Öykü-romanda anlatıcının ayak izleri... M. Sadık Aslankara’nın yazısı...
Okur, öykü-romanda anlatıcının ayak izlerini fark etmeyebilir, ne ki yazar, anlatıcısını kör kör parmağım dercesine ille ortalıkta gezindirmek isterse başka. “Anlatıcı” dediğimiz özne, yazardır elbet, ancak hiçbir yazar anlatıcı değildir yine de. Çünkü yazarla anlatıcı arasında birebir özdeşiklik kurulamaz asla. İnsan kendini yazamaz ki tutup kendinden anlatıcı yapsın.
M. Sadık Aslankara / Cumhuriyet Kitap EkiYazarlar, kendi adlarını da anarak anlatıcı kişiler yerleştirebilir öyküye romana. Ölmüşü-yaşayanı pek çok yazarın her dildeki yapıtlarında bu örneklere rastlanabilir. İyi de yazar kendisini, anlatıcı da olsa gerçektenlik duygusuyla örtüştürerek yazabilir mi? İç dünyasını açmak kendisini yazmak anlamına mı gelir, bu, yazarı metne yerleştirmeye yeter mi? O zaman n’olur? Tanıdığımız anlatıcının, aslında “yazar rolü” oynayan biri olduğunu anlarız.
Kurmaca sanatı öykü-roman, yalanla kurulsa da gerçektenlik duygusunu alabildiğine yükseltilir. O halde yazar, başka yazarı anlatıcı yaptığında, yazarı bir başka yazar yarattığında daha başarılı sonuç çıkacaktır.
Erendiz Atasü de Bir Başka Düğün Gecesi’nde (Can, 2021) başarılı bir örnekle, kendisini üst anlatıcı yapmak yerine bunu, yer değiştirdiği “sunucu”yla gerçekleştiriyor.
ERENDİZ ATASÜ:
‘BİR BAŞKA DÜĞÜN GECESİ’
Birkaç satırla romanı dıştan tanımaya çalışalım önce: Ankara’nın yeni semtlerinde farklı toplumsal katmanlaşmalar içinde yaşayan bir ailenin, genç kızlığının başlarındaki kızı Menekşe, insan kaçakçılarına taşeronluk yaptığını öğrendiğimiz, kapı komşuları, üstelik genç kızla aynı işyerinde çalışan evli bir adam tarafından kaçırılır.
Anlatıcı-sunucu, daha başlarda sıklıkla, sonraları aralıklarla bu açık biçimli romandaki olay örgüsü çerçevesinde yazarın gerekli gördüğü bağlantıları okur önüne serer. Hızlı tartımla akar roman.
Erendiz, hoş bir göndermeyle romana ad koyarken, evet yapıta bir son bölüm olarak “bir düğün gecesi”ni koymuştur tabii ancak bu arada Menekşe’nin yeniyetmeliğine, çocukluğuna dek gidip artalanıyla bir Türkiye getirmeyi, eril erkin yanında sola dönük içerden eleştiriyi savsaklamaz yine de.
Bir Başka Düğün Gecesi, yazarların, yazınsal temelde dramatik aks omurgasına yerleştirdiği sıkılanmış bağlar yerine anlatıların göstermeci biçemle okur önünde açık biçimle kurulduğu bir yapıt. Böyle olunca gerçektenlik duygusunun önde tutulduğu yazınsal gerçeklik yerine epik biçemle kavramsallık algısının öne geçtiği diyalektik göstermeci gerçeklik karşımıza çıkıyor.
O zaman “anlatıcı” değil ama bir “sunucu” çıkıyor karşımıza. Üst anlatıcı benzeri bu “üst sunucu”, yazarın yerine konumlanıyor anlatıda, olayları, kişiler arasındaki ilişkileri, olup bitenlerin temelindeki nedenleri kişilerin yönelişindeki gerekçeleri, ileri geri sararak toplumsal, sınıfsal, ekonomik, kültürel yanlarıyla birlikte yerli yerine oturtuyor. Kuşkusuz okur da katılıyor sürece.
Bu tür romanlarda yazar, okurun özdeşleyim yaşamasının önünü kesiyor. Brecht oyunlarındaki “göstermeci”likte olduğu gibi kavramsallık öne çekilip okur algısının, bu akış düzeneğinde bir yargıya varması hedefleniyor sonuçta.
