Özdemir İnce: ‘Tozdan, topraktan ve rüzgârdan kendimi bir heykel yaptım!’
Beş ciltten oluşacak ve Sia Kitap tarafından yayımlanacak Bütün Şiirleri’nin ilk iki cildi okuyucularla buluşan usta şair, yazar, eleştirmen ve çevirmen Özdemir İnce ile şiirinin çekirdeğine indik, geçmişten bugüne Türk ve Dünya şiirine ve edebiyatına ilişkin temel değerlendirmelerini aldık, şiirlerinde ve çevirilerinde soğurduklarını, onu harekete geçirenleri sorduk, yazınsal söylemi açımladık, eleştiriyi eleştirdik. Hepsi bu kadar mı? Elbette değil!
Gamze Akdemir / Cumhuriyet Kitap Eki
Fotoğraf: ÜLKER İNCE
Beş ciltten oluşacak ve Sia Kitap tarafından yayımlanacak Bütün Şiirleri’nin ilk iki cildi okuyucularla buluşan usta şair, yazar, eleştirmen ve çevirmen Özdemir İnce’nin yazdığı, dikkat çektiği gibi tüm yaşamı Türkiye’nin kapkaç düzenine, Türk edebiyatının köhne yapısına başkaldırı ile geçti. Şair, ve yazar, gazete yazarı olarak... Yazdığı şiir ve yazılar, bunlardan oluşan kitaplar, bu düzene, bu yapıya karşı reddiye niteliğindedir.
Der ki; “Elli-altmış yıl içinde bir Allah’ın kulu çıkıp yazdıklarıma dişe dokunur bir eleştiri getirmedi. (...) Türk edebiyatında görmemek, duymamak ve susmak en etkili suikast tarzıdır.” (...)
“Birkaç yıl önce şiir yazmayı bıraktım!. Tam tarih olarak Gençler için 50 Turfanda Miir’i bitirdiğim 1 Eylül 2018 günü ve okurlarla da son dize ile vedalaştım: ‘Artık siz de kendi hikmetinizi söyleyin insanlık vatandaşı olarak. Benden bu kadar.’” (...)
Der ki; “Şiir ve edebiyat alanında kendimce her şeyi yaptım. Artık sadece gazetede düşünsel ve siyasal yazılar yazan bir yazarım.” (...)
“Benim esin kaynağım yoktur, ilgilendiğim alanlar, anlar ve zamanlar vardır. Başından itibaren şiirlerim başkalarının şiirlerine benzemiyordu. Şairler genellikle soru sorarlar, şiiri bilmeceye dönüştürürler. Ben sorulmamış sorulara cevap ararım, bilmeceyi çözmeye çalışırım.” (...)
Der ki; “Beş numara gaz lambasında Rus, Fransız, İngiliz klasiklerini ve Freud (Totem ve Tabu), Bergson (Gülme), Sartre, Camus ve Hemingway,’in bütün kitapları, Hamsun, Charles Morgan okudum. Sait Faik, Sabahattin Ali, Orhan Kemal ve daha nicelerini okudum. 12 yaşımdan 19 yaşıma kadar çıraklık yaptım, iplik fabrikasında işçilik yaptım. Kendi kendime komünist oldum. Tozdan, topraktan ve rüzgârdan kendimi bir heykel yaptım.”
Özdemir İnce ile şiirinin çekirdeğine indik, geçmişten bugüne Türk ve Dünya şiirine ve edebiyatına ilişkin temel değerlendirmelerini aldık, şiirlerinde ve çevirilerinde soğurduklarını, onu harekete geçirenleri sorduk, yazınsal söylemi açımladık, eleştiriyi eleştirdik.
Kendi ifadesiyle ‘her derde deva ebegümeci olsun diye(!)’ Hepsi bu kadar mı? Elbette değil!
Fotoğraf: LÜTFİ ÖZGÜNAYDIN
‘ŞİİRİ BIRAKTIM!. ŞİİRİ ÇIRILÇIPLAK BIRAKTIM!’
-Toplu Şiirlerinizin dört farklı yayım süreci söz konusu. Önceki yayımlanma aşamalarını anlatmanızı rica ederek başlayalım söyleşimize.
