Gatsby’den Kemal Basmacı’ya roman kahramanları
Semiramis Yağcıoğlu, Roman Kahramanları ve Öznellik: Söylem İdeoloji ve Coğrafya (Öteki Yayınevi) adlı kitabında Suat Derviş’in Suskun Kadınlarını, Orhan Kemal’in Murtaza’sını, Aziz Nesin’in Zübük’ünü, F.Scott Fitzgerald’ın Gatsby’sini Lawrence Durrell’in Justine’ini, Ernest Hemingway’in Robert Jordan’ını ve daha birçok kahramanı inceliyor, eleştirel okumanın yapı çözümcü bir yol haritasını sunuyor. Bu kahramanların ayna karşısında varoluşsal bir endişeyle kendilerine sorduğu ‘Ben kimim’ sorusuna yanıt bulmanın peşine düşüyor ve roman kahramanının kendisine yönelttiği ‘Sen kimsin’ sorusuna yanıt arıyor.
Erendiz AtasüEdebiyatın tutkulu okurlarına ve yazar olmak isteyenlere değerli bir kitap önereceğim: Semiramis Yağcıoğlu’nun Roman Kahramanları ve Öznellik: Söylem İdeoloji ve Coğrafya adlı edebiyatbilimsel, ancak akademik metinlerin soğuk ve katı üslubu yerine, çekici bir edebi dille kaleme aldığı çalışması.
Bilgi, düşünce ve kültürle donanmış bir zihnin Türk ve dünya edebiyatından kimi başkişiler üstüne -adeta karmaşık cümlelerle berrak anlama nasıl ulaşılabilir sorusunu yanıtlayan- bu yorumları, yalnızca Türkçenin lezzeti için bile okunmaya değer.
ELEŞTİREL OKUMA VE OKURUN
ANLAM ÜRETİCİSİ KONUMU
“Eleştirel okuma” dediğimiz, okurun etkin zihinsel katkısıyla ilerleyen deneyimde Hülya Soyşekerciler, ömürlerimizi yutan “hız çağına” karşı okurun yarattığı bir “yavaşlatılmış zaman” seçeneği bulur (Hülya Soyşekerciler, Gün Işığı Demeti, Pagos Yayıncılık, 2021).
Semiramis Hoca, kitabının çeşitli yerlerinde, Soyşekerci’nin “yavaşlatılmış zaman” dediğine açıklık getirir: “Eleştirel okuma”, okurun anlam tüketicisi konumunu terk edip anlam üreticisi konumuna geçmesiyle mümkün olabilir (s. 280).
Yani okur, algısını tüm olasılıklara açabilmeli, ana anlamı çevreleyen yanal anlamlara da dikkat etmeli, kavrayışını metin hakkında verilmiş hazır hükümlerle sınırlama kolaycılığına düşmemelidir. Karakterlerin ne söylediğine değil, neleri söylemediğine de bakılması gerekir. (s. 104)
Semiramis Yağcıoğlu, kendi okumalarının karakterlerin içsel yaşantılarına yoğunlaşmakta odaklandığını kaydeder. (s. 27)
İrdelediği roman başkişisinin iç dünyasını çözmek için “Dil ruhun aynasıdır” diyerek kahramanın konuşmasındaki tekrarlara, kullandığı zamirlere dikkat eder. Tabi dil ruhun perdesi de olabilir; o nedenle eylemlerdeki tekrarlar da önemlidir. (s. 41, 42)
LACANCI PSİKANALİZİN “AYNA”
KURAMININ IŞIĞINDA ÇÖZÜMLEMELER
Bizim edebiyatımızda Orhan Kemal’den Orhan Pamuk’a, Aziz Nesin’den Suat Derviş’e, Füruzan’dan Tahsin Yücel’e; dünya edebiyatında Fitzgerald’dan, Hemingway’den Gorki’ye kadar geniş alanları baş kişiler açısından tarar ve meselâ Suat Derviş üstüne çalışırken - benim gözümden kaçmış bir olguyu - Suat Hanım’ın bütün kadınlarının annesizlikle yaralı olduğunu keşfeder! (s. 104)
Genellikle yapısalcı dil kuramcısı Saussure’ün ve Lacancı psikanalizin “ayna” kuramının ışığında ve roman metinlerindeki mekânlara göndermelerle yapar çözümlemelerini Yağcıoğlu. Özellikle İskenderiye Dörtlüsü’nde ve Masumiyet Müzesi’nde metinden yola çıkarak kahramanlarla ve olayla, mekânlar arasında çok ilginç köprüler kurar.
