İçimize saklanan sevinçler... Y. Bekir Yurdakul’un yazısı...
Ahmet Büke hem hüzünler ve iç sızılarının yanında sevinçler ve ağız tatlarının da birbirlerinin yoluna çıkmadan/ sırasını almadan gelip geçtiği çocukluk anlarımıza, “alfabelik çocuk”(lar) olmaya çağırıyor hepimizi hem de çocuklarımızın o geniş, varsıl evreninin pencerelerinin aslında her daim açık olduğunu anımsatıyor.
Y. Bekir Yurdakul / Cumhuriyet Kitap Eki“...ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır/
Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana.” Ataol Behramoğlu
“Bu defteri bana babaannem almıştı.” Yazın dünyamızın, her zaman yapıtlarının duldasında geniş, ferah zamanlar geçirmeyi, onların yanı başında dilinin sakinliğince yürümeyi yeğleyen usta kalemi Ahmet Büke, günışığına çıkan yapıtı Babaannem, Kurbağalar ve Hayat’ta yarattığı dingin dünyaya işte böyle seslenerek çağırıyor bizi.
Bir merak kuşatsa da içimizi hemen akıp gitmiyoruz öykünün sakin sularına. Defterlerimiz düşüyor aklımıza, var(dıy)sa babaannemiz ya da anneannemiz giriyor sahneye. Kitapla birlikte onlarla birlikteliklerimizi de kucaklıyor uzak-yakın zamanlara koşuyoruz. Oyunluk, “alfabelik çocuk”(lar) oluyoruz. Sevinçler, ağız tatları, hüzünler, iç sızıları gelip geçiyor aynı sakinlikle ve birbirlerinin yoluna çıkmadan/ sırasını almadan.
Sonra aklımız o varsıl çocukluk evreninde, aklımızda o günlerden gülümsemeler; dönüyoruz Ahmet Büke’nin, yaşamın sahiciliğinden, dinginliğinden sunduğu dünyaya. Onun kahramanı olup akıyoruz satır satır, sayfa sayfa, sahne sahne.
TANIDIK BİR KAHRAMAN
Kahramanının adını vermeyişi de “Sensin o! Sizsiniz!.. O ‘bir daha ele geçmez ülke’ hepimizin! Nerede kaldıysa, unuttuysanız çıkarın kilitli sandıklarınızdan o güzelim çocukluk anılarınızı.” çağrısının aynı incelikle (ve metnin arayüzünde) dile gelişidir aslında.
Anayolların, sert asfaltların büyük hengâmesine hiç uğramadan, incecik akan bir derenin dinginliğini/ serinliğini taşıyan keçiyollarından; mahallenin sıcaklığına, koyda demirleyen teknelerin kardeşliğine, arıların geometri dersine, rengârenk uçurtmaların salınışına, gizli saklı yetişen şevketibostanın zenginliğine, yıldızların göz kırpışlarına... o yolun başında, “Bir yaz gecesi, evimizin yanındaki dereden, penceresi açık odama dolup kafamı şişiren kurbağa vıraklamaları arasında, defterin ilk sayfasına şöyle bir not düştüm:” dedikten sonra şaşırtıcı bir hızla ulaştırıyor okurunu.
‘Hayır! Bitmesin bu yolculuk!’ diyen iç sesimiz bizi yeniden Ahmet Büke’nin, gölgesine, “Hayat denen şey, bir armağan!” yazdığı çınarı saklayan / kucaklayan, o insan sıcaklığıyla dolu defterinin ilk sayfasına çağırıyor. Belki de kendi defterlerimizi sakladığımız / saklandıkları yerden çıkarmaya...
Babaannem, Kurbağalar ve Hayat / Ahmet Büke / Resimleyen: Başak Taşkıran / Günışığı Kitaplığı / 104 s. / 9+ / 2022.