Başlayalım: Birinci toplu şiir denemesi tükenmiş kitapların yeniden basımıydı. Adı gerekmeyen yayınevi, beni üzdü, yayını durdurdum. Can Yayınları ile Adam Yayınları’ndaki kitaplar yayınlandıkları tarihe göre son şiir kitabımı da kapsar. Kırmızı Yayınları da öyle.
Sia Kitap’ın “Bütün Şiirleri” 5 ya da 6 cilt olacak ve gerçekten bütün şiirlerimi kapsayacak. Çünkü birkaç yıl önce şiir yazmayı bıraktım!. Tam tarih olarak Gençler için 50 Turfanda Miir’i bitirdiğim 1 Eylül 2018 günü ve okurlarla da son dize ile vedalaştım: “Artık siz de kendi hikmetinizi söyleyin insanlık vatandaşı olarak. Benden bu kadar.”
Türk edebiyatında bir şair, belki ilk kez “şiiri bıraktım,” diyor. Belki şiir onu bıraktı. İncelenmesi, değerlendirilmesi gerekir. Şair belki bir sahtekâr. Ama değil: Şiirde varmayı düşündüğü yere vardığını hissetti ve bütün zamanını gazete yazarlığına vermek için şiiri bıraktı. Oysa bunun tersi yapılır!
- Sahi mi, nasıl oluyor bu iş? Yaşıyorsunuz, sağlığınız yerinde görünüyor..
Nasıl olmasın? Birçok şair benim yaptığımı yapardı, ama onlar için Azrail erken davranmış. Benim şiirimde tekrarlar ve geri dönüşler yoktur. Üzerinde zikzaklar, inişler ve yokuşlar vardır ama tek bir çizgidir, cetvelle çizilmiş gibi.
Gide gide yolun sonuna geldim, soya soya şiiri anadan doğma, çırılçıplak bıraktım. Ve şiiri(mi) bitirdim. Kendi çıkınımda ne varsa yedim. Yolda mı kaldım yoksa yolun sonuna mı geldim? Yolun sonuna geldim. Bir adım sonrası uçurum! Ama kanatlarım yok, uçamam.
‘EDEBİYAT ALANINDA KENDİMCE HER ŞEYİ YAPTIM. ARTIK SADECE GAZETE YAZARIYIM’
- Çok ilginç! Kullanım süresi belli bir robot musunuz ki böyle söylüyorsunuz..
Haklısınız. Doğru soru. Görev tamamlandı diye fişini çeken bir robot gibi konuştum. Ama şiiri bırakmadan, çok daha önce çeviri yapmayı bıraktım. Çünkü 35-45 yaşlarım arasında bir çeviri programı yapmıştım: “Çağdaş Şiir Dersi” bağlamında Aloysius Bertrand, Lautréamont ve Arthur Rimbaud’yu çevirmem gerekiyordu. Gerekeni yaptım ve şairlerimizin hizmetine sundum.
Gene edebiyat dünyasını yararını düşünerek, kuramsal bağlamda dört kitap (Şiir ve Gerçeklik, Tabula Rasa, Yazınsal Söylem Üzerine, Şiirde Devrim) tasarladım, kitapları yazdım ve kuram işlerindeki ödevimi de tamamladım. Edebiyat alanında kendimce her şeyi yaptım. Artık sadece gazetede düşünsel ve siyasal yazılar yazan bir yazarım.
Fotoğraf: LÜTFİ ÖZGÜNAYDIN
MEMET FUAT: ‘ÖZDEMİR İNCE, ŞİİRİNDE BİR UÇTAN ÖBÜR UCA SAVRULMADI!’
