GÜROL SÖZEN’DEN ‘1919-23 DESTAN VE ONLAR’
Usta ressam, yazar ve sanat tarihçisi Gürol Sözen’in Kurtuluş Savaşı Destanı’nı özgün tarzıyla yorumladığı eserlerinin yer aldığı “1919-23 Destan ve Onlar” adlı, 28 Ekim’de Çankaya Belediyesi Doğan Taşdelen Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde izlenime açılan sergisi, 27 kasım’a kadar sanatseverlerle buluşmaya devam edecek. Serginin Çankaya Belediyesi tarafından yayımlanan kataloğunda da görüleceği üzere Gürol Sözen büyük destanımızın izini sadece usta yapıtları eşliğinde değil özgün şiirleri ve usta edebiyatçıların eşliğinde de sürüyor. Uzun bir süredir kurguladığı Kurtuluş Savaşı Destanı’nın resimlerini “şiiri, öyküsü ve dramatik örgüsü ile bir armağan,” olarak yorumluyor Gürol Sözen . Bir destan!.. Çizgi ve sözcüklerin harman olduğu Anadolu toprağına adanmış; çok uzak değil, Cumhuriyet’imizin 100 yılına bir gönderme: Yaratıcısı ise Anadolu uygarlıkları hakkında yapmış olduğu araştırmaları, değerlendirdiği kültürel kapsamlı kitapları, belgeselleri, özgün konseptli müze sergileri ile de tanınan Gürol Sözen. Kendi tanımı ile “Bir boyacı ya da bu toprakların arzuhalcisi!” Gürol Sözen ile tam da bugün, Büyük Önderimiz Atatürk’ü kaybettiğimiz 10 Kasım’da konuşmak bir ayrıcalık olduğu kadar hüzünlü bir yolculuktu da.
Gamze Akdemir / Cumhuriyet Kitap EkiŞİİRİ, ÖYKÜSÜ, DRAMATİK ÖRGÜSÜ İLE BİR ARMAĞAN
Ressam, yazar ve sanat tarihçisi Gürol Sözen, uzun bir süreden beri kurguladığı Kurtuluş Savaşı Destanı’nın resimlerini; “şiiri, öyküsü ve dramatik örgüsü ile var olmamızın sorumluluğu ve gelecek kuşaklara da bir armağan,” olarak yorumluyor.
Bir destan!.. Çizgi ve sözcüklerin harman olduğu Anadolu toprağına adanmış; çok uzak değil, Cumhuriyet’imizin 100 yılına bir gönderme: Onurunu kuşanmış bir destan... Yaratıcısı ise Gürol Sözen. Kendi tanımı ile “Bir boyacı ya da bu toprakların arzuhalcisi!”
REFİK DURBAŞ: ‘RENKLERİ ŞİİR İLE BEZİYOR’
Şair Refik Durbaş’a göre; “Renkleri şiir ile beziyor, şiir yüklüyor onlara ama renge de sözcüklere de sığınmıyor... Hadi, Divan şiiri geleneğiyle söyleyeyim, bir “taç beyit” zarafeti ve inceliği var. Gürol bence şiire en yakın duran ressamlardan biri.” (2005)
Felsefeci Hüseyin Demirhan’a göre, “Her belirleme yoksamadır, der Spinoza ve arkasından Hegel…Gürol Sözen de böyle bir diyalektik var. O bir anlamda birçok toplumcu, “proletarya” ressamından daha devrimci.” (Destan sergisi için / Cumhuriyet / 1979)
Celal Üster’e göre, “O bir düş gezginidir…Bazı insanlar vardır; şairdir, ressamdır, heykeltraştır, yazardır ama onları hiçbir zaman tek bir sözcüğe sığdıramazsınız…Bence, ülkemizde sayısı pek fazla olmayan kültür adamlar biridir Gürol Sözen…Binlerce yıldır aynı topraklardan beslenen, hem de her çağda yeni sularda yıkanan Anadolu uygarlıklarını özümseyerek yapan bir kültür adamı.” (1995)
Adalet Ağaoğlu’na göre,“Yazarlığında resmini gizlediği, ‘hiç resim yapmamış’ gibi durduğu kadar da ressamlığında da hiç yazmamış gibi duruyor. …Umutsuzluğu ile el sıkışmış, yalnızlığı ile barışık.” (2000)
Fotoğraf: Kaan Sağanak
CEYHUN ATUF KANSU: ‘ÇİZGİLERİ
BİR HALK BULUTU GİBİ’
Ceyhun Atuf Kansu ise 1972’de sanatçının Ankara’da açtığı sergi için, “Gürol Sözen’in çizgilerinde, ‘Kurtuluş Savaşı’nın akıp giden ırmağı vardır Atlar, kadınlar, yeller… Bir duman içinde gelirler, bir karmaşaya doğru giderler…Bir halk bulutu gibi.” der.
