İslam ülkelerindeki kadınların başkaldırısı

“Yaralarım Aşktandır” oyununda genç yaşta bir trafik kazasında yaşamını yitiren kadın şair Furuğ’un hüzünlü öyküsünü izliyoruz. Furuğ Farruhzad geçen yüzyılda yaşamış ve İran edebiyatına damgasını vurmuş çok önemli bir şair

Zehra İpşiroğlu

Benim payıma düşen

bir perdenin asılmasının benden aldığı gökyüzüdür

benim payıma düşen terk edilmiş merdivenlerden inmektir ve ulaşmaktır bir şeylere çürüyüşte ve gurbette

benim payıma düşen anılar bahçesinde hüzünlü bir gezintidir…

Füruğ (Yeniden Doğuş adlı şiirden)

Suudi Arabistanlı Şair Hissa Hilal’in sesi: "Fetvanın gözlerindeki kötülüğü gördüm. İyililiğin yasadışı sayıldığı bir dönemde…Gerçeği söylediğimde gizlendiği yerden vahşi bir hayvan dışarı fırlıyor. Kör, ilkel ve öfke dolu. Üstünde ölüm kıyafeti. İktidarı simgeleyen güçlü, resmi bir kurumun sözcüsü olarak vaiz verip barışı arayanların üstünde terör yaratıyor”

Suudi Arabistan’da Million’s Poet yarışmasında büyük bir şiir ödülü alan Hissa Hilal; “Şiirlerim pençelerini çıkartıyor” diyor. “Bana karşı olan aptalların önünde eğilmeyeceğim”. Yazar Hilal üzerine yapılan belgeselde (Stefanie Brockhaus) bu ilginç kadın şairin başkaldırısını izlerken sahnede erkek yarışmacıların ardından ürkek adımlarla yürüyen, gözleri bile görünmeyen, sadece sesi duyulan bu simsiyah çarşaflı kadının direnci karşısında şaşkınlığa düşüyoruz. Hilal’in köktendinci erkek dünyasını sorgulayan şiirleri o kadar eleştirel ki, kolaylıkla fanatizmin kurbanı olabilir. Ama baskılara ve tehditlere rağmen yarışmadan çekilmiyor, korkmadan sonuna kadar direnerek finale kalıyor ve ödül alıyor.

Hissa Hilal  bu şiir yarışmasına katılarak ödül kazanmasıyla Suudi Arabistan’da bir ilki gerçekleştiriyor. Şu bir gerçek ki eleştirilerini şiirle değil sözgelimi bir gazete yazısıyla gerçekleştirseydi sonu çoktan gelmişti. Ama edebiyatın, sanatın konumu belki de farklı. Bu direnişin devamı gelecek mi, yoksa bu yarışma da sadece erkeklerin şovu mu; şiir söz konusu olunca biz kadınlara bile söz hakkı veririz şovu?

“Kadınlar toplumun ruhudur”diyor Hilal; “Onları dışladığınızda bütün bir toplumun ruhunu da dışlamış olursunuz”.Belgeselde izlediğim bu ödül töreninde  kara çarşafların ardındaki bu  kadının sesinin milyonlarca kadına güç verdiğini düşündüm.

YARALARIM AŞKTAN MI YOKSA ERKEK ŞİDDETİNİN BENİ BOĞMASINDAN MI?

Günümüzde kadınların sesi bütün dünyada, İslam ülkelerinde bile yükseliyor. “Yaralarım Aşktandır” oyununda  genç yaşta bir trafik kazasında yaşamını yitiren  kadın şair Furuğ’un hüzünlü öyküsünü izliyoruz. Furuğ  Farruhzad geçen yüzyılda yaşamış ve İran edebiyatına damgasını vurmuş çok önemli bir şair.

İzlediğimiz oyunda otoriterler  Furuğ’un hemen gömülmesine izin vermiyorlar. Çünkü yazarın yaşamında, şiirlerinde, duruşunda başkaldırı var. Otoriteleri böylesine hiçe sayan bir kadın yaşamı boyunca baş kaldırmayı başarabilmiş ama sesi, soluğu kesildiği bir noktada söz yine otoritelerde. Çünkü Furuğ gibi bir ‘kanıbozuk’ hiç kimseye örnek olmamalı, hiç kimseye cesaret vermemeli. Ne var ki otoritelerin gözden kaçırdığı Furuğ’un bedeni yok olsa, gömülmesine izin verilmese de şiirleriyle yaşamını sürdüreceği.

DÜŞÜNEN DE, YARATAN DA ERKEKLERDİR

Araftayız, yaşamla ölüm arasındaki bir noktada. Bir ölünün gözünden Furuğ’un yaşamının çeşitli evrelerini Nazan Kesal’in usta oyunculuğundan izlerken “kadından şair olmaz” diyen kadın düşmanı bir toplumun içinde buluyoruz kendimizi. Kadın düşünmesini, yaratmasını, yazmasını bilemez ki şair olabilsin. Düşünen de, yaratan da sadece erkeklerdir. Erkeklerin kadınlar için düşündüğü ve eyleme geçtiği bir dünyada ise kadına hiç yer yoktur. O kapanmaya, kapatılmaya, görünmez olmaya mahkûmdur.

