Komedinin tanrısı; Molière! Zeynel Kıran’ın yazısı...

Molière, kuşkusuz eski Yunanlıların Aristophanes’i, Latinlerin Plautus’u dışında, tüm zamanların en büyük komedi şairiydi. Onun dram ve komedi alanındaki gücü, hem özgür ve gözü pek dilinden hem de bir önceki yüzyıl ve yaşadığı yüzyıldan kaynaklanıyordu. Oyuncu olduğu için Fransız Akademisi’ne seçilememişti, yani “ölümsüzler”² sınıfına giremedi ama Comédie–Française’deki büstünün altındaki şu tümce herhalde hiçbir canlı için kullanılmamıştır: “Onun ününde hiçbir eksik yoktu, eksiklik bizim ünümüzdedir”.

Zeynel Kıran

Grafik: RAGNI URIBVA

“Düşünceye saldırı insanlığa karşı işlenmiş bir cinayettir. İnsanlık Sokrates’in öldürülmesinin yükünü hâlâ omuzlarında taşımaktadır.” Gustave Flaubert

Kısa bir yaşamı oldu. Paris’te, 15 Ocak 1622’de doğdu. Hastalık Hastası (Çev. Lütfi Ay / İnkılâp Kitabevi) oyununun dördüncü temsilinde, gerçeğe dönüşen kurmaca onun hem oyunculuk kariyerinin hem de yaşamının sonu oldu. Oyuncu ve kurban olarak sahnede hasta rolünü oynarken, 1673’te 51 yaşında yaşama veda etti.

Ölümünden birkaç yıl sonra, Molière’in tiyatro kumpanyası, Marais ve Hôtel de Bourgogne oyuncuları ile birleşerek ünlü Comédie-Française tiyatrosunun doğuşunu gerçekleştirdiler.

Molière’i tanımlayan en güzel sözler, bir İngiliz tiyatro oyuncunun ağzından Hippolyte Taine’nin aktardıklarıdır:

“Molière herhangi bir ulusun malı değildir; günün birinde komedi Tanrısının aklına esti, oyunlar yazayım dedi, insan şekline girdi ve rastlantı eseri olarak Fransa’ya düştü.”

Tiyatro dünyanın aynasıdır. Üç gonk sesi duyulunca, sahnede başka bir hayat başlar. Tiyatro bize her şeyin olanaklı olduğu bir evren, büyülü bir evren sunar, tiyatronun sahneye koyduğu şey, her zaman bizim yaşadığımız dünyadır.

TİYATRODA MOLIÈRE DEVRİMİ!

Kendini arayan, eleştiren ya da düşlere dalan bir toplumun aynası olarak tiyatro insan varlığının bir gösterisini sunar. Oyunuyla, oyuncu izleyicide bir gerçeklik yanılsaması yaratır; bunu yaparken de tiyatronun gücünü kullanır.

Stendhal, Racine ve Shakespeare (1825) başlıklı yapıtında şu anekdotu anlatır:

“Baltimore tiyatrosunda, bir asker izleyici Othello’nun Desdemone’yi öldüreceğini fark edince hemen silahına sarılıp ateş ererek oyuncuyu kolundan vurur. Birden yerinden fırlayarak ‘Bana lânet bir siyah adamın beyaz kadını öldüreceğini hiç kimse söylemedi’,” der. İşte tiyatrodaki gerçek yanılsama budur.

Molière 1660’lı yılların başında gerçek bir tiyatro devrimi yapar. Trajedinin gölgesinde kalan, hor görülen, sıradan bir tür olarak kabul edilen komediye yeni bir hayat verir. Gerçeklik üzerine kurulan yeni komedi entrikanın yerine betimlemeyi koyar.

O güne dek tiyatronun temelini oluşturan olağanüstü ve inanılmaz ögelerin ve imgelemin yerini doğallık alır. Artık gündelik yaşamın sıradan insanlarını betimlemek söz konusudur.

Prensler, kibar fahişeler, çapkınlar öfkeliler, cimriler, kurnazlar, riyakarlar, okumuşlar, bilgeler, cahiller.....

Toplumu çok iyi gözlemleyen Molière diğer yazarlara, “Eğer yaşadığınız yüzyılın insanlarını tanıtmadıysanız, hiçbir şey yapmamışsınız demektir” der.

YÜZLERCE TANIDIK KAHRAMANIYLA KLASİK GERÇEKÇİLİK’İN YOLUNU AÇTI!

