Müzisyen Erdal Güney, ‘Perihel’in devam niteliğindeki albümü ‘Afel’i anlattı: ‘Güneş sabit, dünya dönüyor’
Hatırla Sevgili” ve “Elveda Rumeli”... Türkiye’de bir dönem fırtınalar estiren bu dizilerin akıllara kazınan müziklerinde onun da imzası vardı: Erdal Güney. Güney, Ada Müzik etiketiyle yayımlanan “Afel” albümüyle, dinleyicilerine yeniden “Merhaba” diyor.
Mehmet S. Aman“Afel”, 2013 yılında yayımlanan “Perihel”in devamı niteliğinde bir albüm. Yeni eserlerin de bulunduğu albümde, daha önce dizilerde, filmlerde, belgesellerde yer alan eserlerin çello, duduk, akordiyon gibi enstrümanlarla düzenlenmiş halleri de dinleyicilere sunuluyor. Güney ile “Afel”i konuştuk.
BİRİKİMİN SEÇKİSİ
- Son 11 yıldaki son üç albümünüzün ikisi enstrümantal. Bu tercihin nedeni nedir?
Bilinçli bir tercih değildi. Genellikle biriktiğinde ve olgunlaştığında müziklerimi paylaşmayı tercih ediyorum. 2006’dan bugüne pek çok televizyon dizisi, film, kısa film ve belgesele yani hareketli görüntüye, dramatik, kurmaca metinlere müzik çalıştım. 2013’te yayımlanan “Perihel”, bu birikimin bir seçkisiydi.
- Albümün çıkış noktası ne oldu?
“Son Destan”, “Kış Güneşi”, “Afel” yeni müzikler. Belirttiğim gibi televizyon dizisi, film, kısa film ve belgesellere yani hareketli görüntüye, dramatik, kurmaca metinlere ait çalıştığım müziklerden oluşuyor “Afel”. Görüntüyle beraber müziği paylaşmak başka, görüntüden bağımsız müziğin dinlenebilir olması başka bir durum.
UZAKLIK VE YAKINLIK
- “Perihel” ile “Afel” içerik olarak da albüm kapağı olarak da birbirine benziyor. Bir devam albümü diyebilir miyiz?
Evet. “Perihel”, dünyanın güneşe en yakın, “Afel” ise en uzak olduğu anı tanımlıyor. Bir metafor. “Güneş sabit, dünya dönüyor” da bu metaforun cümleleşmiş hali. Uzaklık ve yakınlık sözcüklerini düşünmeye başladığımda, kafamda zamanla hangi makam, hangi armonik tercihler ve hangi enstrümanlar olduğu şekilleniyor.
- “Salgın döneminde ve sonrasında müzik piyasasının ve sanatçıların hali ortada. Bugünden geriye baktığınızda bir değişim, bir iyileşme görüyor musunuz?
Bir şey değişmedi, değişmeyecekti de zaten. Müzik evet, endüstriyel bir alan ama aynı zamanda kamusal da olması gerekir. Müziğin ve müzisyenlerin bu kamusal alanda, Kültür ve Turizim Bakanlığı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı gibi devlet kurumları tarafından tanımlanması lazım. Emeklilik, sağlık, vergi gibi temel sorunlar çözülmeli.
- Meslek birlikleri, bu sorunun neresinde duruyor?
Meslek birlikleri müzisyenlerin telif haklarıyla ilgileniyor. Telif, müzisyenin ekonomik ve demokratik hakkıdır. Bizim konuştuğumuz şey para değil. Üretilenin karşılığının telif olarak alınması. MESAM, MÜYORBİR gibi meslek birlikleri müzisyen ve ürettikleri açısından önemli bir yerde duruyor. Fakat içinde olduğumuz sınıflı toplumun, endüstrinin, kamunun yarattığı sorunlara karşı başka itiraz ve mücadele alanları geliştirmeli diye düşünüyorum.
- Müzik piyasasının sizce en büyük problemi ya da problemleri nedir?
Yaşama nereden baktığımızla ilgili bu sorunun yanıtı. Ben insanı daha merkeze koyuyorum; fiziki, düşünsel, ruhsal koşullarıyla ve emeğiyle. Eğer bu kişi müzisyense, bu bütünlüğünü var edebilecek eser üretmesi, ürettiği eseri sergileyebilmesi, yaşamını sürdürebilmesi gerekir. Kapitalist üretim ilişkileri içinde bu bütünlük parçalanır ve ürettiklerinizin daha çok kitleye ulaşabilmesi için kitle iletişim araçlarını daha yoğun kullanmanız beklenir, dinleyici kitle manipüle edilir. Müzik yada herhangi bir sanat dalı, kamunun talep etmesi gereken bir şeydir. Bu, toplumu besleyen, bireyin analitik düşüncesini destekleyen bir şeydir aslında. Yani bir resme baktığınızda, yapılanı anlamsız fırça darbeleri olarak görmemelisiniz, müzisyen olmanız gerekmiyor, bir enstrüman çalmalısınız... Orkestraların, konservatuvardan mezun olan öğrencilerin hali ortada. Dolayısıyla en büyük sorun, toplumsal. Müzisyenlerin emelilik hakkı yok, sosyal güvenlik hakkı yok, stüdyolar kapandı ve müzisyenler yerine yapay zekânın oluşturduğu yapay sesler kullanılmaya başlandı. Müzikal “denetimi” yapan toplumsal estetik vasat ölçülerde. Genel olarak sorunu tek başına tanımlamak yetmiyor. Hükümetten bakanlığa, dijital müzik mecralarından sansüre, meslek birliklerinden müzisyenlerin tavırsızlığına varıncaya kadar bir dolu nedenden söz edebiliriz bence.
