Necati Tosuner’den ‘Salgında Öyküler’... Y. Bekir Yurdakul'un yazısı...
Salgında Öyküler (Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları) vurup geçen öykülerin ustası Necati Tosuner’in “salgın” günlerindeki iç yolculuklarından kesitler sunuyor. Ne ki kişisel olmaktan çok ötelere varıyor... Bir yandan insanlığın yığınlar ölçeğinde umarsızlığının fotoğrafını çekiyor bir yandan da yer yer karakahve, çoğun koyu yeşil karanlıklarda bitlenenlerin fırsatçılığına da çomaklar sokuyor.
Y. Bekir Yurdakul / Cumhuriyet Kitap EkiUZUN ÖMRÜN HARMANI
“Birkaç gün önce, korsan bir maskeli olarak, hiç yasak masak dinlemeden -üstelik, çocukça bir yaramazlık tadına da kanat açarak- öyle ilk kez kaçak kaçak dışarıya çıktım.”¹
Sonrası ver elini hayat! Artık bütün sokaklar; çocukluğun seslendikleri, saklandıkları, elini kolunu sallaya sallaya gezinen yalnızlık... Bütün pencerelerden süzülen, yansıyan, taşanlar; içimizdeki çığlık, buradan bakınca seslenenler, bakmasak da susmayanlar...
Dünyanın bulaşıcı sandığı yaşlılığını soyunup / koynuna sokup sokakta alıyor soluğu Necati Tosuner. Kimi gün alfabelik çocuk, kimi gün yeniden yaşamak sınavında kendinden emin -arada ürkek- bir liseli; avuçları merak dolu, ceplerinde yalnızlığı; öfkesinin sözcüklerinden oyuncak atlar yapıp düşüyor yollara.
Bir köşe başında çocukluğu çıkıyor karşıcı, yol boyunca annesinin sesine kulak kesiliyor, yeni hapisliklere isyanın atına biniyor arada ve türküler derliyor yeni baştan, uzun ömürlerin harmanından savrulup gelen.
Dilin bahçesinden doğuştan izinli sözcükler başaklıyor Dağlarca’nın deyişiyle kimi unutulmuş, kimi anımsanmamış, kiminin kendisinden öte bileni az ya da hiç yok: “yenilginlik” diyor, “yakınış” diyor, “yıprantı” diyor; “memek”i, “diyeşet”i, “irişkilik”i anımsatıyor; “üzünç”ü de unutmuyor. Türkçenin kolunda giriyor öykü evrenine, kolunda / dilinde Türkçeyle çıkıyor...
Fotoğraf: KAAN SAĞANAK
HER SÖZCÜK İÇ YAKICI
Salgında Öyküler, kısa söylemenin, vurup geçen öykülerin, sözü sündürmeden yerli yerine oturtmaların ustası Necati Tosuner’in “salgın” günlerindeki iç yolculuklarından kesitler sunuyor.
Ne ki kişisel olmaktan çok ötelere varıyor... Evrensel bir anlatıya erişirken, bir yandan insanlığın yığınlar ölçeğinde umarsızlığının fotoğrafını çekiyor bir yandan da yer yer karakahve çoğun koyu yeşil karanlıklarda bitlenenlerin fırsatçılığına da çomaklar sokuyor.
Çocukluk yıllarından yarınlara uzanan bir zaman ve mekân varsıllığında dünyanın son yetmiş yılından aynalara düşenleri avuç avuç harmanlayıp her zamanki zarafetiyle masalarımıza bırakıyor. Öyle ki attığı her çizik, fark ettirmeden vurduğu her çekiç darbesi rahat sandığımız döşekleri batar, içimizi dışımızı yakar ediyor.
Aslında kimseyi üzmek değil meramı. Aksine bir dinginliğe, yeniden düşünmeye, bir daha bakmaya, bütünlüklü görmeye çağırıyor. Sakin, dingin bir öyküler toplamı sunduğu, paylaşalım istediği; ödevinin tam ve zamanında yapmış bir okullunun sevinci, erinci, az hüzünlü de olsa gülümseyişi...
Kimi an dersliğin ortasında muzipçe ve yüzüstü yere / hasıra uzanıp kitabının sayfalarında kayboluyor kimi an bahçe duvarlarını arşınlıyor herkesi peşine düşürüp. Bazen “yürüyen basamaklar”ı tersinden adımlıyor, gün oluyor yenile yazılmış şiire ya da yıllar önce söylenmiş kadim bir manzumeye dize oluyor.
Fotoğraf: KAAN SAĞANAK
HEPİMİZ VARIZ BU ÖYKÜLERDE
“Acaba Necati abi ne yazdı? Salgını, şu yaşının farkında olmayan dünyanın hangi iklimiyle tarif etti?” merakıyla çevirince sayfaları kendimi bir anda ömrümün pınar başında, bencileyin bir çocuğun zıplayıp duran topunun peşinde, yaşamak türküsünün akışında buldum.
Yakınmak, kızmak, uluorta bağırıp çağırmak yok. İyi tanıdığı tezgâhın başında en iyi bildiği yemeği hazırlamak gibi onun yaptığı... Ya da samanlıktaki iğneyi bulmak gibi... Ya da bir seher vaktinde bağlarda buluşmak gibi... Ya da bir oyunun yorgunluğunda günü konuşmak gibi...
Yer yer, “Ne arıyorsun yavrum şu karmakarışık dolapta?” sorusunu “Macera arıyorum!” diye yanıtlayan çocuğun oyun arkadaşlığından tanış bir dil kuruyor Necati Tosuner. Öylece gülümseten, öylece dingin, öylece elinizden tutan...
DİLİN SÜZÜLÜP GELEN ZARAFETİ
Yer yer alıp yatırıyor, öfkeye batırıyor insanın yönetim beceriksizliklerini, adalete sırtı dönük hallerini... Bunu yaparken de anlatım / deyiş ustalığından bir an olsun dışarı çıkmıyor, uzaklaşmıyor. Dilin kılcal damarlarından süzülüp gelen zarafeti her an yanı başınızda duyumsuyorsunuz.
Binlerce yıldır yaşananlar gibi bu salgın da yerini yenilerine bırakıp geçip gidecek. Bu, insana sunulan, reva görülen son keder, son kırgınlık, son bungunluk, son can sıkıntısı da değil üstelik. Yakıp yıkmakta, kırıp dökmekte bu sınır tanımazlığın bedeli / karşılığı olarak hayat da insan da yeniden sınanacaktır.
Necati Tosuner, salgının bize / hepimize armağan ettiklerinden bir demet sunarken inceden de olsa parmak sallayıp kimseyi derse çağırmıyor elbette. Yalnızca yaşanan olağan dışı günlerin çığlığını kendi dilince bir ezgiye çevirip o büyük çınarın, o ölümsüz ağacın incelikle eğilen dallarından birine iliştiriveriyor; hepsi bu.
¹ Salgında Öyküler / Necati Tosuner / Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları / s. 40 / 2022.