ!

Kurduğunuz biçim seçtiğiniz konunun, yansıttığınız izleklerin, çizdiğiniz karakterlerin durumlarını / gerçekliğini de belirler. Evet, bir romanda anlatıyı kuran anlatıcıların “oyun”u nasıl kurdukları önemlidir bu anlamda. Buna, “romanda dönüşme hali” diyorum.

Romancı, anlatıda görülenin ötesinde duranı söyleyen / hissettirendir aslında. Bazen bu, orada ilkten görülen karakterlerde de olandır. Bizim “kahraman” sandığımız, ya da “olay” diye gördüğümüz aslında “oyun”un sonunda kendini ele verendir.

Her roman bir yanılsama içerir. Romancı eninde sonunda bir düşünce insanıdır. Hiçbir şeyi salt sezgiye bırakmaz. O, sadece yazarken alışkanlık veren bir ivmedir. O nedenle Dostoyevski, Tolstoy, Balzac okursunuz. Ama yazarken hep karşınızda Henry James, Flaubert, Nabokov, John Fowles gibi romancılar olmalıdır.

HER ROMANCI ŞİMDİDEDİR!

Tıpkı okur gibi, her romancı da öncelikle “şimdi”dedir. Geçmişten, gelecekten de söz etse; çıkış noktası, durduğu yer “şimdi”dir.

John Fowles şunu diyordu:

“Çoğu yazar gibi ben de biraz manik-depresifim; her ne kadar bana, bu iki zıt kutuptan biri, yazan benlik, diğeriyse hiçlik gibi görünüyor olsa da. Benliklerden biri bunun önemli ve sosyal yönden pek uygun bir şey olmadığını gayet iyi biliyor; çok daha seyrek rastlanan diğeriyse bazen bir çılgın gibidir. İçimde sıradan bir kabile şamanının kimliğini hissediyorum.” (*)

Javier Cercas, ülkesinin yakın tarihine dönerek romanlarını kurarken; kurmacayı yaşamdan, yaşamı da kurmacadan ayırın ince çizginin ayrımındadır elbette. Gene de, yaşamsal gerçeğe bakışının ivmesi hayatın da bir “oyun” olduğu düşüncesidir.

Franco faşizminden geçen İspanya’nın hafızasına doğru yolculuğa çıkışında elbette yeniden kurma / söyleme düşüncesi ön plandadır. Üstelik şunu da söyler; Bir Anın Anatomisi romanının çıkış noktasından söz ederken: “Kurgu, kurmaca tam bir yalan değildir. Ama yalana çok benzer.” (**)

23 Şubat 1981’de, Yarbay Tejero’nun İspanyol Temsilciler Meclisi’ndeki darbe girişimini nevrotik / paranoya bir durum olarak görür. Sorular sorarak başlar işe. Bu da, neden bu olayın romanını yazmak istediğinin ipuçlarını verir.

EDEBİYATIN EN TEMEL PARADOKSU!

Franco döneminin yaşattığı karanlık dönemler romancının ilgi odağında olmuştur hep. Otorite karşısında bir duruşu vardır Cercas’ın. Onun şu düşüncelerini de göz önünde tutarsak, özellikle Salamina Askerleri, Işığın Hızı, Sahtekâr, Karanlıkların Hükümdarı, Bir Ânın Anatomisi romanlarındaki ana düşünceyi daha iyi anlarız:

“Kötü giden şeyleri bize büyük edebiyat gösterir. Shakespeare, Dostoyevski, büyük yazarlar gösterir. Bu da çok ama çok faydalıdır. Ama üzerine basarak söylüyorum, edebiyat eğer faydalı olmak istemiyorsa çok faydalıdır. Eğer faydalı olmak istiyorsa propaganda ve pedagojiye dönüşür ve faydalı olmayı bırakır. Edebiyatın temel büyük paradoksu budur.”

CERCAS’IN ZAMANIN RUHUNU

OKUMA BİÇİMİ!

Cercas’ın anlatıcılığında karşımıza çıkan bir başka gerçeklik ise, zamanın ruhunu okuma biçimidir. Onun romancılığındaki dönüşüm, ülkesinin yakın tarihine bakışla başlar.

Salamina Askerleri (2001), ülkenin iç savaş dönemindeki kötü zamanlarıyla yüzleşme öyküsüdür. Kendini kitaplarında bulan / gören bir Cercas, “temel yazar” düşüncesinden hareketle yazan biridir. Bu anlamda yakın tarihe bakışında da bu yazarların izlerini / etkilerini görmek mümkün.

Yolunun Kafka ve Borges’ten geçtiğini söylemesi de okurluğunun yol işaretlerini gösterir bize. “Büyük okur”luk onun da yazarlığının arenasında yer alır. Tarihe, insanlığın öyküsüne dönerken de öne çıkardığı aslında o birikiminin yansımalarıdır.

CERCAS: ‘KÖTÜ GİDEN ŞEYLERİ

BÜYÜK EDEBİYAT GÖSTERİR!’

Romanı tarihten ayıran ama bilimle buluşturan bir bakışının olduğunu söylemeliyim. Onun anlatılarındaki oyun düşüncesini ilkten bize veren kuşkusuz Saplantı ve Kiracı anlatılarıdır.

Metinler arası geçişken bir tutumu olduğunu da söylemeliyim. Oyun düşüncesi ise onda romanın günümüzde Cervantes’ten nasıl el aldığının göstergesi olarak öne çıkar. Bir Ânın Anatomisi’ni okurken Cercas’ın anlatıcı olarak bu yanını göreceğinizden eminim.

“Kötü giden şeyleri bize büyük edebiyat gösterir,” düşüncesinin yapıtlarına nasıl yansıdığını görmek için sanırım ilk anlatılarından yola çıkarak okunmalı Javier Cercas.

Savaşın, savaş sonrası yaşananların toplumda / insanda yarattığı şok dalgasının etkilerine dönen romancı; “geçmiş”in bugünde / şimdide nasıl yaşadığını da anlatır bir bakıma. Franco’culuğun İspanyol toplumunda süreduran izleri romanlarına yansır. Salamina Askerleri, Sahtekâr, Karanlıkların Hükümdarı ve Bir Ânın Anatomisi tarihsel geçmişin bugüne uzanan izlerini anlatır bize.

Javier Cercas, bir konuşmasında şunu söylüyordu: “İspanyol Sivil Savaşı 1936’dan 1939’a kadar yani üç yıl sürmedi; 43 yıl sürdü.” Onun romanla getirdiği tanıklık yeni bir bakışın, düşünüşün de kapılarını aralıyor diyebiliriz.

Neyi sevdiğinizi bilmek, neden vazgeçmek istediklerinizi anlayabilmek için o tarihsel geçmişin öyküsüne romanla dönmeniz size iyi gelecektir. Romanın getirdiği kurgusal hakikat bir oyun olsa da, iyi romancının romanını neden yazdığı düşüncesi hep kalıcı olacaktır.

 

(*) John Fowles / Zaman Tüneli: Denemeler ve Notlar, Çev. Süha Sertabiboğlu, Ayrıntı Yay., 480 s., 2004.

(**) Kürşad Oğuz, Javier Cercas ile Söyleşi, Haber Türk, 29.10.2021.