28 Temmuz 2011’de Cumhuriyet Kitap için Gürol Sözen ile yaptığım söyleşi geliyor aklıma: “Şiirsiz bir toplumun hiçbir şeyi doğru dürüst üretemeyeceği kanısındayım…Bireysel yalnızlığımızı ateşleyen toplumsal bir yalnızlıktır yaşanılan. ”
Cumhuriyet Kitap’ın 4 Aralık 2014 sayısında, denemelerinin yer aldığı “Kederi Dağıtan Mavi” kitabı için yaptığım söyleşide de, “Düşlerin olmadığı yerde sanat olur mu? Gökdelenlere konan bir güvercin gördünüz mü?” demişti…
VE ONLAR VE ONLAR VE ONLAR!
Şimdi elimde kapsamlı bir katalog var: “1919-23 Destan ve Onlar.” Çankaya Belediyesi Doğan Taşdelen Çağdaş Sanatlar Merkezi’nin neredeyse tüm salonlarındaki sergide, “…ve onlar ve onlar ve onlar” ın sonsuz destanı.
Resim: Gürol Sözen
‘GÖNÜL YARASI BİR COĞRAFYAYDI ANADOLU (...) KUŞKU, KORKU VE İHANETİ GÖRDÜLER!’
Ara başlıklarına bakıyorum. Sayfa 33, bir şiir: “Yokluk, yoksulluk ve sayrılar / ve yılgınlığın kol gezdiği / gönül yarası bir coğrafyaydı / Anadolu”…
Sayfa: 67: “Kuşku, korku, keder ve ihaneti gördüler.”
Sayfa: 79: “Kundaktaydılar / Ya geliverirse uykularında ölüm?
Sayfa: 91: “Aydınlık karanlıkla yer değiştiriyordu gökyüzünde / Karanlıklar aydınlıkla.” “Ölüm ne ki yar koynunda vatan işgal edilmiş ise.”
Sayfadaki resimlere bakıyorum: Karanlıkta kağnılar, yollara koyulmuş yığınlar; kadınlar, yüklü kağnılar, kundakdakiler, çoluk çocuk sanki bir bilinmeyene gidiyor.
Resim: Gürol Sözen
‘RESİMLERİMİN ŞİİRİNİ YAZMAK İSTEDİM’
Gürol Sözen’in destan için yazdığı 10 şiiri, resimleri mi yazdırdı, yoksa resimler mi şiirleri? Soruyorum Sözen’e; “Ben kutsallığımın şiirini yazmak istedim. Elbette resimlerim yazdırdı; her çizgi bir şiir; her kan lekesi bir ağıt. Her karanlık ölüm…Bu destan, onların. İster türkü olsun isterse suretlerinin resmi. Sanatın o vazgeçilmez ustalığı, abartmadan bu karelerde egemen olmalıydı…
Ama her ikisi de sevgili Ceyhun Atuf Kansu’nun dediği gibi, karanlıkta da olsa, ‘Yaşın, yaşın bir halk bulutu içinde’ olmalıydı…” diye yanıtlıyor.
Resim: Gürol Sözen
KUVAYI MİLLİYE’NİN ATLARI, NÂZIM’IN RÜZGAR KANATLI ATLARI VE ATATÜRK’ÜN BAKIŞLARI!
Kataloğun sayfalarını karıştırıyorum. Bir şiirden alıntı: “Doğu, batı, kuzey, güney ve cümlesi / pay edilmiş bir soğan ve ekmek parçasıydı sanki / Bulutu, rüzgarı, suyu, mavisi, kağnısı / oğulu, kızı, gelini, beşiklisi / ve… kınalı elleri ile hiç yaşanmamış gibi duran / bir topraktı sanki / Anadolu. / Oysa onlar buralıydılar, bir yudum su gibi helal / hem de binlerce yıldan beri buralıydılar.”
Kuvayi Milliye’nin atları, sayfaların sonuna doğru Nâzım Hikmet’in “Rüzgar kanatlı atları” ile Dergi’mizin kapağında yer alan Mustafa Kemal Atatürk’ün sorgulayıcı bakışı Atatürk ve katalogdaki portrelerine takılıp kalıyorum.
‘SARKACIN İKİ YAKASI; BİRİ YANI HÜZÜN DİĞERİ SEVİNÇ VE UMUT’
Tüm içtenliğimle sormayı sürdürüyorum sevgili Gürol ağabeye:
“Geçmiş yıllara baktığım da sanatınıza, sergilerinize, TRT de yaptığınız belgeseller, müze koleksiyonlarından seçtiğiniz sergilere paralel, Anadolu Uygarlıkları ile ilgili büyük boyutlu kitaplarınız aklıma geliyor.