Memet Fuat, Çağdaş Türk Şiiri Antolojisi’nin (Adam Yayınları) giriş bölümünde benimle ilgili olarak şunları yazar:
“Özdemir İnce ilk kitaplarını 1960’larda İkinci Yeni akımının coşkulu günleri geçtikten sonra yayımlamıştı. Batı şiiriyle ilişkileri, siyasal etkinliklerin hızlandığı bu dönemde aşırılıklara düşmesini önledi. Şiirde toplumsal sorunlara yönelmenin belli bir anlayışa bağlanamayacağını biliyordu. Onun için de, düşünce dünyasındaki gelişmeler, şiirinde bir uçtan öbür uca savrulmasına neden olmadı.” (Cilt 1., s. 49)
Memet Fuat antolojinin ikinci cildinde şair Özdemir İnce’yi tanımlarken de aynı bakışı sürdürür:
“Şiire İkinci Yeni anlayışının en etkili olduğu günlerde başlamıştı. Ama bu anlayışa kaynaklık eden Fransız şiirinin gelişmelerini biliyor, Fransız şairlerini çevirilerinden değil, asıllarından okuyordu. Onun için de, 1960’ların sonlarına doğru Türkiye’de toplumsalcı şiir ağırlık kazanınca, bu yola girebilmek için şiirini bütünüyle değiştirmek gereğini duymadı.” (Cilt II, s. 845)
‘ESİN KAYNAĞIM YOKTUR! SORULMAMIŞ SORULARA CEVAP ARARIM, BİLMECEYİ ÇÖZMEYE ÇALIŞIRIM!’
- Beş ciltten oluşacak, Sia Kitap tarafından yayımlanacak okuyucularla buluşan ve ilk cildini yakın dostlarınız Yılmaz Pütün (Güney) ve Nihat Ziyalan’a adadığınız Bütün Şiirleri’nize ilişkin en başa, çekirdeğe dönerek sormaya başlarsam esin kaynaklarınızı, şiirlerinizin başat duygularını ve şairin zamanından soğurduklarını anlatırsanız neler söylersiniz?
Bu sorunun yanıtını eleştirmenler, poetika uzmanları vermeli. Bu onları işi. Benim için 2022 yılında fırından yeni çıkmış ekmekler gibi tazeler. Benim esin kaynağım yoktur, ilgilendiğim alanlar, anlar ve zamanlar vardır.
Başından itibaren şiirlerim başkalarının şiirlerine benzemiyordu. Şairler genellikle soru sorarlar, şiiri bilmeceye dönüştürürler. Ben sorulmamış sorulara cevap ararım, bilmeceyi çözmeye çalışırım.
Ben 14-15 yaşımda mirasın haksızlık, zenginliğin hırsızlık olduğunu düşünen bir çocuk-gençtim. 18 yaşıma kadar 25-30 metre karelik odalarda annem, babam ve benden küçük dört kardeşimle birlikte yaşadım. En büyük korkum babamın ölmesiydi. Ölseydi onlara, anneme ve dört kardeşime bakmak zorunda kalacaktım. Ama bereket versin ölmedi ve ben kurtuldum.
‘ÇIRAKLIK, İŞÇİLİK YAPTIM. KENDİ KENDİME KOMÜNİST OLDUM. TOZDAN, TOPRAKTAN VE RÜZGÂRDAN KENDİMİ BİR HEYKEL YAPTIM!’
Beş numara gaz lambasında Rus, Fransız, İngiliz klasiklerini ve Freud (Totem ve Tabu), Bergson (Gülme), Sartre, Camus ve Hemingway’in bütün kitapları, Hamsun, Charles Morgan okudum. Sait Faik, Sabahattin Ali, Orhan Kemal ve daha nicelerini okudum. 12 yaşımdan 19 yaşıma kadar çıraklık yaptım, iplik fabrikasında işçilik yaptım. Kendi kendime komünist oldum. Tozdan, topraktan ve rüzgârdan kendimi bir heykel yaptım.
‘NİHAT ZİYALAN VE YILMAZ PÜTÜN (GÜNEY) DIŞINDA HERKES BENİ BURJUVA ÇOCUĞU SANIR!
Evimizde masa ve sandalye yoktu. Ders çalışırkenki halimi hatırlamıyorum. Radyo da yoktu ama 12 yaşımdan, 1948 Londra Olimpiyatları’ndan itibaren gazete (Hürriyet) okumaya başladım. Film müziklerinden etkilenerek Klasik Batı müziğine tutuldum. Şarkı ve türkü hiç ilgimi çekmedi.
