Modern Rus edebiyatının kurucusu: Gorki! Sabri Gürses’in yazısı...
Yirminci yüzyılın başında uzunca bir süre Maksim Gorki demek bütün Rus edebiyatı demekti: Puşkin’in, Tolstoy’un, Dostoyevski’nin yerine geçti, devrimden kaçan ve kaçamayan yazarların yerine geçti ve Sovyet edebiyatını yarattı. Gorki’nin son çalışması 1934’teki Sovyet Yazarlar Kongresi’ydi. "Sosyalizmin büyük edebiyatını kuralım" şiarıyla açılan kongre, Pasternak’tan Babel’e birçok aydını yeni bir halk edebiyatı hayaliyle bir araya getirmişti. Yirminci yüzyılın büyük kısmında, dünyanın birçok yerinde, halkın şarkı ve öykülerine dayanan edebiyatlar Gorki’nin bu inançla kurduğu modern Rus edebiyatının etkisiyle gelişti ve Gorki’den ne okursak okuyalım, o etki kalacak.
Sabri Gürses / Cumhuriyet Kitap Eki1917 DEVRİMİNE ASLA KOŞULSUZ BİR DESTEK VERMEDİ
Yirminci yüzyılın başında uzunca bir süre Maksim Gorki demek bütün Rus edebiyatı demekti: Puşkin’in, Tolstoy’un, Dostoyevski’nin yerine geçti, devrimden kaçan ve kaçamayan yazarların yerine geçti ve Sovyet edebiyatını yarattı.
Devrimin lideri Lenin’le inişli çıkışlı dostluğu yüzyılın en başında başlamıştı ve 1906 yılında Ana adlı romanını müsveddesinden okuyan Lenin onu tam vaktinde yazılmış bir kitap, geleceğin devrimine yapılmış bir katkı olarak görmüştü. Gorki daha o zamandan Sovyet edebiyatının çerçevesini çizdi, Lenin yaşayan başka hiçbir yazara bu kadar kesin bir destek vermedi.
Fakat yine de Gorki, liderliğini Bolşeviklerin elde ettiği 1917 Devrimine asla koşulsuz bir destek vermedi; devrimi devrimin daha ilk günlerinden itibaren, yayınladığı Yeni Hayat dergisindeki, ortaya çıkan kaos ve tutuklamalar, cinayetler ortamını kabul edilmez bulduğunu söyleyen yazılarla eleştirdi.
Lenin’le dostluğu bozulma noktasına geldi ve ancak Ağustos 1918’deki başarısız suikast girişiminden sonra Gorki tutumunu değiştirdi: Lenin’i ziyaret etti, yaklaşımının yanlışlığını dile getirdi ve ondan sonra yeni Sovyet hükümetinin kültür işlerinin başlıca sözcülerinden biri oldu.
Bu tavrı, o günlerin girdabında sürüklenen sanatçılar için büyük bir örnek ve büyük bir olanaktı. Gorki on sekiz yıl boyunca sayısız sanatçıya hükümetle ilişkilerinde aracılık etti.
LENİN VE STALİN’LE BİRLİKTE YENİ RUSYA’YI YARATTI!
Tolstoy böyle bir ilişkiyi son çar II. Nikolay’la kurmaya çalışmış, halkı ve aydınları dizginsizce ezmekten onu alıkoymaya çalışmış, ama başaramamıştı. Gorki, Lenin ve daha sonra Stalin’le birlikte yeni Rusya’yı yaratmayı başardı.
Yazarlığa adım atarken Tolstoy’un izinden giden Gorki için büyük bir yükselişti bu. Moskova'nın kuzeyindeki Nijni Novgorod şehrinde bir esnafın oğlu olarak doğan ve gençliğini geçici işlerde, fırınlarda çalışarak geçiren, Kazan'a gidip üniversitede okumak isteyen ama yoksul olduğu için okuyamayan Gorki, 1887 yılında birkaç kez intihar ederek ölümden dönmüştü. Peşkov’du o sırada adı, yoksulluktan ve geleceksizlikten bunalarak ölmek istemiş, kurtarılmıştı.
BİR KOMÜN KURMA NİYETİYLE TOLSTOY’UN ÇİFTLİĞİNE GİTTİ!
