‘Özgür’ kölelik çağı! Y. Bekir Yurdakul’un yazısı...
Ballerini, bu sarsıcı distopik öyküsünde gelecekte bir dönemden açsa da sözü, altını çizdiği aslında “günümüz”dür. Ardı arkası kesilmeyen, tarih boyunca sürüp gelen yenilgiler zinciri içinde Ballerini’nin; sevginin gücünü, karşı çıkmanın erdemini, merakın yaratıcılığını sakladığı alanları bulup çıkarmak da biz okurlara düşüyor.
Y. Bekir Yurdakul / Cumhuriyet Kitap EkiZamanın çok daha ağır aktığı bir çağda, ürettiğimizi bugüne oranla daha adil paylaşarak yaşayıp giderken, nerdeyse dünyanın büyük bölümünde, her gereksindiğimizi kotarılmış, paketlenmiş, hazır edinir olduk. Gıda da öyle. Giyim de öyle. Barınma, ulaşım, eğlence de öyle. “Üst akıl” neyi, nasıl ve ne zaman istiyorsa... sanki olağanüstü bir düşünce birliği var.
“Sizin için her şeyi düşündük; yormayın kendinizi, seçtiklerimiz arasından seçin dilediğinizi... Saatler boyu ara(ştır)makla zaman yitirmeyin. Okuyup yorulmayın, düşünüp heder olmayın, sorular sorup hedef olmayın!”
İnsanlığın yerkürede var oluşu dikkate alındığında birkaç saniye bile tutmayacak bir zaman aralığında gelindi buralara. Dönemlere, çağlara ad verme merakımızla bu son kısacık dilime de yakıştırmalarımızın ardı arkası kesilmedi. Bugün söylenen yarın eskiyince gelsin yenisi: Teknoloji çağı, otomasyon çağı, iletişim çağı, bilişim çağı, hız çağı...
DEĞİŞMEYEN KURAL!
Bir yanda insanın daha iyi, daha mutlu bir ömür sürmesi, dünyanın yaşanabilir koşullarının bozulmaması çabaları; bilim sanat insanlarının uğraşı bu erek doğrultusunda sürüp gidiyor. Bir yanda daha çok kazanma, daha çok kâr, dolayısıyla pazarı “canlı” tutma, ihtiyaç olmayan için ihtiyaçmış algısını yaratma doymazlığı... Yine insanın “bulduğu” sistem ve yönetim anlayışı da her geçen gün daha çok körüklüyor bu doğala ters anlayışı...
Bir yanda her adım adil bir hayat için olsun çabası, bir yanda gölgesi satılmayan ağaçtan bana ne doymazlığı. Ve neredeyse hangi düşünceye, inanca yaslanırsa yaslansın, sanki değişmeyen kural; bu büyük çatışmanın, kimi parıltılı / ışıltılı anlar dışında, hep kurulu düzenin, haksızlığın değirmenine su taşıması.
ALGI ÇAĞI...
Hayatın seyriyle hiç mi hiç ilgilenmeden / farkında bile olmadan düşüyoruz yola. Sonra gelsin “böyle gelmiş böyle gider” köleliği; “kral öldü yaşasın kral”ın sunduğu / sağladığı konfor! Karşı çıkma, ayak direme hallerini bertaraf etmeninse her yolu “mübah”!
Şimdi sözün burasında, şu son dönem için yeni bir adlandırmayı anımsatalım: Sanırım epey bir zamandır -oysa hepi topu otuz yıl- “algı çağı”ndayız. Önceden de benzer çabalar, bütün toplumu “kandırma” işleri yok muydu? Vardı elbette. Ne ki “sosyal medya” diye adlandırdığımız “yeni” iletişim olanağıyla gereken “algı”yı istenen düzeyde ve en kısa zamanda yaratmak artık çok daha kolay ve etkili.
Pek çok eski haberi yeni, önemliyi önemsiz, işe yaramayacak olanı ihtiyaç, sakinliği tehlike, sevgiyi nefret gibi sunup bunları, gönüllüce yaygınlaştıracak “köleler”e ulaştırmak yetiyor. Artık önemli olan gerçeğin ne olduğu değil, olup bitenin nasıl algılandığıdır. Kısacası, “Bir şeyin doğru olduğuna inanılıyorsa o şey doğrudur.”