İşçilik yaparak biriktirdiğim parayla kendime takım elbiseler diktirdim, ayakkabı ısmarladım. Nihat Ziyalan ve Yılmaz Pütün (Güney) dışında 19 yaş öncesindeki hayatımı kimse bilmez, bilinmediği için de, herkes beni burjuva çocuğu sanır. Boşluğa kendi heykelimi yaptım. Bu yazdıklarım şiirimin kaynaklarıdır.
‘BİR ANA HEYKELİ’, ‘AĞUSTOS 1936-ANNEMİN KARNINDA SON BİR AY’
- Mersin’in Demirışık köyü muhtarı ve imamı “Kör İbram”ın kızı Nasibe Asrî Mezarlık’ta yatan anneniz “Küçük Gelin”e ithaf ettiğiniz “Bir Ana Heykeli” kitabınız..
Defalarca gittiğiniz ve birçok şiir yazdığınız Bulgaristan’da 1982’de, Narodna Kultura Yayınevi (Sofya) tarafından Suyun Üzerine Yazılıdır adıyla yayımlanan (HA??CAHO B?PX? BO?ATA / NapisanoVırhu Vodata) Bir Ana Heykeli kitabınız için sinesinde özgürlük duygusunun en çağladığı yapıtınızdır diyebilir miyiz?
Özgürlük ve kaygıların düşününüze damga vurduğu bir dönemin eseri olduğunu, dizelerin sorgulamalardan içselleşen isyana, ana sevgisinden, memleket sevdasına, hasretten dava erincine, özyaşamdan evrensele gonca verdiği yapıtlarınızdan biri olduğunu söyleyebilir miyiz?
Bende marazi ana sevgisi yoktur. Baba sevgisi de. Kardeşlerime olan sevgim de soğukkanlıdır. Ama hiçbirinden nefret etmedim. Hayallerimi gerçekleştirmek tutkumun karşısında benim hapishanem idiler. Ama onlara karşı her zaman sorumluluk duydum. Babam ve annem ölünce özgürleştim.
Bir Ana Heykeli çok özel bir kitaptır. O şiirleri yazarken Nâzım Hikmet sanki bana bakıyordu. Nâzım’ı yaşamak için sık sık Varna’daki Bor (Çam) oteline giderdim. O kitap şiirimde bilinçli bir sapmadır. Kendimi gerçek bir komünist olarak hissediyordum.
Bu kitapta annem yoktur: Annemle ilgili kitap Fransızcaya da çevirilen Ağustos 1936-Annemin Karnında Son Bir Ay’dır (Kırmızı Yayınları, 2008). Bir Ana Heykeli şiiri Bulgar şair Dimço Debelyanov’un, Koprivitsista’da evinin önünde “oğlunu bekleyen ana” heykeli için yazıldı.
Her ana oğlunu kapı önünde bekler. Kitabımı elbette anneme ithaf edecektim. Ağustos 1936-Annemin Karnında Son Bir Ay Türk şiirinde benzeri olmayan müthiş bir kitaptır. Dünya şiirinde de…
Fotoğraf: LÜTFİ ÖZGÜNAYDIN
‘DENEME, ELEŞTİREL DENEME VE POETİKA YAZILARIMA 80’LERDE BAŞLADIM’
- Mevsimsiz Yazılar’ınızı (Eksik Parça Yayınları) bugünden bakarak okurken neler hissediyor, neler düşünüyorsunuz Mevsimsiz Yazılar’ın ortaya koyduğu poetikayı, poetikanızı Yeni Defterler ve Eski Defterler adlı her iki bölümüne özel açarsanız neler söylersiniz?
Deneme, eleştirel deneme ve poetika yazıları yazmaya 1980’lerde başladım. O zamana kadar okumam gereken kuramsal kitapların çoğunu okumuştum. Beni Attilâ İlhan yüreklendirdi, Memet Fuat gönderdiğim bütün yazıları yönettiği dergilerde yayınlandı. Ara verdiğim zaman benden yazı istedi.
Mersin’de lise öğrencisiyken Varlık, Kaynak, Yeni Ufuklar, Yücel ve Şairler Yaprağı adlı dergileri okuyordum. Değerlendirme ve eleştirideki ahbap ilişkilerini, yazılanların yüzeyselliğini daha o zaman anlamıştım. Düşünce yazıları yazan sadece Attilâ İlhan idi. Biraz da Cemal Süreya...