Bin Çeşit İstanbul... Ege’den Akdeniz’e Mavi Uygarlık... Martıların İstanbulu... Bulutların Altındaki Uygarlık Anadolu... Prof. Dr. Zeynep Sözen ve Prof. Dr. Münir Ekonomi ile birlikte yazdığınız Büyük Menderes’in Sularında Priene, Milet, Didim... TİEM’de 42.500 kişinin gezdiği Güzeli Arayış sergisi ve kitabı... Anadolu topraklarında Mozaik, denemelerinizi içeren Kederi Dağıtan Mavi... Birlikte üzerine söyleşi yaptığımız Beyoğlu’ndaki ilk atölyenizin öyküsü Eski Çiçekçi Sokağı... Priene, Milet, Didim ve Uygarlıkların izi ve uygarlıkların masal kitapları…
Bu serginizde uygarlıklardan da izler var. Ayrıntılarla dolu sergi kataloğu ise sanki Atatürk ve arkadaşlarının ve sizin söyleminiz ile bu topraklardan yani Cumhuriyet Türkiyesi’nden notlar. Ve ardından ses getirecek Destan ve Onlar Sergisi.”
Hüzünlü ama direngen bir duyguyla yanıtlıyor: “Öylesine bir coğrafya ki Anadolu; yazılmamış, söylenmemiş, dillendirilmemiş o denli çok şey var ki üzülüyorum! Yeterli değil üzülmem; deliler gibi bağırmak geçiyor içimde. Metin Sözen öyle bir tanımlama yapmış ki “Biz, bizler bu toprakların ev sahibi mi yoka kötü bir kiracısı mıyız.” Her yerde dillendiriyorum. Cehl rüzgarına kapılmış, sırıtarak dört nala gidiyoruz. Ama bu atlar, Kurtuluş Savaşı’mızın atlıları değil…
Bir toplum ancak kültür ve sanatı ile var olabilir. Kendi topraklarını, gerçeğini; suyunu, bulutunu, ağacını, çiçeğini, türküsünü, kuşunu kurdunu didikleyerek, özümseyerek var olabilir.
Kim, kimler bağışlar tepsi içinde 12 bin yıllık görkemli mirası bu topraklara? El kapısında nöbete durmak neyin nesi? Sarkacın iki yakasıyız; biri hüzün diğeri sevinç ve umut. Karacaoğlan diyor ki, “Selam eylen bizden evvel gelene/ kim var idi biz burada yoğiken.” Kendini, kendi varlığını merak etmeyen bu toplum nasıl oluşuverdi birden?
‘ŞİİRİ, TÜRKÜSÜ, MASALI, RESMİ, HEYKELİ, BULUTU...
NE ACI Kİ İHANET BULUTLARI HEPSİNİ DELİP GEÇTİ!’
‘Buna ne var? Dersen adlandırması güç değil. Yozlaşma, kirlenme. Kiri, pası sevenler öylesine çok ki! Shakespeare “Parlayan her şey altın değildir!” demiş. Yanılmış!..Oysa var oluşumuzu bize, bizlere bağışlayanlar; yokluk, yoksullu ve çantalarında ki bir tayın ile ölüme gülümseyerek yürüdüler…Resmettiklerim de onlar, onlar var…Bu topraklara minnet borcumuz o kadar büyük ki neyi gördüysem onu yazmaya çalıştım. Neye ayağım takıldı ise, ona meraklandım. Onlar düşüme girdikçe resmettim. Şiiri, türküsü, masalı, resmi, heykeli, bulutu ve o ah rüzgarları!.. Ne acı ki umarsızlık ve doğduğun topraklarda ihanet bulutları her birini delip geçti ve yoluna devam ediyor…”
Bir sorum da sergi kataloğunun sonunda ki “ …ve Onlar ve Onlar ve Onlar” başlığı altında ki yazının sonunda yazdıklarınıza dair: “Sığındığım liman bir başlangıç. Her yalnızlık kendi içinde sürgün verir. Her sürgün de kendi içinde destanını dillendirir… Kuşku götürmez bir gerçek; çizgilerimin yumağını alıp rüzgar kanatlı atlara binip, bana bağışlanmış bu destanı bin kez daha çizmek isterdim?” Bu bir başkaldırı mı?”
Gürol Sözen ve Gamze Akdemir / Fotoğraf: Can Erok
‘BU BÜYÜK BORÇ NASIL ÖDENİR BİLMEM! BİR YANIMDA 12 BİN YIL,
DİĞER YANIMDA ATATÜRK VE SİLAH ARKADAŞLARI VE ONLAR, VE ONLAR’
Gürol Sözen’in yine içtenlikle verdiği yanıtla bitirmeli yazıyı:
“Öyle de diyebilirim, özür de? Bu büyük borç nasıl ödenebilir bilmem! Bir yanımda 12 bin yıl, diğer yanımda beni, bizi, sizleri var eden Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları ve onlar, ve onlar… Bu “Destan” gelecek kuşaklara bir armağan olsun. Umarım, bu umarsızlığa not düşmüş olurum.”
Ellerine sağlık büyük usta Gürol Sözen. Kurtuluş Savaşı’nın başı dik atlısı, direnişin cesur savaşçısı, emanetin yılmaz koruyucusu, yüreğine sağlık!