- Albümde “Kapalı Ayağa” eseri var. “Asi Ruh” belgeseli ve “Benimle Oynar mısın?” filmi için besteler yaptınız ve Beşiktaşlıların en sevdiği “Haydi Kalk Ayağa” eseri bir dönem statta çalıyordu. Sonra telif hakları nedeniyle çalınmamaya başlandı. Taraftarlar da tabii doğrudan size tepki veriyor. Hem o süreci sorayım hem de Beşiktaş'ta bir yönetim değişikliği oldu, yeni yönetimle bu konuyu görüştünüz mü ya da görüşecek misiniz?
Sosyal medyadan verdiğim bir kaç zorunlu yanıt dışında bu konu üzerine hiç konuşmadım. Bu konuda röportaj talepleri gelmiş olmasına rağmen. Çünkü Beşiktaş'ı kamuoyu önünde tartışacak yerden konuşmama kültürüne sahibim, hele de böylesi içerden konuşulabilecek bir konu iken sözünü ettiğimiz. Sorunuzu da sadece süreç hakkında bilgi vererek yanıtlamak isterim. Mevcut yönetimi dışında tutarsak önceki yönetimlerin bu durumu iletişim merkezli yönetememelerinden kaynaklıydı olan biten. Daha önceki Hukuk departmanından bir kaç ilgilinin eserin bize ait olup olmadığını kanıtlamamızı istemeleri dahil olmak üzere bir sürü burada ifade etmek istemediğim nezaketsiz ve şaşırtıcı durumla karşılaştık. Benim tercihim de hukuk karşısında kanıtlamak oldu. Bizden izin alınmadan marşın sözlerinin yer aldığı tişörtlerin yapılmasından, stat açılışında içerde marş çalınırken bizim dışarıda kalmamıza varıncaya kadar bir dizi durumda muhatap alınmadık. Marşın kullanımına "İzin vermiyor" diye düşünenler var. Sorunu "para istemeye" indirgeyerek yorumlayanlar oldu. Bunlar incitici. Biz her zaman marşın kullanılabileceği konusunda anlayışlı olduk.
Benim için Beşiktaş Jimnastik Kulubü, Beşiktaşlılar ve Beşiktaşlılık önemlidir. Bu marş tribünündür; çünkü yıllar içinde kabul etmiş, sahiplenmişlerdir, eksik olmasınlar. Marşın sözleri kardeşime ait. Kardeşim öğretmen ve eserlerinden aldığı telifle öğrencilerine kırtasiye malzemesi sağlıyor, eğitimlerine katkı sağlamaya çalışıyor, telif talebindeki prensibi bu. Diğer taraftan yeni üretimler yapabilmemiz için ürettiklerimizin telifini almamız gerekiyor. Bu sadece bu marş için geçerli değil, ürettiğim her müzik için geçerli. Müzik üretimi oldukça maliyetli bir süreçtir. Müzik yaşamımızı ve hayatımızı idame edebilmemiz için gerekli üretimlerimizin telifini talep etmek. Pandemi döneminde müzisyenlerin de yaşadıklarını hatırlayınız. Biz ekonomik ve demokratik haklarımızı ilgililerine karşı savunuruz. Bunun tartışmasını bile yapmayız. Buna saygı duyarız, saygı duyulmasını isteriz. Kaldı ki müzik meslek birliklerinin statları lisanslayamamaları da ayrı bir büyük sorun.
Şimdiki yönetimin de tüm süreci doğru bilmesi önemli çünkü farklı bilgilenmiş ya da olanlar farklı yansıtılmış olabilir. Bu durum iletişimle ve bizim muhattap alınmamızla çözülebilecek bir konu. Dilerim iletişim kurulur, görüşme fırsatı doğar.
- Edebiyata ilginiz var, öykü kitabınız var. Yeni çalışmalar var mı?
Ekonomi mezunuyum. Yüksek Lisansım ve halen devam eden Doktoram da sinema üzerine. Senaryo vb. metinlerle ilişkili olduğumdan haliyle yazının içindeyim.
Bavul derginin daveti üzerine merkezinde kasaba olan olay öyküler yazmaya başladım. Biriken öyküler “Kasabanın Akşam Halleri” adıyla Sol Kültür’den yayınlandı. 4 baskı yaptı; müzisyen kontenjanından ilgi gördüğünü düşünüyorum :) Şimdilerde 2. Öykü kitabı için çalışıyorum. Bir de “perdede müziği görmek” adında sinemada müzik kullanımı üzerine bir kitaba çalışıyorum.
- Herkesin bir Erdal Güney şarkısı vardır? Erdal Güney’in hangisi?
Bu şarkıyı başkası yapmış olsaydı büyük bir keyifle dinlerdim dediğim şarkılar, müzikler var. “Göksu”, “Bozdoğan”, “Haydi Kalk Ayağa”, “Zor Yıllar”, “Eylül için Sonat”, “Sarı ve Rüzgâr”, DİSK için ürettiğim “50. Yıl Marşı”… Bunları söyleyebilirim.