‘1956 YILINDA ANKARA’YA GELİNCE EDEBİYAT ORTAMINA GİRDİM. PEK GÖZÜM TUTMADI!’
1956’da Ankara’ya gelince edebiyat ortamına girdim. Pek gözüm tutmadı. Şiirim bir yıl kadar bocaladı. 1960’da Gazi Eğitim Enstitüsü’nün Fransızca Bölümü’nü bitirdim. 1965’te, Fransız Hükümeti’nin burs sınavını kazanarak Paris’e gittim. Bilgiye ulaşma olanağım arttı ve önüm açıldı. 1982’de kısa süreli bir burs verdiler.
‘BURS SINAVINI KAZANARAK GİTTİĞİM PARİS’TE SIKI BİR ÖĞRENİM GÖRDÜM’
Gene 1985-86 yıllarında Lautréamont’un Maldoror’un Şarkıları’nı çevirmem için burs verdiler. Bu sayede sıkı bir öğrenim gördüm. Ve sahip olduğum donanımla Türk edebiyatına, Türk şiirine müdahale etmeye hazır olduğumu hissettim. Ve dokunulmaz olanlara dokunmaya başladım. Yazıların büyük bir bölümü Mevsimsiz Yazılar’da (Eksik Parça, 2.baskı 2020) yayımlandı.
Bir ders kitabıdır. “Mevsimsiz”in iki anlamı vardır. Söyleşilerimin yer aldığı Ne Altın Ne Gümüş’ün üçüncü basımı Eksik Parça Yayınevi tarafından yayınlanacak. Bu kitap da Mevsimsiz Yazılar gibidir.
‘TÜRK ŞİİR ELEŞTİRİSİNİN KENDİNDEN HOŞNUT BİR CAHİL OLDUĞUNU SÖYLEYEBİLİRİM!’
- Mevsimsiz Yazılar’a yazdığınız yeni önsözde “Türk şiiri kendinden hoşnut bir cahil” diye yazıyorsunuz. Neden?
Tam olarak öyle değil. Önsözdeki cümle şöyle: “Mevsimsiz Yazılar’ı tekrar okurken, ‘Türk şiir eleştirisinin kendinden hoşnut bir cahil olduğunu söyleyebilirim’ diye bir cümleme rastlıyorum.”
Ardından aynı sayfada şu cümleler izliyor: “Daha sonraki yıllarda çevirmen olarak, şiir kuramlarıyla ilgilenen bir yazar olarak bir cehaletsavar rolü üstlendiysem, bunun nedeni gençlik yıllarımda tanık olup başkaldırdığım kabile töresidir; ‘Tekkeyi bekleyen çorbayı içer ve ‘Sıranı bekle!’ anlayışıdır...
//... Türk şiirinin egemen tabularını hiçbir zaman, hayatımın hiçbir döneminde kabul etmedim; gücümün yettiği andan başlayarak tabu oluşturmadım, tabuların oluşmasına katkıda bulunmadım. Ama tabulara karşı çıktım, onları yıkmaya çalıştım.
Şunu kesinlikle söyleyebilirim: yazınsal yaratının hiçbir uzlaşma kaldıramayacağını Mersin’de on yedi-on sekiz yaşımda kendi kendime öğrendim. Kimseden, yani Türkiye'de kimseden öğrenmedim.”
‘CAHİL OLAN ŞAİR DEĞİL, ŞİİR ELEŞTİRİSİ, ELEŞTİRMEN, ELEŞTİRİCİ!’
Dikkat ederseniz cahil olan şair değil, şiir eleştirisi, eleştirmen, eleştirici. Şairin cahilliğinin kimseye zararı yoktur. Neredeyse kendisine bile. Ama eleştirmen olmak için tahsil-terbiye gerekir. Üniversitede ilgili fakültede okuyup diploma almamışsan, otodidakt isen bin kadar kitap okuyacaksın; Fransızca, İngilizce, Almanca, Rusca ve İtalyanca dillerinden birini epeyce bileceksin, çünkü kaynaklar bu dillerde.