1889’da Tolstoyculardan etkilenerek güney Rusya’da Tolstoycu bir komün kurma niyetiyle Yasnaya Polyana çiftliğine Tolstoy’u görmeye gitti. Fakat Tolstoy yayan olarak Moskova’ya doğru yola çıkmıştı yine. Sofya Andreyevna’yla sohbet etti Peşkov ve Novgorod’a döndü.
İki yıl sonra o şehre bir Sibirya sürgünü olarak gelen devrimci yazar Vladimir Korolenko’yla tanıştı. İlk yazdıklarını ona okuttu ve onun eleştirileriyle şekillendi yazma çabası. 1891’de güney Rusya'yı marangozluk, amelelik, miçoluk yapıp şiir okuyarak yayan gezmek üzere yola çıktı.
ELVEDA PEŞKOV, HOŞGELDİN GORKİ! GORKI ACI DEMEKTİ, MAKSİM İSE BABASININ İSMİYDİ!
1892’de bir çingene hikayesi olan Makar Çudra’yı Tiflis’teki bir dergide yayınlattı. Yayınlarken gerçek ismi Aleksey Maksimoviç Peşkov yerine, Maksim Gorki adını kullandı. Gorki acı demekti, Maksim’se babasının ismiydi. Travmatik bir seçimdi bu, çünkü annesi onu çocukken babasının koleraya yakalanıp ölmesinden sorumlu tutmuş, terk etmişti.
Moskova ya da Petersburg’daki hayatın dışında, taşrada emekçilerle, aydınlarla, polisle, mücadele içinde geçen bir hayatı anlatan hikayeleri kısa sürede büyük bir şöhrete kavuşturdu Gorki’yi.
Dostoyevski’de, Gonçarov’da, Tolstoy’da, Çehov’da bir hikâyenin konusu olan, başkasının gözünden anlatılan halk karakterleri artık ete kemiğe bürünmüş, kendini anlatmaya başlamış, aydınlarla, burjuvaziyle, dünyayla bizzat tartışmaya girmişti.
EDEBİYATININ VE DÜNYA ÜLKÜSÜNÜN MERKEZİ; NİJNİ NOVGOROD!
Kuzey şehri Nijni Novgorod onun için sadece edebiyatının değil, dünyayı değiştirme, yoksulluğa karşı çıkma çabasının da merkezi olmuştu. Ressam İlya Repin ilk eseri Makar Çudra’dan yedi yıl sonra onun bir portresini yaptı.
Ertesi yıl çıkan Foma Gordeyev adlı roman başarısını kesinleştirdi; çalışmaları artık yabancı dillere çevriliyordu ve Amerika’da, yirmi beş yaşındaki, ilk öyküsünü ertesi yıl yayınlayacak olan Jack London bu kitabı gerçekçi olarak tanıttı.
LONDON’DAN GORKİ YORUMU: TOPLUMSAL GERÇEKÇİ!
Sosyalist ya da toplumcu gerçekçi edebiyat uluslararası hale geliyordu: “Hayat böyledir ve Gorki’nin sanatı da gerçekçililik sanatıdır. Ama bu Tolstoy ya da Turgenyev’inki kadar sıkıcı olmayan bir gerçekçilik. Sayfadan sayfaya onların nadiren elde edebildikleri bir akıcılıkla geçiyor. Bu genç onların pelerini almış omuzlarına ve onu heybetli bir şekilde giymeye söz veriyor.”
1902 yılında Rus Bilimler Akademisi’nin edebiyat onur üyeliğine seçilecek kadar etkiliydi edebiyatı. Çar bu karara karşı çıktı, üyelerden Çehov ve Korolenko istifa ettiler.
1905 DEVRİMİ’NE KATILDI, TUTUKLANDI
Bu arada Gorki artık tiyatrodaydı: Moskova Sanat Tiyatrosu’nda sahnelenen Dipte ya da Ayaktakımı Arasında piyesini bu dönemde yazdı, sonra Nijni Novgorod’da tiyatro kurmaya çalıştı.
1905 yılında yaşanan Kanlı Pazar katliamına, çarın askerlerinin silahsız halka ateş açması olayına verdiği tepki ve ardından gelen 1905 Devrimi’ne katılımı tutuklanmasına yol açtı.
