Öykü-romanda metin, anlatı, yapı... M. Sadık Aslankara’nın yazısı...
Yapıtta metin, duvarın taşlarıdır. Duvar örüldüğünde taş görülmez, tamamlandığında duvar da görünmez olur, ortada koskoca bir yapı vardır sığındığınız ya da içinde yittiğiniz. Sığınım, yitim, yapıttaki kavramsallıkla, bunun gücüyle çıkar ortaya, bunu anlamak için geriye dönüp baktığınızda görürsünüz duvarı, taşı. Öykü-roman, taşa benzer sözcüklerle kurulur işte.
M. Sadık Aslankara / Cumhuriyet Kitap EkiBir yapıtı, göz atarak üstünkörü okumuyorsanız, eyleminizi sözcüklerle veya tümce okumayla kesintisiz sürdürebilirsiniz bütüne ulaşabilmek amacıyla. Çünkü bunu kavramak zorundasınızdır önce, derken kurucu öğeler de tek tek seçilmeye başlar, böylece bütündeki parçaların konumu, işlevi yönünde yapıyı kendinize göre irdeler sonuca varırsınız.
Ne ki yapıtın alımlanışında bu yetmez, eleştirel aklın da okuma sürecinde sizinle at başı yol alması gerekir. Okurdan bu tür yaklaşım beklenemez, gerçekçi olmaz bu. Kestirmeden “doyum” bekler okur, “değer” aramaz.
FERDA İZBUDAK AKINCI: ‘KAPIDAKİ KADIN’
Ferda İzbudak Akıncı, kitaplı yazarlığının otuzuncu yılında bir romanla selamlıyor okuru: Kapıdaki Kadın (Delidolu, 2021).
Roman, anlatı boyunca adı tartışılan Soyut’un, yaşadığı trafik kazasıyla başlıyor. Üç-dört gün yoğun bakımda kalan adam, bir çevrinti içinde sanrı, sayıklama, düş, karabasan, çağrışım vb. eşliğinde yaşamıyla boğuşup 12 Eylül öncesinde üniversitede sınıf arkadaşı Melike’ye karşı takıntıya dönüşen aşkına odaklanır.
Ancak Melike devrimci öğrenci eylemlerinin önde gidenlerindendir, Soyut’a ilgisizdir. Bu arada yine okuldan bir kızla da belirsiz ilişki yaşar, sürdürür Soyut ama Melike’yi unutamaz. Farklı anlatı öğelerine dayalı akışla olay, Soyut’ta görece bir “deja vu” etkisi yaratır.
Aradan geçen yıllar sonra yerleştiği kasabasında çiçekçiliğe başlaması, bu arada GDO’lu tohumlara karşı aralarında birlik kuran, farklı bölgelerden ata tohumu buğday toplayıp bunları çoğaltmak üzere yer ararken Soyut’a komşu tarlayı seçen, bu yolla savaşıma girişen gençlerden Güzem’in, onunla karşılaşması, romana hızlı bir tartım kazandırmakta gecikmez. Güzem’i kasabaya çeken bir başka aşk sarmalı da romanın sürprizi olarak okurun önüne gelecektir bu arada.
Melike, olup bitenlerle hikâyede değişke dizisi halinde gizem temeline yerleşecek, adeta leitmotive dönüşecektir. Soyut’un yaşadığı takıntılı aşk, Güzem’in kasabaya gelişiyle nitekim daha da somutlaşır, yoğun bakımda kendi çevrintisinde sanrılar içinde savrulması alabildiğine yükselir. Çünkü Güzem, Melike’ye uzanmasında anahtar rolü üstlenmiştir. “Kapıdaki kadın” da odur: Melike Güzem. Öte yandan kasabaya dönüşünde evlenip sabahında terk ettiği bir karısı da vardır Soyut’un.
Güzem’in öne çıkarıldığı idealist gençlerse GDO’lu buğdaylara karşı savaşımlarında kararlı adımlarla ilerliyordur.
Ferda, GDO sorunsalını okura kurdurmak yerine anlatmayı yeğliyor yapıtta. Soyut’un çevrintisi içinde merak duygusunu tetikleyip okuru anlatının peşine takıyor. Bu yanıyla halk romancılığının tipik örneği Kapıdaki Kadın, hoşlanarak okuyorsunuz.
DÜNYA DAMLASI…
MELINDA NADJ ABONJI: ‘GÜVERCİNLER HAVALANIRKEN’
İsviçre’de yaşayan Sırp yazar Melinda Nadj Abonji, son yirmi yılda adını duyuran bir “göçmen” de. Özyaşamsal bağlarla verimlediği Güvercinler Havalanırken romanı (Çev. Zehra Aksu Yılmazer, Everest, 2022), dikkat çekici bir yükseklik sergiliyor.