Lady Chatterly’nin Sevgilisi’nde sınıf karşıtlığını bedenler üzerinden okuması kayda değerdir. Tahsin Yücel’in Yalan’ı, Füruzan’ın Gül Mevsimidir öyküsü, Fitzgerald’ın Büyük Gatsby’si ve Hemingway’in Çanlar Kimin için Çalıyor çözümlemeleri kanımca mükemmeldir. Murtaza ve Masumiyet Müzesi yorumlarını ise biraz sorunlu buldum.
ORHAN KEMAL’İN MURTAZA’SI
VE FREUD’CU BİR AÇIKLAMA
Orhan Kemal’in Murtaza’sına Lacan’ın aynası sanki pek uymuyor. Murtaza’nın şehit dayısının aynasında kendini görmeye çalışmasındansa, Freudcu bir açıklama sanırım romana daha yakın düşüyor.
Yani bu yetim, şehit dayının imgesinde bir baba figürü buluyor ve ülke yıkılırken, anavatan kaybolurken, bu şehidin kutlu anısıyla hiçbir şekilde, erkek çocuğun yetişkinliğe ulaşmasında elzem olan baba oğul çatışmasına giremiyor ve hep babanın yerine geçecek devlet, patron vs.’nin karşısında el pençe divan kalakalıyor.
Büyük Gatsby’de tek bir politik söz yokken, okur bu romanda - Semiramis Hanım’ın saptadığı üzere - Amerikan sisteminin tam bir eleştirisini buluyorsa, nedeni Fitzgerald’ın kahramanını doğru tarihsel, toplumsal ve iktisadi kodlarla çizmiş olmasıdır.
Kişiler böyle çizilmemişse, yorumlarımız Eco’nun deyişiyle “aşırı yorum” sahasına kayıverir. Ve edebi metinlere alışık okur bile ülkeye özgü kadın ezilmişliğini Masumiyet Müzesi’nde yakalayamıyorsa, 1970’lerde geçen romanın baş kişisi Kemal Basmacı dahil tüm kişilerinin, tarihin sokakta kanla yazıldığı bu dönemin toplumsal, tarihsel, iktisadi kodları tümden ihmal edilerek çizilmiş olmalarındandır. O nedenle okur, Türkiye ortamıyla romandaki kişi ve olaylar arasında bağlantı göremez.
EDEBİYATIN ÖNCÜ KARAKTERİNİ
VURGULAYAN KALEM
Semiramis Hanım’la her zaman hemfikir olamayışımın hiçbir önemi yok. Çünkü katılmadığım yorumları dahi zihnime yeni ve geniş ufuklar açtı. Edebiyatın öncü karakterini vurgulayan kalemi var olsun: Orhan Kemal, yapısalcılık-sonrası edebi kuramlardan çok önce keşfetmiştir, bozuk düzenlerin çarpıttığı “akışkan kimlikleri”. (s.147)
Günümüzde “panoptikom” adı verilen gözetim ve baskı mekanizmasının özünü, Foucault bu terimi insanlık bilincine kaydetmeden on küsur yıl önce yazılmış “Guguk Kuşu” romanı çözümlemiştir. (s. 448)
Hayat sanatı önceler. Edebiyat yazarının malzemesi hayattır; kuram ve kural edebiyatbilimcinin işidir.
Roman Kahramanları ve Öznellik: Söylem İdeoloji ve Coğrafya / Semiramis Yağcıoğlu / Öteki Yayınevi / 470 s. / 2022.