DÜNYA DAMLASI…
Claudio Magris:
‘Krems’te Bükülü Zaman’
Krems’te Bükülü Zaman (YKY, 2022), akademisyen yazar Claudio Magris’ten öyküler toplamı. Yazar, yapıta adını veren “Krems’te Bükülü Zaman” öyküsünde adeta bir deneme kaleme alıyorcasına okuru, zaman sorunsalının çengeline takıp peşinden sürüklüyor, aynı zamanda okurun da farklı alanlardan taşıyabileceği birtakım sorular üretmesi için ön açıyor. Ama öykülemenin de peşini bırakmıyor asla.
İşte size bir sorunsal ucu; çekin kendinize, bakalım siz ne tür sorular üreteceksiniz: “onlarca yıl önce, o zamanlar var olmamış bir olayı zamanda yaratma(k)” ne anlama geliyor, “zaman nedensel bir düzen” midir? (29)
Peki, “yalan olduğunu bilse(niz) de, o yalandan ötürü ona minnettar olduğu(nuzu) söyle(r)” misiniz? (28) Anlatıdaki olay, kişi, yer örgenleri toplaşmasını “zaman” ayracı açarak öyküde işleyebilmek az hüner değil. Ne diyor sonunda anlatıcı: “Sonsuz geçicilik ve her şeyin ölümsüzlüğü”, yani “bu karanlık dünya üzerinde aceleci ve mahzun bir misafir olarak kalmak istemiyorsan, öl ve ol, böylece gerçek seni bulursun.” (35)
Yazar, bütün öykülerde “dolayımlı anlatıcı”lar aracılığıyla kuruyor metinlerini. Böyle olduğunda öykü kişisi, bir yandan özöyküsel aktarımdaymış gibi kendisine bakabiliyor hem de dış-iç çeperleriyle öykünün bütün bütüne anlatıcılığına soyunuyor, yazar da kendisi olmaktan çıkıyor.
Soyutlayımların entelektüel örtüşmeyle birlikte harmanlanıp sunuluşu, yazarın metnine ayrı bir derinlik katıyor. Bir açıdan “hikâyeli deneme” gibi de okuyabiliyorsunuz yapıtı.
Ayrıca bunu yaşantısal olan her alana yayıyor yazar, ötesinde şaşırtıcı bir aykırılık açısı ekleyip araladığı o minik pencereden bütün anlatıyı karışlıyor. Anda değişim, olgusal anlamda zamanın kesintisizliği, değişse de şeylerin yine kendi şeysellikleriyle buluşumu.
Okur olarak bu bükülü zamanın oynak düzleminde sorularla yolculuk yaparken bir metinden yazınsal tat nasıl derilir sorusunun yanıtını alıyorsunuz.
ÖYKÜDENLİK…
Nilgün Çelik:
‘Hotman’ın Öyküleri’
Nilgün Çelik, ilk öyküler demetinin ardından ikinci kitabı Hotman’ın Öyküleri’yle (Alakarga, 2021), önceki öykü toplamının çok dışında bir öykü ana gövdesi sunuyor okura. Böylelikle iki yapıtı arasına belirgin duvar örüyor.
İlk verimleri geleneksel öykünün sularında gezinirken dikkati çeken örneklerle görünür kılabilmişti yine de yazar kendisini, ne ki Hotman’ın Öyküleri ilginçtir, getirdiği ana gövdeyle üzerinde durulmasını gerektiriyor işin başında.
Bir orman köyü ya da çepeçevre ormanla kuşatılmış kasaba diyebiliriz, tüm öyküler, böyle bir anlatı evreni üzerinde kuruluyor, üstelik “orman” ana karakter konumu taşıyor bunlarda. Ancak yazar, bir hikâye aktarıcısı konumuyla kendisine onay verirken hiçbir öykü kişisini yalnız ve ortada bırakmıyor.
Kim, hangisi neyse, nasılsa, kendisi olarak özöyküsel aktarıma dayalı düşünümü, duyumu temelinde öykülerin içinde gezinebiliyor. Okur bir yandan bütün öykü kişilerini ilk ağızdan yani doğrudan kendilerinden dinleyip öyküyle arasında birebir ilişkileniş başlatırken, oluşan boşlukları yazarın aktarısı tamamlıyor.
Hotman kim peki, öykülerin karşı-kahramanı öykü kişisi; bu bağlamda yerleştirilip yerli yerine oturtuluyor. Nilgün’se, öyküleri büyüleyip parlatmak, bunlara gizem yüklemek için araya giriyor bunlarda.
İşte size üç güzel kitap, buyurun okumaya.
www.sadikaslankara.com, her perşembe öykü-roman, tiyatro, belgesel alanlarında güncellenerek sürüyor.