Aslında ortaya konan “bir mantık zinciri: Rejim(ler) cahil olmamızı istiyor çünkü ne kadar cahil olursak o denli az eleştiririz. Ne denli az eleştirel olursak o denli kolay yönlendiriliriz. Dolayısıyla rejim(ler)in gücünü koruması o denli masrafsız olur.”
Çizim: MURTEZA ALBAYRAK
BÜYÜK GÖZALTI...
Bir kitapta kendi yaşantımızdan ayrıntılar bulmak çoğu kez haz verir, mutlu eder bizi. Bu kez hiç öyle değil! Mira Her Şeyi Bilir’in aynasına bambaşka anlar düşüyor: “Büyük gözaltı”na farkında bile olmadan verdiğiniz onaydan, size kolaylık sağladığını sandığınız “yapay zekâ”nın marifetlerine gönüllüce desteğinizden ürperiyorsunuz.
Çetin Altan’ın, ilk romanı Büyük Gözaltı’nı okuduğumuzda abarttığını düşünmüştük. Yıl 1973’tü, içten içe ürpersem de ben öyle düşünmüştüm. Çok değil kırk yılda gelinen noktada insan; Mira Her Şeyi Bilir’in de altını kalınca çizdiği gibi, “büyük gözaltı”ların gönüllülerine dönüşürken özel yaşamını da neredeyse tümüyle yapay zekânın denetimine açmış (ya da kısa sürede açacak) gibi görünüyor.
Çevrimiçi tercihlerimiz, paylaşımlarımız, alışverişlerimiz, beğendiklerimiz / nefret ettiklerimiz, dinlediklerimiz.. Hakkımızda her şeyi bilen yapay zekâ (Mira), bizim için kusursuz bir profil oluşturmanın ötesinde kimlerle arkadaş, kiminle sevgili olacağımıza da karar veriyor.
IŞIĞI ARAMAYA ÇAĞRI
Kitabımız bir eşleştirme öyküsüyle açılıyor. Her ne kadar onu “kişiliği, iradesi, duyguları olan biriymiş gibi gören, ona bir insanmış gibi davrananlardan nefret” etse de kahramanımız Vera’yı, Ale’yle buluşturan da Mira’dan başkası değildir.
Okullarda bilgisayar tarihi derslerinin olduğu bir çağdır anlatılan. Binyıllardır varlığını sürdüren edebiyat, “öngörülemez bir hızla ve fark edilmeden terk edilmiş”tir. Öyle ki “edebiyat” sözcüğünün bir karşılığı yoktur halk arasında.
Dahası ağaçları kurtarma algısıyla kâğıda ihtiyacın ortadan kaldırılması oyunu başarıyla sahnelenmiştir. İnatla okumayı sürdürenler için de sanal ortamda ve elbette “zararlı” bölümleri çıkarılmış/ sansürlenmiş kitaplar kalmıştır.
Romanın sonunda varılan yeri okura bırakıp yapıtın dirence ve umuda yönelik penceresini de birazcık açalım:
Bu arsız, sıkı örgütlü ve “özgürlük” diye sunulan “gönüllü” köleliğe ikna olmayan kahramanlarımız Ale, Vera ve onları itiraz sahnesinde yalnız bırakmayan Pam’le Tom, işe, sansürlenen kitapların özgün kopyalarını ortaya çıkarmakla başlıyorlar. Bir depoda rastlantıyla bulunan kâğıtlar ve ne zamandır unutulmuş kartpostallar bir anda direnişin önemli araçlarına dönüşüyor.
Luigi Ballerini, bu sarsıcı distopik öyküsünde gelecekte bir dönemden açsa da sözü, altını çizdiği aslında “günümüz”dür. Ardı arkası kesilmeyen, tarih boyunca sürüp gelen yenilgiler zinciri içinde Ballerini’nin sevginin gücünü, karşı çıkmanın erdemini, merakın yaratıcılığını sakladığı alanları bulup çıkarmak da biz okurlara düşüyor.
Mira Her Şeyi Bilir / Luigi Ballerini / Çeviren: Tülin Sadıkoğlu / ON8 / 13+ / 244 s. / 2022.