Her şeyi öğüten zaman... Feridun Andaç'ın yazısı...

Philippe Sollers, bize bu zamanın ruhunu anlatır, bu çağın değişiminin romanının nasıl yazılması gerektiğini de gösterir.

Feridun Andaç / Cumhuriyet Kitap Eki

SÖYLEMEK İÇİN YAZMAK

Philippe Sollers minimal bir anlatıcı.

Bunu da ardı ardına okuduğum üç romanına dayanarak söylüyorum.

Stüdyo, Sabit Tutku, Venedik Karnavalı onun düşünce romancılığının örneklerini içeriyordu. Sollers, anlatılarında, klasik anlatı örgüsünü parçalasa da; okurda yeni bir algı yaratabilmek için, kişi/yer-mekân/olay birliğini bozmadan, eylem içindeki anlatıcı (karakter) figürünü öne çıkarıyordu.

Roland Barthes, onun bu metin kurucu/bozucu yanını önemsiyordu. Bir yazı insanı olarak ona olan bu duygularını da bir mektubunda şöyle dile getirecekti:

“Size hayranlığımın sonu gelmiyor - çünkü yazarla ilgili yeni yazdıklarınız doğruluk, mutluluk, gerçeklik bakımından tam anlamıyla hayranlık verici, ben de herkesin bu metni okumasını ve söylediklerine inanmasını isterim.”

Sollers’in sözünü ettiğim öteki üç anlatısı; Medyum, Merkez, Güzellik birer romans. Onca dil/kurgu tayflarından geçen bir anlatıcı; hem kurguda hem anlatılanlarda hem de geliştirdiği söylemde arı bir bakışla minimal söyleyişi önceliyor.

Evet, söyleşircesine yazıyor Sollers.

Bir söylem kurmak, şaşırtmalar yaratmak yerine; yaşamsal olanın görünen yanlarını yalın, akıcı bir söyleyişle okura taşıyor.

İşte orada yarattığı imgelem, açtığı algı pencereleri önemlidir.

Barthes, o yanına da şöyle bakar:

“Şunu durmadan söylüyorum, çalışmanız tam da avangard kavramının kendisini şiddetle altüst ediyor, çünkü ‘edebiyat’ın üstünden, estetik topluluğa değil de günümüzdeki tarihsel topluluk olarak adlandırılabilecek şeye karşılık veriyor.”

Öyle ki; onun kendisi için dile getirdiği şu düşünceyi; “söylemek için yazıyorum yalnızca,” pekâlâ Sollers için tanımlamak yerindedir.

“Söylemek için yazmak…”

Demin altını çizdiğim de bu aslında.

Minimal kurmaca bir anlatıda parça-bütün ilişkisi kısa ânların yansıtılmasını da içerir.

Yaşamsal yazı, yaşamın yazısı… Bir yanıyla dönüştürücüdür Sollers, ele aldığı konu/izlek bağlamında anlattığında, öte yanıyla da “karanavalesk”tir.

Biçim-bozucu, ama kendi biçiminin de kurucusudur. Ki; bu özgündür, etkileyici kaynaktır modern kurmaca için.

Evet, söyleyen… Söyleyerek giden anlatıcı. Düşten düşünceye yönelirken “hakikat” düşüncesi ile “gerçeklik” duygusu arasında köprüler kurar. Ândaki gerçekliğe yönelişinin iki ucunda duran Merkez ile Güzellik anlatıları, bir bakıma da Sollers’in yazınsal düşünce uğraşının kotlarını da bize vermektedir.

Edebiyatın dünyayı anlaşılır kılması, yaşadığımız ilişkilere anlam verebilmemiz için neden gerekli olduğunu sıklıkla hatırlatan bir anlatıcının bu iki romanı tam da onun anlatıcılığının işte bu sesini duyurur bize.

Açıkçası her şeyi öğüten zamana karşı zihnin engellerini kaldırarak yaşamayı gösterir; bununla da çok şeyi hatırlatır bize Sollers.

Üstelik metinlerarası ilişkiden, düşten düşünceye gezindiği geniş bir anlatı ekseni kurar.

Kendi düşünce atlasınızı yaratarak kavramlarınızı oluşturup hikâyenizi bunun üzerine nasıl inşa edebileceğinizi de gösterir.

İşte bu üçleyici anlatıları Medyum>Merkez>Güzellik öylesi bir içeriğe sahiptirler.

 


YAZARIN YURDU DİLDİR

Kuşkusuz yazarın yurdu dilidir. Ama onu var eden asıl yaşadığı zamanın ruhu, oluştuğu kültürel iklimdir. Bu da onun kiminle, nerede, nasıl karşılaşıp, ne tür bir etkileşim içinde yaşayarak yaratıcılığını var ettiğidir…

Eğer bu zenginliklerden yoksunsanız kendinizi var edemezsiniz. O nedenledir ki, o iklimi oluşturamayan yazar gider; onu var edebilecek koşullara, zamana kendini açar.