Yugoslovya’dan İsviçre’ye göçen, süreç içinde kalıcılaşıp yeni bir yaşam kurmayı başaran Kocsis ailesinin iki kızından birinin özöyküsel aktarımıyla karışık dizilimle gelişiyor roman.
Ailenin İsviçre’de yaşadığı köyün gazetesi, 3 Ocak 1993’te onlardan şöyle söz ediyor örneğin: “… Kocsis ailesini, yedi yıl boyunca mükemmelen işlettiği köy çamaşırhanesinden tanıyoruz. Eski Yugoslavya kökenli aile topluma çok iyi uyum sağladı ve altı yıl önce İsviçre vatandaşlığına geçti.” (46)
Tito’dan önce, sonra Balkan coğrafyasında yaşananlara yer açan Melinda, bir yakınlarının düğünü için, nice sonra ailenin köye girişiyle perde açıyor, “düğünlük mizah duygusu”na (37) yaklaşımındaki toplumsal alaysamayla, tersinlemeyle bunu adeta anlatı şölenine dönüştürüyor.
Nitekim folklorik anlatımmış gibi görünmesine karşın yazınsal açıdan etnolojik temele oturtup metne alabildiğine değer yüklüyor yazar.
Ailedeki farklı zamanlarda geliş gidişlere yönelen yazar, Balkan acılarıyla toplumsal oluntulara neşter indirir, apayrı toplumsal yapılardaki yaşamlara eğilirken aile bireylerinde Sırbistan’la İsviçre’deki yaşam çevrelerinde kendilerini kuşatan olgular aracılığıyla roman evreninde iç dünyalara ustalıkla dalmayı, anadilleri Macarcaya dayalı karakter yapılarına yer açmayı başarıyor.
Melinda kendine özgü hüzünlü bir alaysamayla genelde uzun ama doygun sözcelerle yapılandırıyor romanı. Yazarın yerli yerindeki anlatısında, Zehra Aksu Yılmazer’in, metin sanki Türkçede kurulmuşçasına övgüyü hak eden çevirisi de apaçık görülebiliyor.
Bizden, örneğin Gülsüm Cengiz’in Bir Bulutun Ardında (Ginko, 2019) adlı yapıtındaki yeniyetme kızla Melinda’nın anlatıcı kızını birlikte harmanlayıp okumak farklı tatlar salabilir. Kaçırmayın derim bu duyarlı anlatı fırsatını.
ÖYKÜDENLİK…
FATMA BURÇAK: ‘TAHTABOŞA GELEN KUŞLAR’
Adını, ancak yayımladığı ilk öykü kitabıyla duyduğum Fatma Burçak, Tahtaboşa Gelen Kuşlar (Edebiyatist, 2021) başlıklı öyküler demetiyle ilgiyi hak ediyor doğrusu. Bunlarda birbiri yerine geçirdiği kişiler, olaylar aracılığıyla kuruyor metni yazar, bu yolla, farklı bir bilinmezlikle de harmanlıyor anlatısal örtüklüğü. Ancak bunu savsaklamamakla birlikte dramatik aksa dayalı nahif öyküler de kaleme almıyor değil. Örnekse “Ah Zeliş!”
Fatma, öykülemedeki bu başarılı girişte bir artalan yığmasıyla okura yol gösteriyormuş gibi dursa da aslında her okurun kendince yapılandırıp farklı anlam ağlarıyla örüntüleyerek bambaşka yerlere çıkabileceği öyküler getiriyor.
Özetle okura, salt yazarın kurduğu anlam bağlamı içinde kalmadan kendisinin kurabileceği bir kapı açıyor, bunu enikonu başarıyor da. İlk öykü kitabında bana göre en önemli özellik öyküde artalan anlamsallığı karşısındaki okur özgürlüğü.
Ayrıca anlatıya sindirip başarıyla uyguladığı görsel kaydırmalar üzerinde de durulabilir. Bu arada kadın yazarlarımızda görece “eksik” kalan erotizmin, özellikle hüznü de içerecek biçimde dikkat çekici bir düzeyde Fatma’nın kimi örneklerinde sergilediğini ekleyeyim.
Evet, Fatma Burçak’tan, üzerinde durulmayı hak eden başarılı bir ilk öykü kitabı. Bundan sonra da öykülerini ilgiyle izleyeceğim onun.
www.sadikaslankara.com, her perşembe öykü-roman, tiyatro, belgesel alanlarında güncellenerek sürüyor.