Hitler Günlükleri ya da medya tarihi çarpıtırsa
BluTV’de izleyiciyle buluşan mini dizi “Faking Hitler” 80’li yıllarda Almanya’da yaşanan gerçek bir olaydan hareketle gazetecilik etiğini ve ırkçılığa dair farkındalığı sorguluyor.
Emrah KolukısaHikaye gerçek olamayacak kadar saçma, ama olmuş gerçekten de. 1980’li yılların başında becerikli bir dolandırıcı “Adolf Hitler’in günlüklerini buldum” diyerek kendi ürettiği bazı defterleri el altından satmaya kalkarken iş bir anda Stern dergisinin devreye girmesiyle ulusal, hatta uluslararası bir olaya dönüşür. Nasıl dönüşmesin bir yandan da; sonuçta insanlık tarihinin en büyük zorbalarından birine ait ve hiç gün yüzüne çıkmamış el yazması belgelerin içeriğinde yazanlar tarihin akışını bile etkileyecek denli önemli olabilir. Tabii bu tarihi buluşun ticari ve mesleki rantlarına kapılmayacak denli aklıselim kalınabilirse...
Başrollerini Lars Eidinger (“Clouds of Sils Maria”, “Babylon Berlin”), Moritz Bleibtreu (“Run Lola Run”, “Soul Kitchen”) ve Sinje Irslinger’in paylaştığı altı bölümlük Alman yapımı mini dizi “Faking Hitler”’in senaryosu ikisi gerçek biri kurmaca üç karakter üzerine inşa edilmiş. Gerçek karakterlerden ilki el becerisi hayli yüksek, yaşadığı Alman toplumunun zaaflarının fazlasıyla farkında bir kurnaz olan Konrad Kujau (Moritz Bleibtreu). Dizide çok anlatılmasa da hem annesi hem de babası 1933 yılında Nazi Partisi’ne katılmış ve kendisi de 1938’de Dresden’de doğmuş bir adam. Nazi idealleriyle yetişen ama bir biçimde ufak tefek hırsızlık olaylarına bulaşan ve savaş sonrası yaşadığı Doğu Almanya’dan Batı tarafına kaçmak zorunda kalan Kujau sahteciliğe başlıyor ve hatta hapse girip çıkıyor. Onu hikayenin baş kahramanlarından biri yapan özelliği ise Nazilere ait ‘sahte’ anı eşyaları üretmeye başlayıp koleksiyon meraklısı zenginlere satması. Kariyerinin zirvesi ise tüm Almanya’nın çalkalanmasına sebep olan Hitler Günlükleri’ni kendi elleriyle yazıp gerçekmiş gibi yutturabilmesi oluyor.
Hikayemizin ikinci gerçek kişisi bir gazeteci: Gerd Heinemann (Lars Eidinger). 1931’de Hamburg’da doğan ve gençlik yıllarında Hitler Gençliği’ne (Nazi Partisi’nin gençlik kolu) katılan Heidemann savaş sonrası fotoğrafçılığa merak salıyor ve serbest foto-muhabirliğe başlıyor. 1951‘den itibaren Stern dergisi için muhabirlik yapmaya başlayan Heidemann özellikle savaş bölgelerine gidiyor ve bir yandan da elini attığı her konuyu derinlemesine araştırmasıyla tanınıyor. 1973 yılında fotoğraflamak için gittiği ve eskiden Hermann Göring’e ait olan Carin 2 adlı yatı borç harç satın aldıktan sonra hayatı değişiyor zira bu sırada Göring’in kızı Edda ile tanışıp bir aşk yaşıyor ve bu ilişki sayesinde birçok eski Nazi ile tanışma fırsatı buluyor. Tüm bu ilişkiler ağı göz önüne alınırsa Kujau’nun ürettiği sahte günlüklerin eninde sonunda Heidemann’ın önüne gelmesi çok da şaşırtıcı olmasa gerek.
Dizinin en önemli karakterlerinden biri de genç gazeteci Elizabeth Stöckel (Sinje Irslinger). O, bir yandan meslekte yükselme hırsıyla yaptıkları, bir yandan da babasının muhtemel bir savaş suçlusu olması şüphesiyle hissettikleri yüzünden hikayenin dramatik aksını çatan, dahası kişiler arası çatışmanın tam da ortasına yerleşen bir karakter. Diğer ikisinin aksine gerçek değil de kurmaca bir karakter olan Elizabeth hem günlüklerin sahteliğinin kanıtlanmasında üstlendiği rolle gazetecilik etiği tartışmasını gündeme getiriyor hem de 80’li yıllarda bile Alman toplumunda var olan Nazizmin ve ırkçılığın ipliğinin pazara çıkarılmasına yaptığı katkıyla bir anlamda meselenin bugüne dair taşıyıcılığını yapmış oluyor; bir nevi farkındalık çanı çalıyor.
“Faking Hitler”deki gazetecilik etiği meselesi belki bizimki gibi ipini koparmış, iktidarın yayın organına dönüşmüş bir medyanın kanser gibi neredeyse tüm yayın organlarına bulaştığı bir ülkede çok anlaşılamayabilir (ya da üzerinde fazla durulmayabilir diyelim) ama tarihiyle hesaplaşmayı öncelik olarak belirlemiş Almanya gibi bir ülkede bile doğru dürüst araştırmadan, sadece haberin getireceği kariyerist şöhret ile hareket eden hırslı bir gazeteciyle, dergi satışından gelecek milyonlarca markın çekiciliğine kapılmış açgözlü bir medyanın tarihi çarpıtmaya dek uzanan işbirliğinin ne denli vahim olduğunu uzun uzun düşünmek gerek. Tabii ülkemizde tarihi çarpıtma, dahası geleceğe yönelik çarpık, yalan yanlış bir tarih yazımı çabası o kadar alıp başını gitti ki, üzerine bırakın dizi çekmeyi, cilt cilt ansiklopediler yazıp okullarda okutmak gerekecek diye korkuyorum.