Justin Kurzel'den şiddetin anatomisi: 'Nitram'

41. İstanbul Film Festivali’nde izleyiciyle buluşan “Nitram” gerçek bir olaydan hareketle çekilmiş sert bir karakter çalışması. Justin Kurzel’in yönettiği filmde Caleb Landry Jones yıldızlaşıyor.

Emrah Kolukısa

Avustralyalı sinemacı Justin Kurzel istikrarlı bir şekilde ‘suç’ ve ‘şiddet’ temaları etrafında şekillendirdiği sinemasında bir kez daha gerçek bir olaydan yola çıkıyor son filmi “Nitram”da ve izleyiciye rahatsız edici bir karakter çalışması sunuyor. İstanbul Film Festivali’nde izleyicyle buluşan (ve bu yıl içinde vizyona girecek olan) film belki yönetmenin ilk filmi “Snowtown” kadar vurucu değil ama başta bu filmdeki rolüyle Cannes’da En İyi Erkek Oyuncu ödülü alan Caleb Landry Jones olmak üzere çok güçlü oyunculuk performanslarıyla puan kazanmayı bilen bir çalışma. 

1996 yılında Port Arthur’da meydana gelen ve 35 kişinin ölümüyle sonuçlanan toplu katliama giden yolu anlatan film 1979 yılındaki bir yangın kazasının haber görüntüleriyle açılıyor (bu kısmın da gerçek olduğunu anlıyoruz) ve yangına sebebiyet veren küçük çocuk ile ona mikrofon tutan muhabirin ilk izleyişte kahkahalara yol açan diyaloğuyla ilk taşı döşüyor: “Yeniden ateşle oynayacak mısın peki?” “Elbette”...

Bu sahnenin hemen ardından evinin bahçesinde çatapatlar patlatan genç bir adamın görüntüsü giriyor kareye (Caleb Landry Jones) ve artık 1996’da olduğumuzu, adını hiç duymayacağımız ama kendisine sık sık Nitram (aslında gerçek adının tersten okunuşu) diye seslenilen bu genç adamın belirgin bir zeka geriliği sorunu olduğunu ve şiddete meyeden ama bir o kadar da naif bir ruha sahip olduğunu çabucak anlıyoruz. Kurzel ve daha önce de birlikte çalıştığı senarist Shaun Grant çok kısa bir sürede izleyiciyi hikayenin içine sokmakta ve karakterin eskizini bir an önce çizerek ilgisinin odağını işaret etmekte son derece maharetliler, onu teslim lazım.

KURZEL OLAYA DEĞİL KARAKTERE ODAKLANIYOR

Bugüne dek adına İngilizcede ‘mass shooting‘ de denilen buna benzer toplu katliamların konu edildiği çok film izledik doğrusu. Hemen ilk aklıma gelenleri sıralayacak olursam Gus Van Sant’in “Elephant”, Denis Villeneuve imzalı “Polytechnique” ya da her ikisi de aynı olayı konu edinen “Utoya: July 22” (Erik Poppe) ve “22 July” (Paul Greengrass) gibi. Her biri de gerçek olaylardan hareketle çekilen bu filmler varken Justin Kurzel’in yine benzer bir olaydan hareketle çektiği “Nitram”da farklı ne var sorusu hem çok yerli yerinde hem de filme dair belki de en önemli açılımı sağlayacak soru...

Neden derseniz Kurzel bir bakıma bu anlaşılması, anlamlandırılması kesinlikle imkansız olaya en yakından bakan sinemacılardan biri olmuş ve olayın kendisini hiç göstermeyerek hem daha önce çekilmiş filmlerden kendini ayırmayı bilmiş (çünkü onun için olayın kendisi değil, oraya giden süreçte karakterin geçirdiği dönüşüm önemli) hem de dikkatimizi başka bir yere çekerek (bireysel silahlanmanın ne denli büyük bir tehlike olduğu) meseleye özgün bir bakış açısı kazandırmaya çalışmış.

Hep söylediğimiz ama sonra üzerinde durmadığımız bir konu değil mi gerçekten de; yani ‘katil’ eline bir silah alamasa, yasalar bireysel silahlanmayı tam anlamıyla engellese bu ve benzeri şiddet olayları belki de hiç yaşanmayacak. Tabii ülkemizde işlenen kadın cinayetlerini hiç katmıyorum bile, zira o konuda silahların yasaklanması bile yetmiyor maalesef, şerefsizler elleriyle katlediyor ulaşabildiği ilk kadını.

Sonuç olarak Justin Kurzel 1996 Port Arthur katliamının faili olan karakteri mümkün olan tüm boyutlarıyla (ailesi, kendisi kadar ‘tuhaf’ bir karakter olan Helen ile kurduğu gizemli ilişkisi ve onunla dalga geçmeyi hiç bırakmayan arkadaş çevresi burada onu şekillendiren dış unsurlar olarak giriyor filme) ele alıyor ve özellikle oyuncularından (anne rolünde Judy Davis, baba rolünde Antony LaPaglia ve Helen rolünde de Essie Davis; her biri çok iyi) aldığı üst düzey performanslarla izleyicisini bir hayli rahatsız etmeyi beceriyor. Filmde ses unsurunun da bu tedirgin edici atmosferin oluşumunda çok büyük etkisi olduğunu belirtmek şart bu arada, gerek ansızın patlayan silahın sesi, gerekse Nitram’ın zorda kalmış bir hayvanı andıran çığlık ve ağlamaları yer yer kulağınızı tıkama hissi verecek kadar güçlü.

Öte yandan Port Arthur Katliamı sonrası Avustralya yasalarının hızla değiştiğini ve bireysel silahlanmanın alabildiğine zorlaştığını bilgi olarak yazan Kurzel son zamanlarda işlerin eskiye döndüğünü ve büyük tehlikelerin hemen köşebaşında beklediğini eklemeyi de ihmal etmemiş. İşin bu yanı karamsarlığa düşmek için yeter de artar bile; özellikle böyle bir hikayeden sonra.