Pastoral ve karanlık bir masal! (08 Mayıs 2022)

Alex Schulman’ın otuz üç dile çevrilen Hayatta Kalanlar’ı (Çeviren: Zeynep Tamer / Timaş Yayınları), aile dinamiklerinin kırılganlığı, büyümek, dönüşmek, yaralamak ve yaralanmak, affetmek, iyileşmek üzerine yazarın kendi yaşamından enstantaneler taşıyan bir ilk roman. Kopmayacağına inanılan bir bağın ihanete ve sarsılan güvene uzanan uçlarına ilişkin, aile içindeki duygusal istismara tepki olarak geliştirilen bambaşka hayatta kalma mekanizmalarına tanıklık sunan pastoral ve karanlık bir masal. Zarif dille kaleme alınmış yıkıcı bir iyileşme hikâyesi.

Gizem Olcay

Fotoğraflar: VIKTOR FREMLING

GEÇMİŞ YAŞAR!

İsveçli gazeteci ve yazar Alex Schulman, ilk romanı Hayatta Kalanlar (Çeviren: Zeynep Tamer / Timaş Yayınları) yayımlandıktan sonra kaleme aldığı bir yazısında, annesinin ölümünün ardından EMDR terapisi görürken çocukken yaşadığı travmadan iyileşmenin yolunun, onu görmezden gelmeyi bırakmaktan geçtiğinden bahseder ve şöyle der:

“Geçmişte yaşanan şey akışkan ve değişkendir. Geçmiş yaşar, bizim gücümüz belki de onu nasıl yorumladığımızda yatar. Geleceğiyse geçmişte yaşadığımız olaylar şekillendirir. Aslında yol çoktan bellidir; yaşadıklarımız, yaşayacaklarımızın habercisidir.”

Schulman’ın Hayatta Kalanlar romanı da - kendi yaşamına koşut bir şekilde - annelerinin ölümünün ardından bir araya gelen üç kardeşin geçmişle yüzleşmesini odağa alıyor ve hikâye annelerinin vasiyetini yerine getirmek üzere kardeşlerin yaşamlarının tümden değiştiği yazlık göl evinde buluşmasıyla açılıyor.

AİLE İÇİ DUYGUSAL İSTİSMAR VE HAYATTA KALMA MEKANİZMALARI

Kitap boyunca bir yaz günü yaşadıkları trajedinin ardından sevgisiz değil, ama ilgisiz bir anne babayla büyümek zorunda kalan Nils, Benjamin ve Pierre kardeşlerin yıllar içinde birbirlerine ve dünyaya karşı zorunlu olarak değişen tavır ve davranışlarını okuyor.

Aile içindeki duygusal istismara tepki olarak sağlıksızca geliştirilen bambaşka hayatta kalma mekanizmalarına tanık ediyor.

Hikâyenin soğuk, tüyleri diken diken eden çekimi pastoral bir masalla birleşiyor. Gölün, huş ağaçlarının, tembel öğleden sonralarının gerisinde adeta saklanmış, her karaktere ilişkin ufak ayrıntılarda belirip kaybolarak etkisini hissedilir kılan ciddi bir aile travması ve bu travmayla hem karakterleri hem de gelecekleri yeniden şekillenen kardeşler Nils, Benjamin ve Pierre.

En genç ve en vahşi olan, sonuçlara aldırmadan dürtüleriyle hareket eden Pierre, aileyi bir arada tutmaya çabalayan sessiz gözlemci ortanca kardeş Benjamin ve kendini sürekli izole eden, büyürken ailesinin yanında olmak istemeyen en büyük kardeş Nils…

YAPAYALNIZ VE SAVUNMASIZ BİR ÇOCUK NE KADAR ACIMASIZ OLABİLİR?

Dünyaya karşı yapayalnız kalan savunmasız bir çocuk ne kadar acımasız olabilir? Masumiyetini ne zaman yitirir?

Gerilimden beslenen bir ilişki içinde yetişen çocukların saldırganlığı ve şiddete eğilimli davranışlarının en uç noktası ne olabilir? Hayatta olan ama çocukların dünyasında var olmayan ebeveynlerin açtığı yaralar ne zaman kapanır?

Kardeşlerin büyüme hikâyelerini okurken tüm bu soruların yanıtını arıyoruz. Yetişkinlik dönemlerinde kapanmaz yaralar açan bir travmayı geçmişte bırakabilmenin ve iyileşebilmenin ihtimalini okur olarak ümitvar halde istiyoruz.

KARDEŞLİĞİN DENGESİZ DİNAMİĞİ!

Schulman, bu romanla kardeşliğin dengesiz dinamiğini yeniden tanımlıyor. Bu üç erkek çocuğun dünyasını, babaları tarafından onaylanmanın, annelerinin ufak bir dokunuşunun eksikliği şekillendiriyor.

Dolayısıyla kırılganlıkla büyümek zorunda kalan ve tek dertleri görülmek olan kardeşlerin arasındaki rekabet ve kavgalar da bu yokluktan besleniyor.

Psikolojik ve fiziksel şiddetse hem üç kardeşin yaşamını biçimlendiren hem de romanın atmosferine hizmet eden önemli bir unsur olarak özellikle gerilimin yükseldiği vurucu sahnelerde yerini alıyor.

BİR VAROLUŞ DURUMU OLARAK KEDER!

“Aslında kederin bir süreç olduğu doğru değil. Keder bir varoluş durumu. Hiç değişmiyor, taş gibi oracıkta oturuyor. Ve keder insanın dilini bağlıyor,” diyor roman.

İlişkilerde ifade edilemeyen duygulara, söylenemeyenlere ve böylelikle yitirilen ihtimallere bir bakış sunuyor. Buna ket vuran bir trajedinin karakterler üzerindeki etkisini, buna bağlı geliştirilen hayatta kalma mekanizmalarını teker teker gösteriyor.

Okurun adeta karanlık ve puslu anıların arsında gezindiği hikâyenin finaliyse tüm parlaklığı ve keskinliğiyle bir anımsayışla şekilleniyor. Yirmi yıl boyunca bastırılmış suçluluk duygusunun pençesinde, zihnin oyunlarıyla unutulmaya zorlanan tek bir an; o kırılma anı gün yüzüne çıkınca boğazımızda kocaman bir yumruyla kalakalıyoruz.

YIKICI BİR İYİLEŞME HİKAYESİ!

Anlatıda fragmanlar arasında gidip gelen ikili bir zaman yapısı söz konusu: Annenin cenazesinden geriye akan günümüz, üç kardeşin yetişkinliği ve trajedinin yaşandığı güne ilerleyen geçmiş, kardeşlerin çocukluğu…

Schulman, hikâyeyi fazlasıyla kişisel bir yerden anlatmasına karşın yazar olarak duygusal mesafesini çok iyi kuruyor. Okurun duygularını suistimal etmeden, abartıya yer vermeden derdini anlatıyor. Ve buna karşın romanın duygusundan, o duygunun gücünden hiçbir şey eksilmiyor.

Hayatta Kalanlar, okuyucunun empati kurabileceği, benzerini kendi deneyimlerimizden veya başkalarınınkinde görebileceğimiz ve bu sayede kendimizi karakterlerle benzer sorgulamaları yaparken bulabileceğimiz bir ilk roman.

Bir tür affetme ve affedilme yolculuğu. Her şeyden öte, sonu kendini affetmeye varan zorlu yolu adımladığımız bir yolculuk. Duygu yüklü, zarif bir şekilde kaleme alınmış yıkıcı bir iyileşme hikâyesi. Hatta belki de yazarın kendini iyileştirme hikâyesidir, kim bilir?