Buna karşı gelen uluslararası imza kampanyası sayesinde serbest kaldı ve ülkeyi terk etti. Bu dönemde Rus Sosyal-Demokrat İşçi Partisi’ne yakınlık göstermiş, partinin Bolşevik kanadıyla, Lenin’le ve Bogdanov arkadaşlık kurmuştu. Onlar ona Amerika seyahatine çıkmasını önerdiler ve Gorki bu seyahat sırasında büyük romanı Ana’yı yazdı.
SOSYALİST GERÇEKÇİLİĞİN İLK BÜYÜK ÖRNEĞİ BAŞYAPITI ANA!
Ana, Nijni Novgorod’ın Somorov bölgesinde, 1902 yılında gerçekten yaşanan olayları ve kişileri, kitlesel 1 Mayıs gösterisini konu alıyordu. Her ne kadar sonradan Gorki bu eseri için “elimde malzeme olmadan, hatırladığım kadarıyla yazdım, o yüzden de kötü oldu” dese de bu roman Rus ve dünya edebiyatı için bir dönüm noktası olarak, sosyalist gerçekçiliğin ilk büyük örneği olarak kabul edildi.
Emekçi hareketinde oğlunun yanında yer alan anne ve grevci işçilerin kızıl bayrağı Sovyet çağının doğuşunu haber veren bir ikona dönüştü.
Aslında, romanın böyle bir arka planı da vardı; Gorki o dönemde Lunaçarski ve Bogdanov’un da etkisiyle, tanrıyaratmacılık denen, dini motifleri sosyalist zemine çekmeyi amaçlayan bir fikrin etkisiyle, baş karakteri İsa’ya, devrimci mücadeleyi de dini mücadeleye benzetmişti.
GORKİ: ‘AJİTASYON İÇİN YAZMIŞTIM!’
Ve her ne kadar Gorki kitap için “ajitasyon amacıyla yazmıştım… hedefine belli ölçüde eriştiğini kabul ediyorum, ama bu onu olduğundan iyi yapmaz” dese de bu kitap onu vazgeçilmez bir yazar haline getirdi.
1917 Devrimi üzerindeki etkisi bir yana, roman devrimden sonra okul müfredatına sokulan temel kitaplardan biri oldu. Bir kıyas yapmak gerekirse, Dostoyevski’nin Suç ve Ceza’sını başaşağı çeviren bir romandır bu -Raskolnikov’un annesinin yeniden anlatılmasıdır bu.
Bu romandan sonra, 1913-1923 arasında yazdığı Çocukluğum, İnsanlar Arasında ve Benim Üniversitelerim adlı otobiyografik üçleme bir yana bırakılırsa, 1925'teki Artamonovlar’a kadar şöhretini yenileyecek bir eser yayınlamadı Gorki.
Ancak 1925'te başladığı ve ölümüyle yarım kalan Rus-Sovyet aydınının tarihini anlatmayı hedeflediği Klim Samgin’in Hayatı edebiyatında yeni bir dönemi haber verdi. Bir bakıma, Gorki Ana’dan sonra işçi partisi çevresinin dışında bir hayat bulamamış gibidir:
DEVRİMİ BEKLİYORDU AMA O KADAR SERT OLMASINI BEKLEMİYORDU!
1906’dan sonra İtalya'nın Capri adasında yaşadı ve 1914 affıyla Rusya’ya döndükten sonra daha çok Bolşevik yayınlarda çara, savaşa ve açlığa karşı halkçı eleştirilerini sürdürdü. Devrimi bekliyordu, ama anlaşılan o kadar sert olmasını beklemiyordu.
Devrimin dördüncü yılında, Lenin’in de teşvikiyle tedavi için yeniden yurtdışına çıktı ve 1932 yılına kadar İtalya’nın Sorrento şehrinde yaşadı. 1928’de ülkeye büyük Sovyet yazarı olarak döndü ve yeni Rusya’nın dört bir yanını gezdi, ama sağlığının kötüleşmesi üzerine İtalya’ya gitti yeniden.