Bunun için de en uygun iş akademisyenliktir. Çünkü biraz önce saydığım dillerdeki eleştirmen, kuramcı üniversitelerde hocadır. Hocadır ama aynı zamanda yayın hayatının içindedirler. Bizimkilerin doktora tezlerinin, öteki tezlerinin ne olduğunu bilmeyiz. Kendileri pişirip kendi aralarında yerler. Pişirip yedikleri şairlerdir, yazarlardır.
Bütün bu tahsil ve terbiye, bu emek sadece “Prof. Dr” olmak içinse çok yazık. Dört kişilik jürinin onayıyla bir şey olmak bir şey değildir. Onayı edebiyat dünyasından alacaksın. Bizde akademisyenler kendi kümeslerinden çıkıp edebiyat dünyasına girmezler, tezlerini, poetika (varsa) kitaplarını edebiyat dünyasının yayınevlerine önermezler. Edebiyatçılarla arkadaşlık etmezler ki çok büyük hatadır. Kuşkusuz tamamı zır cahil değil.
Türk şiiri kendi sütünü içen ineğe benzer. Aloysius Bertrand, Comte de Lautréamont, Arthur Rimbaud, Kavafis, Seferis, Ritsos, René Char, Adonis, Alain Bosquet, Abdellatif Laabi ve Nicolas Guillen’in şiirlerini şiir dünyamız başka sütler içsin diye çevirdim. Şiirde Devrim’i (İmge Kitabevi) çağdaş şiiri öğrensinler diye yazdım. Pişmiş aşa su kattığım için bana çok kızdıklarını biliyorum.
Fotoğraf: LÜTFİ ÖZGÜNAYDIN
‘ŞAİRLER ORTAÇAĞ KARANLIĞINA TESLİM OLMAMALI. PISMAMALI!’
- “Şiir doğadan çalışan bir ressam olsaydı, şiir karelerle küçültülmüş bir evren, ‘küçük evren’ olabilirdi. Ama değil.” Çünkü..?
Çünkü bütün iyi şiirler öyledir. Karelerle resim büyütmek ya da küçültmek bir kopyalama tarzıdır. Küçük evren de evrenin kendisidir. Ama evren bizim için her an büyümektedir Çünkü bazı yıldızların milyarlarca yıl önce yola çıkan ışıkları gezegenimize yeni ulaşmaktadır.
‘AHMET HAMDİ TANPINAR VE KUŞAĞININ ŞAİRLERİ NE YAZIK Kİ ŞİİRDE MODERNİTEYİ BAUDELAIRE VE VALéRY’DE ARAMIŞ, BULMUŞ VE ORADA DURMUŞTUR!
-“Türk Şiiri Modernleşmedi mi?”... Ahmet Hamdi Tanpınar’ın 19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi’ne atfen, 19. yüzyıl edebiyatı Batılılaşma ve modernleşme çabalarının edebiyatı olduğunu imlediğiniz ve söz konusu dönemin ruhunu ve zihniyetini çok iyi kavramıştır dediğiniz Tanpınar’ın Batılılaşma öncesi döneme ilişkin başlıca saptamalarını burada da paylaşır mısınız?
Tanpınar’ın kitabı bütün eksikliklerine karşın iyi bir kitaptır. Ne yazık ki şiirde moderniteyi Baudelaire ve Paul Valéry’de aramış, orada bulmuş ve orada durmuştur. Kuşağının şairleri de öyledir.
Eğer o kuşak, 19. yüzyılın sonunda, 20. yüzyılın başında doğan Türk şairleri benim çevirdiğim üç Fransız şairi okuyup anlasalar ve Baudelaire esaretinden kurtulsalardı şiirimiz aynı yerde debelenmezdi. Hayran oldukları Baudelaire, Aleysius Bertrand’ı keşfetmiş ve onu öykünerek düzyazı şiir Paris Sıkıntısı’nı yazmıştır.
