Niye ille de deneme! Erendiz Atasü’nün yazısı...
Hülya Soyşekerci’nin Günışığı Demeti (Pagos Yayınları) adlı kitabındaki Walter Benjamin’den, Ursula Le Guinn’e, Sait Faik’den Tomris Uyar’a birçok yazara atıfta bulunduğu denemeleri, neoliberalizmin hizmetine girmiş teknolojik hız çağında tüm ilişkiler ve hayatlar yüzeyselleşip parçalanırken edebiyatı nasıl meydan okumaların beklediği ve edebiyatın nasıl bir yol izleyeceği üstüne. Peki niçin deneme? Yazarımızın ifadesiyle söyleyeyim: Çünkü deneme kadar özgür düşünebilmeyi esinleyen bir başka edebi tür yoktur!. “Deneme özgür düşüncenin ülkesidir.”
Erendiz AtasüENTELEKTÜEL DÜRÜSTLÜK
Sevgili Okur, İzmir taşra sayılabilir mi? Türkiye’nin bu belki en medeni kenti, ne sosyal, ne iktisadi, ne kültürel bakımdan taşradır. Gelin görün ki Türkiye’nin edebiyat coğrafyasının güç ilişkilerinde, İzmir’in payına taşralık düşer. Oysa İzmir’de ipek böceği sabrıyla edebiyat dünyalarını ören birçok yazar var. Bunlardan biri hem kurmaca hem deneme yazarı Hülya Soyşekerci.
Onun Günışığı Demeti (Pagos Yayınları) adını taşıyan deneme kitabında ilk dikkatimi çeken yazarın düşünce emeğiyle yorumlanmış, asla bilgiçlik kokmayan geniş bilgisi ve entelektüel dürüstlüğü oldu.
Hülya Soyşekerci, çoğu edebiyat üstüne yazılar olan denemelerinde elbette bilgilerinin ışığında yorumlar sunuyor, Walter Benjamin’den, Ursula Le Guinn’e, Sait Faik’ten Tomris Uyar’a birçok yazara atıfta bulunuyor.
Ancak Vedat Günyol üzerine kaleme aldığı denemede (s. 10-16) görüleceği üzere, yorumlama yetisini asla deneme konusu yazarın görüşlerini çarpıtmak için kullanmıyor, laf cambazlığına gönül indirmiyor. Onun için kalemindeki dürüstlüğü vurgulama gereksinimi duyuyorum.
ASIL DERDİ EDEBİYAT!
Yazarımızın asıl derdi edebiyattır, ama bu durum onu son derece edebi yazılmış bir siyasi hiciv başyapıtı (“başyapıt” sözcüğünü ısrarla kullanıyorum) olan “Benim Ucubelerim”i (s 147-150) kaleme almaktan alıkoymaz.
Kitaptaki birçok deneme, dünyayı yayından çıkartan neoliberalizmin hizmetine girmiş teknolojik hız çağında, bütün ilişkiler ve hayatlar yüzeyselleşip parçalanırken, yaratılması da alımlanması da yoğun dikkat talep eden edebiyatı nasıl meydan okumaların beklediği ve edebiyatın nasıl bir yol izleyeceği üstüne.
Yazarımızın görüşüne göre toplumsal inşa dönemlerinde -ister kapitalist toplum, ister sosyalist devrim, ister ulusal bağımsızlık olsun kurulan yapı- süreci olumlayan ve ona katılan bireyin kişisel hayatı ya gerçekten anlamlı bir çizgi izler, ya da birey öyle hisseder. Böyle dönemlerin edebi anlatılarında mantıklı bir hikâye bulunur.
KISA ÖYKÜ NASIL BİÇİMLENİR?
Peki, çözülme, parçalanma dönemlerinde ne olur? Örneğin yazarımızın katıldığım öykü tanımına göre “insan etkileşiminin başladığı noktada” doğan kısa öykü nasıl biçimlenir? Birey şaşkın ve iç dünyasında uyumsuzken…
Öykü, anlamlı bir bütünlüğü yansıtmaktansa, anlık kırılmaları, bireyi ansızın yakalayan yabancılaşmaları dile getirmeye başlar. “Öykü Yaşamın İçinde” (s.157-164), “Öykünün Şimdisi ve Geleceği” (s.165-169) başlıkla denemeler enine boyuna bu sorunsalı incelemektedir.
Bugün, dünyada her şeyin ama her şeyin bir çözülme, yıkılma sürecine girdiği, büyük paranın hizmetindeki teknolojik hızın hepimizi şaşkına döndürdüğü artık görünen bir gerçek:
“…Hız ideolojisi küreselleşme kültürünün bir parçasıdır... diğer parça da pop ideolojisidir. Bu ideolojiler dünyayı ikiye bölmüştür, seyredenler ve seyredilenler, büyük çoğunluk ve küçük azınlık. Bir sanatçı büyük panoramayı görmek, yaşanan kaosu tanımlamak durumundadır. Gerçek sanatçıya ve yazara düşen yaşamı yavaşlatmaktır.” (s.154)
Yani fındık fıstık yer gibi hızla tüketilebilen ve sonra unutuluveren metinler yazmak değil, diye vurgulamak istiyorum.
SANATTA VE EDEBİYATTA KARŞI HIZ!
Hülya’nın beni en çok heyecanlandıran yorumlamalarından biri, hayatın hızına karşı sanata ve edebiyata “düşünme algısını, hız algısının önüne geçiren bir karşı hız” yaratma yükümlülüğü (s. 152) atfetmesi!
Günümüzün gerek anlam, gerek zamandizinsellik açılarından gerekse metnin görselliği bakımından parçalanmış edebi metinlerini hep hayatın parçalanmışlığının yansımaları olarak düşünmüştüm; ancak bu tarz metinlerin okuru durup düşünmeye, kısa bir süre için bile olsa dış dünyanın hız akımının dışına çıkıp yoğunlaşmanın yavaşlığını iç dünyasında deneyimlemeye, olgunlaşmaya bir çağrı olarak değerlendirilmesi, gerçekten heyecan verici bir düşünce!
SOYŞEKERCİ: ‘DENEME KADAR ÖZGÜR DÜŞÜNEBİLMEYİ ESİNLEYEN BİR BAŞKA EDEBİ TÜR YOKTUR!’
Edebiyat eğer bir sanat dalı olarak yaşayacaksa, yavaşlamaktan, dikkat ve yoğunlaşmadan, durup hissetmekten yana metinler kaleme alan yazarlar ve böyle metinler üstüne düşünmeye niyetli ve gönüllü okurlar sayesinde yaşayacaktır, yoksa magazinleşip sanat özelliğini yitirecektir.
Türkçemizin güzelliğiyle ifade edilmiş yoğun düşünceler içeren bu kitabı ne yapıp edip bulup okumalarını bütün kitapseverlere ve özellikle yazar adaylarına öneririm. Böyle yapıtlar günümüzde nadir.
Peki niçin deneme? En başta söylemem gerekeni en sonda yazarımızın ifadesiyle söyleyeyim: Çünkü deneme kadar özgür düşünebilmeyi esinleyen bir başka edebi tür yoktur!: “Deneme özgür düşüncenin ülkesidir.” (s.21)
Günışığı Demeti / Hülya Soyşekerci / Pagos Yayınları / 200 s.