Görme, anlama, bilme, etkilenme; hatta karşılaşma yolculuğunu seçer.

İşte Sollers bu soy yazarlardandır. Gitmeyi, karşılaşmayı seçen, ayıklayarak metinler arasında gezinen bir yazar…

Güzellik’in ana figürü, dahası göndermelerin içerdiği öte-kahraman Hölderlin’e Hegel’in yazdıklarını okuyunca, bu etkileşimin nasıl olabileceğini de düşünüyorsunuz ister istemez:

“Sen kendinle benim kendimle olduğumdan daha fazla barışıksın. Gürültü seni rahatsız etmiyor, oysa ben sessizliğe ihtiyaç duyuyorum. Ben de neşelenmiyor değilim, ancak sen neşeyi her yerde buluyorsun.”

Böylesi bir etkileşim üzerine düşününce; ilkten Sollers’in tutkulu bakışıyla gezinen entelektüel düşüncesinin labirentlerinde kurulan roman(lar)ın neyi/nasıl yansıttığını gözlüyorsunuz.

Geçişlerle, bağlantılarla, göndermelerle var olabilen bir anlatının ana eksendeki düşünsel tözü başka seslerle çoğalarak sorgulayıcı bir metne dönüşüyor. Bir yanda anlatılan bir “hikâye”, süren bir anlatı zamanı; ötede de çağrışımlarla/hatırlamalarla yüklü taşıyıcı imgeler, sözler, düşünceler, metinsel geçişler.

Tüm bunlar da Sollers’in anlatılarını “entelektüel anlatı” kılarken; “çoksesli roman”a kapı aralar. Yani, “yeni roman”a itirazları olan bir romancının söylemi belirir.

Sürekli duygu diliyle konuşan anlatıcı, kendi zihin haritasında gezinirken hatırlayış imlerine döner yüzünü. Oradaki imgeler/sözler/düşünceler adeta çoksesli koro gibi metne akışkanlık kazandırır. Burada da anlam-sorgu iç içedir.

Bu anlamda Philippe Sollers kendine “özel okur” arayan bir romancı olarak karşımıza çıkar dersek, abartı sayılmamalı!

“Özel”den kastım, düşünen/soran/sorgulayan/bilen meraklı okur…

Her romancıda göremeyeceğimiz bir birikimin yansıması yalnızca düşüncede değil, kurgu yetkinliğinde, söylem üretme bilincinde yatar. Öyle ki, Sollers arayışın romancısı olarak da mitolojiden psikiyatriye, tarihten felsefeye, bir yerden mekâna gezinen anlatıcı olarak karşımızdadır her dem.

Mimar Christian de Portzamparc ile yaptığı konuşmada yazınsal yaratıcılığını nasıl bir imbikten geçirdiğini şöyle dillendirecektir:

“Yazılmış olanlar, yaşanmış olanlar. Bana gelince, beni ilgilendiren şey bundan kurtulmak. Peki nasıl? Hemen her zaman, yaşanmaz olanın açığa çıkarılması yoluyla. Bitmiş, tamamlanmış olandan kurtulma arzusuyla. Yavaş yavaş anlatı, daha ferah, daha rahat bir konuma ulaşıyor; bu da bize, şurada burada, kentlerde, yolculuklarda, inziva köşelerinde yol gösteriyor. Zamanın doğası değişince mekânınki de değişir.”

İşte Philippe Sollers, bize bu zamanın ruhunu anlatır, bu çağın değişiminin romanının nasıl yazılması gerektiğini de gösterir.

Size “bozguncu, pırıltılı, nüanslı, kıpır kıpır” bir romancıdan söz ediyorum sevgili okurum. Her yere taşıyabileceğiniz, her dar/açık zamanınızda okuyabileceğiniz bir yazardan…

 


OKUMA ÖNERİLERİ

Philippe Sollers:

• Stüdyo, Çev.: Esin Talû-Çelikkan; 1999, YKY., 166 s.

• Sabit Tutku, Çev.:Pınar Yasemin Akan; 2004, YKY., 220 s.

• Venedik Karnavalı, Çev.: Aysel Bora; 2007, YKY., 194 s.

• Medyum, Çev.: Aysel Bora; 2016, YKY., 106 s.

• Merkez, Çev.: Nilgün Tutal; 2019, Alfa Yay., 89 s.

• Güzellik, Çev.: Nilgün Tutal Cheviron; 2020, Alfa Yay., 188 s.

• Roland Barthes’ın Dostluğu, Çev.: Sema Rifat; 2017, YKY., 162 s.

• Christian de Portzamparc / Philippe Sollers, Görmek ve Yazmak, Çev.: Cem İleri; 2010, YKY., 137 s.

• Julia Kristeva / Philippe Sollers, Güzel Sanatların Bir Dalı Olarak Evlilik, Çev.: Aysel Bora; 2015, YKY., 98 s.