‘YAZINSAL SÖYLEM ÜZERİNE’Yİ HER DERDE DEVAM EBEGÜMECİ OLSUN (!) DİYE YAZDIM’
Modern şiir vezin ve kafiyenin terki ve vezinsizlikle başlar. Şiir Fransa’da Aloysius Bertrand, Comte de Lautréamont ve Arthur Rimbaud ile, ABD’de Walt Witman ile özgürleşir, vezin ve kafiyenin zincirlerini kırıp “şiirsel söylem”i bulur. Ben fakir bunun da kitabını yazdım.
Vezin ve kafiye bırakılınca şiirin müziği anonim olmaktan çıkmış her şiir için özelleşmiş ve “söylem”i keşfetmiştir. Bu devrimi anlatmak amacıyla Yazınsal Söylem Üzerine (İmge Kitabevi) adlı baş belasını yazdım. Her derde deva ebegümeci olsun diye(!)
- Sizi şiir yazmaya çekenleri / çağıranları açar mısınız?
Şairleri başka şairlerin şiiri yazmaya davet eder. Bazen de şair adayı yazılan şiiri, şiirleri beğenmez, kolları sıvar. Kimileri kız tavlamak için şiire bulaşır.
- Dünyanın gidişatında şiirin ve şairin ahvaline yorumunuz nedir?
Has şair için okur kaygısı yoktur. Türkiye dışında benden yaşlı, yaşdaşım çok şair tanıdım, her milletten. Has şairin müşterisi yoktur. Acelesi de yoktur. Geleceğin treni o binmeden kalkmaz. Aslında onun trenden bile haberi yoktur. Has şair “Kralın soytarısı” olmak dışında her şey olabilir.
- Tehdit edilen yaşam karşısında gerçek şair insan, vatandaş ve şair olarak ne yapabilir, ne yapmalı? (Şiirde Devrim / s.21-22)
Şu anda şöyle düşünüyorum: İlkin bu kapanı fark edecek kadar zeki ve duyarlı olmalı. Sonra asla teslim olmamalı. Pısmamalı. Gerekiyorsa şiiri bırakıp mekkarelik yapmalı. Ama asla Ortaçağ karanlığına teslim olmamalı. Karanlığı görecek ama karanlıkta da görmeli.
Her zaman olduğu gibi. Şairlerin artık sultan, vezir, paşa, prens, derebey gibi mesenleri (le mécénat, le mécène, koruyucu, sponsor) yok, aileden zenginlerin dışında tamamı emekçi. Akılları varsa yoksuldan, ezilenden yana olurlar.
‘YAZDIĞIM VE ÇEVİRDİĞİM KİTAPLAR HAKKINDA ÇAĞDAŞLARIMIN NE ANLADIĞINI, NE DÜŞÜNDÜĞÜNÜ MERAK EDİYORUM. SINAV GİRMİYORUM, SINAVA SOKUYORUM!’
- Her ne kadar “Şiirlerimin, kuramsal yazılarımın, denemelerimin, çevirilerimin ve gazete yazılarımın ölümümden sonra başlarına gelecekler hiç ilgilendirmiyor beni.” diye yazmış olsanız da, özelde değilse de yerelde ve evrenselde şair kaygılarınızda neler derinleşmektedir?
Ve ülkemizde o günden bugüne her alanda daha da derinleşen, kötücülleşen günümüz ortamında özellikle yazdıklarınızın eleştirilmesini hâlâ istiyor musunuz?
Ben gerçekçi bir insanım. Söylemem gerekeni söylemişim. Telif ve tercüme şu ana kadar 130-140 arasında kitabım var. Müthiş bir şey. Eleştiriden kasıt mareşal rütbesi verilmesi değil. Yazdığım ve çevirdiğim kitaplar hakkında çağdaşlarımın ne anladığını, ne düşündüğünü merak ediyorum. Sınava girmiyorum, sınava sokuyorum.
‘MEMLEKETİMDEN İNSAN MANZARALARI ŞİİRİN BİÇİMSEL OLARAK EN DEVRİMCİ ÖRNEĞİDİR.’
- Sizin Siyasetname ve Canyelekleri Tavandadır adlı yapıtlarınızda yaptığınız gibi yazınsal türler arasındaki sınırları yıkabilen başlıca şairler ve yapıtlarını örnekler misiniz?