Yazarın açtığı yol aslında Klasik Gerçekçilik’tir. Yarattığı yüzlerce kahraman çok tanıdıktır: Laftan anlamayan doğrucu Alceste, sevimli Célimène, çapkın Don Juan, tüm ikiyüzlülerin simgesi Tartuffe, Versailles Sarayı’nın kibar fahişelerine taş çıkartan kibarlık budalaları, yaratıcısı ile özdeşleşen hastalık hastası, masumiyeti ile insanı endişelendiren Agnès…

Bugün izleyiciye son derece doğal gelen, kendi zamanında bir yenilik, bir devrim olarak kabul edilen bu kahramanları yaratmak için Molière’in kendine özgü reçeteleri vardı.

Kişilerde ikincil özellikleri eleyip anlamlı ve baskın özellikleri abartmıştır. Örneğin Cimri (Çev. Sabahattin Eyüboğlu / Türkiye İş Bankası Kültür Yay.), sadece cimridir, Misanthrope (İnsandan Kaçan / Çev. Bedrettin Tuncel / Türkiye İş Bankası Kültür Yay.) sadece “insandan kaçan”dır. Bu nedenle kimi eleştirmenler karakterlerin aşırılığından söz etmişlerdir.

Betimlemeler büyütülür ama basitleştirilmez, hatta daha karmaşık hale getirilir. Yazar karakterleri daha gerçekçi çizmek için onları yaşadıkları çevreye yerleştirir; aile çevresi, salon, mutfak...

Molière seyirciyi eğlendirmek için onları oldukları gibi gösterir. Amacı tüm klasikler gibi, her şeyden önce hoşa gitmek, seyirciye dokunmaktır. Alexandre Dumas fils’in roman için söyledikleri, Molière’in tiyatrosuna uygulanabilir: “Okudukça bizi eğlendiren, okumayı bitirince de bizi üzen iyi bir romandır.”

OYUNLARI EN ÇOK SAHNELENEN İKİ YAZAR; MOLIÈRE VE SHAKESPEARE!

Molière entelektüel açıdan şanslı bir çağın insanı olarak çağını Descartes, Pascal, Racine, Corneille, Boileau, La Fontaine, La Rochefoucauld, La Bruyère, Bossuet, Fénélon, Madame de Sévigné ile paylaşmıştır.

Aradan dört yüz yıl geçmesine karşın, Molière, Shakespeare ile birlikte oyunları en çok sahnelenen tiyatro yazarlarıdır. Bu da, Molière’in dört yüz yıldan beri güncelliğini yitirmediğini, komedilerinin özündeki insancıl ve evrensel özellikleri koruduğunu göstermektedir.

Pek çok oyunu dilimize çevrilmiş ya da uyarlanmıştır. Türkiye’de seyircinin ilk beğendiği ve izlediği Batı tiyatro yazarının Molière olması bir rastlantı değildir; çünkü onun tiyatro anlayışı Türk geleneksel Orta oyunu ve Karagöz’den çok da uzak değildi.

Grafik: RAGNI URIBVA

TARZ YARATTI, ÇIĞIR AÇTI!

Molière sadece büyük bir yazar değil, aynı zamanda bir tarz yaratıcı, bir çığır açıcıdır. Onun asıl değeri, büyüklüğünün temel özelliği eskimek bilmeyen tazeliğidir. Kısacası Molière, komedya kahramanlarını insanlaştırmış, komediye insanı getirmiştir.

Yazımızı Lütfi Ay’ın Molière’den çevirdiği Hastalık Hastası (İnkılâp Kitabevi) oyununa yazdığı “Önsöz”deki tümceleri ile bitirelim:

“Shakespeare insanoğlunun çeşitli tutkularını kimi zaman dehşet veren, kimi zaman göz kamaştıran tablolarla betimlemiştir.

Molière ise zaaflarımızın, saplantılarımızın, hele bencilliğimizin bizi ne gülünç ne acınacak hallerle düşürdüğünü, inceliği içinde sivri bir mizah ve yergi gücüyle, gülerek, güldürerek göstermiş, çağının tutucu, çarpık düşüncelerine yılmadan, usanmadan saldırırken tek silah olarak kahkahayı kullanmıştır.

Ama kahkahanın gerisinde kimi zaman bir acılık, bir burukluk duyulur. Molière komedilerinin yer yer dram yüklü olması bundandır.

Arnolphe’un, Orgon’un, Don Juan’ın, Alceste’in, Harpagon’un, Argan’ın seyirciyi sadece güldürdüğü söylenemez.”

¹ “Voltaire’in dili” diyenler de vardır.

² Akademi üyeleri için kullanılan sıfat.