Nazan Kesal, Furuğ’un öfkesini, hüznünü kimi kez şiir okuyarak, kimi kez anlatarak  dile getirirken erkek egemen bir dünyanın içinde ölümle yaşam arasındaki sıkışmışlığı da çok çarpıcı bir biçimde sergiliyor. Bunda bir ölünün anlatımında odaklaşan fantastik kurgunun (yazar: Şebnem İşigüzel) ve ölüme gönderme yapan mezar ya da tabut çağırışımı uyandıran bir masanın ve beyaz ışıklarla aydınlatılmış  sahne tasarımının da payı büyük (yönetmen: Berfin Zenderlioğlu). Nazan Kesal incecik beyaz giysileriyle ölüler dünyasına gönderme yaparak Furuğ’u canlandırırken hafifliği ve arınmışlığı simgeliyor. Furuğ uzaklardan farklı bir  noktadan bakıyor onu hırpalayıp horlayan bu dünyanın çirkinliklerine.Şiir yazmasına karşı çıkan otoriter babası, çocuğunu elinden alan ve onun anneliğini sorgulayan eski kocası, onu baskılar altında tutmaya çalışan mollara karşın erkeklerin kendisini ezip geçmelerine karşı çıkıyor; çektiği onca acılara rağmen  dimdik ayakta duruyor, ne istediğini biliyor, sözünü sakınmıyor, erkekleri alaya almaktan da, onların zavallılıklarını açığa çıkartmaktan da hiç çekinmiyor. Hiç durmadan  üretiyor, şiir yazıyor, bir çocuk evlat ediniyor, aşık oluyor. Kimsenin kendisini ve sanatını küçümsemesine izin vermediği gibi  kadınların attığı her adımın kontrol altına alındığı zor ve baskıcı koşullara  karşın yaşamını dilediğince biçimlendirme tutkusundan da  hiç de ödün vermiyor..

ATAERKİLLİĞİN LEŞ KOKUSUNDAN ARINMA

Furuğ’un toprağa verilmeyi bekleme sürecinde kova kova sularla ölü bedenini yıkaması  yaşanan bütün adaletsizliklerden, baskılardan, çirkinliklerden arınmaya gönderme yapıyordu. Kendini arındırma din adına dehşet saçan ataerkilliğin pisliklerinden arınma anlamına geliyordu. Kadınların  pırıl pırıl, tertemiz bir dünyada yeniden doğma ve sıfırdan başlama özlemini dile getiriyordu. Acaba baskıların olmadığı daha adil bir dünyada Furuğ gibi yetenekli bir yazarın yaşamı, şiirleri nasıl gelişecekti? Öte yandan Furuğ genç yaşta bir kazada hayatını yitirmeseydi, yaşamı  baskıların ve zorbalığın hiç  azalmadığı bir ortamda nasıl gelişecekti?  Ya da bugün yaşasaydı neler yaşayacaktı?

ŞİDDETİ DE, ÖLÜMÜ DE YENEN DİLİN GİZİLGÜCÜ

Fas asıllı yazar Saphia Azzeddine’nin kara mizah romanından Köln Keller Theater’de sahneye uyarlanan (Uyarlayan: Ulrike Jansen) ve ödül alan oyunu  “Bilquiss (Belkıs)”, kadınların görünmez olduğu bir ülkede görünür olmak mücadelesi veren bir kadının öyküsünü anlatıyor.  Belkıs Hissa Hilal ya da Furuğ gibi bir şair değil ama dilin gücüne inanan ve yaşadıklarını sorgulamaktan çekinmeyen genç bir kadın.

Bu da ona pahalıya mal oluyor çünkü  ölüm cezasıyla yargılanıyor. Belkıs taşlanarak öldürülecek.Suçu: Ezan saatini kaçıran sarhoş müezzine ezan okuyarak ders vermek, şiir okumak, topuklu ayakkabı giymek, makyaj yapmak, dahası patlıcan türü ahlaka aykırı sebzeleri bahçesine ekmek. Kendisine yönetilen absürt suçlamalar zaman zaman izleyiciyi güldürür gibi olsa da, gülme duygusu oyunun sonuna doğru boğazımızda takılıp kalıyor. Belkıs’a ölüm cezası vermek zorunda kalan yargıcın yaşadığı iç çatışmayı, Amerikalı gazetecinin çaresizliğini üç kadın oyuncu okuma tiyatrosuna yaklaşan bir minimalizmle canlandırıyorlar.

NAMUS BEKÇİLERİNE KARŞI

Belkıs mahkemede kendini savunurken namus bekçilerinin iki yüzlülüklerini ve ahlaksızlıklarını bir bir  yüzlerine vuruyor.İçindeki insancıllığı bastırmak zorunda kalan yargıç Belkıs’ı ölüme göndermek zorunda kalıyor, çünkü öyle bir mahalle baskısıyla karşı karşıya ki başka türlü davranması mümkün değil. Ne var ki Belkıs’ın erkek dünyasına başkaldırısını dile getiren sözleri bir bıçak gibi saplanıyor insanların yüreklerine. Dil ölümü de yenen bir silaha dönüşerek belki de bir gün kadınların  kolay kolay yok edilmeyeceği bir dünyaya gönderme yapıyor. Bir umut mu? Belki tıpkı Hessa Hilal’ın ya da Furuğ’un şiirlerindeki ışık gibi.