Ve Şiirde Devrim adlı kitabınızda, Nâzım Hikmet’in Memleketimden İnsan Manzaraları’nda bunu başardığını ve Türk şiirinin bu olanağı ne yazık ki fark etmediğini imliyorsunuz. Neden, nasıl?
Memleketimden İnsan Manzaraları şiirin biçimsel olarak en devrimci örneğidir, neredeyse bütün malzeme ve olanaklar kullanılmıştır. Tıpkı Ezra Pound’un Kantolar’ı, Pablo Neruda’nın Cantos Generales’i gibi.
Ben de Siyasetname (Can Yayınları) ve Fransızcaya çevrilen Canyelekleri Tavandadır’da (Cem Yayınevi) aynı yöntemi denedim. Çıkış noktalarında böyle bir niyetim yoktu şiirler bitip kitaplaşınca fark ettim ve çok mutlu oldum.
Kimi şiirler şaire kendini yazdırır. Bu tarz şiirin bir olanağıdır. Bu olanak neden fark edilmedi, bilemem. Cevabı bende yok, başkalarında.
Fotoğraf: ÜLKER İNCE
‘TOPLUMCU SOL TÜRK ŞİİRİ AHMED ARİF, ENVER GÖKÇE, HASAN HÜSEYİN KORKMAZGİL’İN PEŞİNDEN GİDEREK İŞİN KOLAYINI YAPMIŞTIR!
Memleketimden İnsan Manzaraları biçim ve içerik olarak devrimci bir şiirdir. Toplumcu sol Türk şiiri Ahmet Arif, Enver Gökçe, Hasan Hüseyin Korkmazgil’in peşinden giderek işin kolayını yapmıştır. Ayrıca Memleketimden İnsan Manzaraları Ahmet Arif, Enver Gökçe, Hasan Hüseyin Korkmazgil ve öteki sol şairlerin de önünde durmaktaydı. Demek ki o müthiş şiiri anlayacak düzeyde değillermiş.
“BİR ÜLKEDE BİR TEK ‘BÜYÜK ŞAİR’ YOKTUR. BÜYÜK ŞAİRLER VARDIR!”
Sırası gelmişken bir uyarıda bulunayım: Bir ülkede sadece bir tek “Büyük Şair” yoktur. Büyük şairler vardır. Büyük şairlik bir ortaklıktır. Bir tek şairi olmak yoksulluktur. Benden söylemesi…
- Varlık’ın Kasım 96 sayısında şöyle yazıyorsunuz: “Bir Allah’ın kulu gelenekten ne anladığını anlatmak zahmetine girişmemiştir.” Neden? Ayrıca şiirde / şiirinizde gelenekten faydalanmak konusunda yaklaşımınızı açar mısınız?
Gelenek üzerine onlarca, sayfalarca yazı yazdım. Bir ara Hilmi Yavuz ile üst düzeyde tartıştık. Hilmi gelenekçidir: Divan şairlerinin, Yahya Kemal’in otladıkları otlaklarda otlamak ister. Benim için gelenek hapishanedir, zincirdir, bukağıdır. Kırmak, yıkmak ve kurtulmak gerekir.
‘GELENEKTEN YARARLANMAK MİRAS YEMEK GİBİ BİR ŞEYDİR!’
“Gelenekten yararlanmak” miras yemek gibi bir şeydir. İsteyen gelenekçi olur, isteyen olmaz. Ama Hilmi, gelenek karşıtlarını hor görürdü.
Biz Hilmi’yle tartışırken Türk şairleri, eleştirmenleri sadece seyir etti. Horoz ya da köpek döğüşü seyreder gibi. Tartışma umurlarında bile değildi. Belki Hilmi benim tam karşıtımdır ama çok önemli bir şair, çok önemli bir düşünürdür yani entelektüeldir.
- Genç kuşakların şair ve eleştirmenlerine önerileriniz?
Hiçbir şey! Başkalarını boğulana kadar okusunlar.
- Bütün Şiirler’inizin diğer ciltleri konusunda ön bilgi vermenizi rica ederek bitirelim söyleşimizi.
Yayınevi ciltleri iki ayda bir yayınlamayı düşünüyor. Dilerim hayal kırıklığına uğramam.