‘Kar ve Ayı’ sağlam bir ilk adım...
Mehmet Basutçu'nun kaleminden 47. Toronto Film Festivali'nden notlar...
Mehmet Basutçuİlk ve ikinci filmlerini gerçekleştiren yönetmenlere ayrılan "Discovery" (Keşif) seçkisi, Cannes ve Venedik'te "Eleştirmenlerin Haftası" denilen yan bölümlerin Toronto'daki adıdır. Ancak, önemli bir farkla: Her haftada yedi gün, dolayısıyla yedi film varken, keşfe çıkmanın sınırları daha geniş ve esnektir; yıldan yıla değişir. Farklı coğrafyalarda keşfe çıkan altı seçicinin, "İzlenmesi gereken yönetmenler. Dünya sinemasının geleceği" alt başlığıyla sundukları "Discovery" programında, yine dört kıtadan gelen 24 filmin oluşturduğu zengin bir panorama karşısındayız.
TEK TEMSİLCİ
Türk sinemasının bu yıl Toronto'daki tek temsilcisi Selcen Ergun, "Discovery" seçkisinde yer alan ilk uzun filmi "Kar ve Ayı" ile umut veren, etkileyici, sağlam bir yaratıcı sineması örneği imzalamış.
Pandemi döneminin zorunlu parantezini, çekim sonrası süreçte avantaja dönüştüren Selcen Ergun, uluslararası düzeyde Türk kadın yönetmenlerin gelecekteki en önemli temsilcilerinden biri olmaya aday.
Sergilediği sinema dilinin olgunluğu yanında, konusuna yaklaşımındaki duyarlı mesafe gerisinde fısıldarcasına usul usul işlediği temasal zenginlik, 1980'lerin sonunda, Reha Erdem'in ilk filmi "A Ay"ı izledikten sonra not düştüğüm, "Yeni bir yönetmenin doğuşu mu?" sorusunu çağrıştırıverdi...
Reha Erdem'in (1960) birçok kez asistanlığını yapan Selcen Ergun, sadece setlerde edindiği deneyimlerden yararlanmakla yetinmemiş ; felsefi düzeyde de benzer damarlardan beslenerek, kendi özgün sinema çizgisini oluşturmaya başlamış. Ayrıca, "Kar ve Ayı"nın bir sahnesinde, televizyon ekranını görmesek te, "Sevmek Zamanı"nın ses bandından gelen birkaç cümlelik alıntı, Selcen Ergun'un yaratıcı Türk sinemasının ilk ustalarından Metin Erksan'ın (1929-2012) mirasından da beslendiğini vurguluyor.
ÖZGÜR BİR FİLM
Büyük kentten, Anadolu'nun kışı sert dağlık bölgelerinden birindeki küçük kasabaya mecburi hizmetini yapmak için gelen genç hemşirenin gözlemleri ve birkaç hafta içinde yaşadıkları gerisinde belirginleşen karmaşık insan gerçeği, tüm yoğunluğu ve iç çelişkileriyle önümüze geliyor. Kendi kendini tanıma ve sorgulama süreçleri gerisinde, küçük fırça vuruşlarıyla özenle çizilmiş bir "memleketimden insan manzaraları" denemesi var. Batıl inançlar, belirsiz korkular, geleneksel baskılar, suçluluk duygusu, korkaklığın nüansları, cesaretin farklı halleri, karşısındakini hemen yargılayıp suçlama dürtüsü, sevgi, nefret, kadına şiddet, ataerkil düzen, iç yaralar, için için kaynayan öfkeler, hayvan sevgisi, insan ve hayvan hakları... Bu bir dizi ciddi yan tema, üstelik gevezeliğe hiç yer vermeyen senaryoyu sahipleniveren oyuncuların incelikli yorumları eşliğinde, şaşırtıcı bir şekilde derinlemesine işleniyor. Bu durumda, bütün yük mizansene ve oyuncuların omuzlarına yüklenmiş doğallıkla... Bu ağır yükü başarıyla taşıyan Merve Dizdar ile Saygın Soysal'ın derinlikli yorumları, Selcen Ergun'un titiz, yer yer de sessiz anlatımıyla olağanüstü bir bütünlük sergiliyor.
"Kar ve Ayı" ne ütopik, ne de distopik bir film; insan ve hayvan sevgisiyle dolu, şiirsel gerçekçiliğiyle ayakları yere basan, hayal gücüyle de alabildiğine özgür bir film...
GODARD’IN ARDINDAN...
Bugün Toronto'da sunulan ilk filmlerden söz ederken, Fransız Yeni Dalga akımının öncülerinden, 20. Yüzyıl sinemasına taze soluk getiren devrimci sanatçıların ilk sıralarında yer alan sinema dehası Jean-Luc Godard'ın 91 yaşında öldüğü haberi geliyor.
Godard'ın 1959'da çektiği ilk uzun filmi "A bout de souffle" (Soluk Soluğa) ile, ertesi yıl Venedik Festivali'nde En İyi Yönetmen Gümüş Aslanı aldığını hatırlayalım.
Selcen Ergun'un ve filminin de, Antalya Festivali'nden ödüllerle döneceğini düşünüyorum.