Nesrin Kazankaya, ‘Haklarımızı savunmak zorundayız’
Toplumsal sorunlara ağırlık veren Tiyatro Pera, Henrik İbsen’in başyapıtı “Yaban Ördeği” ile, “Büyük yıkımlara yol açabilecek bir gerçeğin peşinden mi gidilmeli yoksa yaşam bir yalanla mı sürdürülmeli” sorusuna cevap arıyor.
Öznur Oğraş ÇolakHerkes ve her tiyatro gibi pandemide zor günler yaşayan Tiyatro Pera, Beyoğlu’nda sanat yaparken, ranta yenik düşünce yoluna Şişli’de devam etmeye başladı. Anıları bir kenara bırakıp yarattıkları bu sahnede harikalar yaratmaya devam ediyorlar.
Tiyatro Pera yeni mevsime Norveçli Henrik İbsen’in başyapıtı “Yaban Ördeği” ile başladı.
Nesrin Kazankaya’nın çevirip uyarladığı ve yönettiği “Yaban Ördeği” adlı oyunun dramaturgisini Şafak Eruyar üstleniyor. Oyunda, Melih Düzenli, Barış Yalçınsoy, Oğuz İşçi, Zeynep Özden, Nurşin Durmaz, Ahmet Taşdemir, Parla Yıldız rol alıyor.
Oyunun teması gerçek ve yalan ikilemi çevresinde gelişiyor. Büyük yıkımlara yol açabilecek bir gerçeğin peşinden mi gidilmeli yoksa yaşam bir yalanla mı sürdürülmeli?
DERTLERE DAİR OYUNLAR
Tüm bunları Kazankaya ile konuştuk.
- Günümüze ve toplumun dertlerine yakın oyunlar sahneliyorsunuz. Oyunun seçim ve hazırlık sürecinden bahseder misiniz?
İnsanın ve toplumun dertlerine dair oyunlar seçiyoruz evet. İbsen’in 1884’te yazdığı “Yaban Ördeği” gerçekçi bir yaklaşımla eskimeyen ve günümüzü de kucaklayan konular içeriyor. Sorunlarımızı gösteriyor, kuşkularımızı, çağımızın adaletsizliğini, ölü geleneklerin yaşayan gölgeler halinde nasıl korunduğunu, geleceğe olan inancımızın nasıl gerçek ötesi bir dünya oluşturduğunu dile getiriyor. Bugün bizim de dertlerimiz bunlar değil mi?
Yaklaşık üç ay yoğun çalıştık. Doğaçlamalarla, figürleri içselleştirmeye emek verdik. Oyunu günümüze uyarladım. Figürleri ve olay akışını 19. yüzyıla 21. yüzyıldan taşımak için yaptığım çalışmalar, provalar sürecinde de devam etti. Aynı şekilde dekor tasarımı provalarda adım adım gelişti. Işık tasarımı da öyle. Tasarımcılarla, oyuncularla işbirliğim son derece mutlu etti beni.
DOSTLUK, YOLSUZLUK
- Oyun seyirciye ne anlatıyor?
Karlarla kaplı, kuzey ışıkları altındaki soğuk bir Norveç kasabasındayız. Oyun ana eksende iki aile dramını ve onların geçmişindeki gizli sırlarının açığa çıkmasını anlatıyor. Zamanında ortak bir işletme sahibi iki arkadaşın dostlukları bir yolsuzluk olayıyla son bulur. Biri hapishaneye girer, diğeri aklanır. Oğulları birlikte büyümüştür ve 14 yıl sonra bir düğün için bir araya gelirler. Yıllar sonra kasabaya geri dönen oğul, babasını ortağını hapse yollamakla, annesinin ölümüne yol açmakla ve ahlaki suçlarla yargılamaktadır. Küçük bir kız çocuğu ve yaralı bir yaban ördeği öykünün odağındadır. Geçmiş deşildikçe yalanlar ortaya çıkar. Kişilerin ayakta kalma mücadeleleriyle, kanadı kırık yaban ördeğinin ölüm kalım savaşı paralel bir seyir takip eder. Büyük yıkımlara yol açabilecek bir gerçeğin peşinden mi gidilmeli yoksa yaşam bir yalanla mı sürdürülmeli?
İbsen şöyle diyor: “Bir insanın hayatı boyunca kendini kandırdığı yalanı elinden alırsanız, onun mutluluğunu da yok edersiniz.”
ORMAN BİR ÖFKELENDİ Mİ?
- Oyunu klasik aile dramından ayıran nedir?
Oyunu klasik aile dramından ayıran yanı, öykünün pek çok temayı içinde barındırması: Paranın egemenliği, kadına biçilen rol, ihanet, kutsal aile kavramının nasıl kırılgan olduğu. Yazarın diğer oyunlarından bildiğimiz çevreci yanı oyunda şu replikle dile geliyor: “Ağaçları mı kestiler? Tehlikelidir bu! Öcünü alır orman! Orman bir öfkelendi mi kötü alır öcünü.”
İbsen’in anarşist bir kimliği de var. “Köküne dinamit koymalı bu düzenin” diyor. “İnsanlık dünyayı kökünden yeniden oluşturmalı. Toplum ve ona ait her şey silinip atılmalı. Bireysel olandan başlanmak zorunda!”
"ANAYASAL HAKLARIMIZI KULLANARAK İTİRAZ ETMELİYİZ"
- Ülkenin durumu hiç iç açıcı değil, siz bir sanatçı ve eğitmen olarak nasıl görüyorsunuz ülkenin geleceğini?
Hep umutlu bir insan oldum ama umut emeksiz olmaz. Herkesin mesleğiyle ve vatandaş kimliğiyle cesur olma zorunluluğu var. Haklarımızı savunmak, dirençli olmak zorundayız. Öyle büyük bir yıkım yaşıyoruz ki yeniden doğrulmak için hepimiz elimizi taşın altına koyabilmeliyiz. Bunca yoksulluk, adaletsizlik, demokrasi katliamı, yargının yozlaşması, korkarım toplumsal ahlakımızı da bozacak. Sesimizi yükseltmeli, anayasal haklarımızı kullanarak itiraz etmeliyiz.
- Sanatın ülkedeki gidişatı üzerine, sanat, ülke ve gelecek adına öğrencilerinize ne söylüyorsunuz?
Özgür ve dirençli bireyler yetiştirebilmek için çabalıyorum. Tiyatro sanatını öğretirken sorgulayan, kendini savunan sanatçılar yetiştirmeye çalışıyorum. Kendi sırça sarayında sanat yapmamaları için toplumsal olaylarla paralellik kurmaya yönlendiriyorum onları. Sanat, özellikle tiyatro sanatı toplumun ayrılmaz bir parçası.