DOĞDUĞU NİJNİ NOVGOROD’A GORKİ ADI VERİLDİ
Ancak 1932’de kesin dönüş yaptı ve Stalin onun ülkeye dönüşünü büyük bir zafer olarak kutladı: Sadece Moskova'nın park ve sokaklarına, Edebiyat Enstitüsü’ne ve bir zamanlar çalıştığı Moskova Sanat Tiyatrosu’na değil, doğduğu Nijni Novgorod şehrine de Gorki adı verildi.
Yeni kurulan Sovyet Yazarlar Birliği’nin başkanlığına atandı ve sosyalist gerçekçi Sovyet edebiyatının bir tür yöneticisi olması beklendi ondan. Ama bazı konularda sessiz kalsa da Gorki edebiyat ve aydınlar konusunda sessiz kalmaya hevesli değildi.
En başından beri yaptığı gibi yayın özgürlüğünü savundu, kaba kalıplarla yazılan bir sosyalist edebiyatı reddetti, Rus edebiyatını bütün iyi örnekleriyle kabul etmeyi savundu, Ecinniler’in yasaklanmasına ve aydın tutuklamalarına karşı sayısız yazı ve mektup yazdı. Geçmiş yıllarda bu karşı çıkışlar birçok yazarın koşullarını değiştirmişti, ama sözü etkisi kadar etkili değildi artık.
AYAKTAKIMINDAN ZİRVEYE… İKİ GORKİ VAR; YAZAR VE AYDIN!
Günümüzde Rus eleştirmenler arasında Gorki için çelişkili görüşler var, fakat Sovyet edebiyatının kurucusu olduğu tartışılmaz bir olgu. Dmitri Bıkov, günümüzde Samgin’in bir iki bölümü ve başka bir iki hikayesi dışında bir şeyi okumak gerekmediğini savunuyor. Buna benzer bir şeyi Çehov da söylemişti: Eserleri belki ama kendisi kesinlikle geleceğe kalacak. İki Gorki var: yazar ve aydın.
En dipten, ayaktakımının arasından çıkıp aydın olan Gorki, Rus-Sovyet kültürünün kurucusu oldu. 1919’da Dünya Edebiyatı (Vsemirnaya Literatura) adlı yayınevini harekete geçirdi ve yayınevinde toplanan seçkin bir çevirmen kadrosuyla yeni Sovyet halkının ilerici edebiyat örnekleriyle tanışmasını sağladı.
TARLALARIN VE ATÖLYELERİN SERSERİ EMEKÇİSİYDİ. AYDINLARI BİR ARAYA GETİRDİ!
1933’teyse Büyük İnsanların Hayatı (Jizn Zameçatelnih Lyudey) adlı, günümüzde de devam eden biyografi serisini başlattı. Bu iki girişimin de en büyük yararı, bu yeni kültür ortamında Aleksandr Blok’tan Mihail Bulgakov’a dek çok sayıda yazarın, çevirmenin iş bulabilmesi oldu.
Gorki’nin son çalışması 1934 yılındaki Sovyet Yazarlar Kongresi’ydi. “Sosyalizmin büyük edebiyatını kuralım” şiarıyla açılan kongre, Pasternak’tan Babel’e birçok aydını bir araya getirdi; birçoğu sonraki dönemde “halk düşmanı” ilan edilecek ya da kamplara sürülecekti, ama hepsini başkası değil, Gorki, yani tarlaların ve atölyelerin serseri emekçisi yeni bir halk edebiyatı hayaliyle bir araya getirmişti.
GORKİ’NİN KONGRESİNE KATILAN YAKUP KADRİ’NİN KONUŞMASI…
Kongreye Yakup Kadri de katılmış ve konuşmasında “büyük sanatı hazırlayan epik dönem iki ülkede de duyumsanıyor; Sovyet Rusya’sında ve Türkiye’de. … Büyük yazar Gorki’nin söylediği gibi, günümüz işçi ve köylü şarkıları ve öykülerine dayanan yarının kültürünün çiçekleneceğine niçin inanmayalım?” demişti.
Yirminci yüzyılın büyük kısmında, dünyanın birçok yerinde, halkın şarkı ve öykülerine dayanan edebiyatlar Gorki’nin bu inançla kurduğu Sovyet edebiyatının etkisiyle gelişti ve Gorki’den ne okursak okuyalım, o etki kalacak.