Esra Yazdıç Demir: “Çocuklara haklarını nasıl savunacaklarını anlatarak üretelim!”
Burnumun Renkleri (Altın Kitaplar) isimli ilk çocuk kitabıyla Gülten Dayıoğlu Vakfı İlk Gençlik Romanı ödülünü kazanan yazar Esra Yazdıç Demir ile yazarlık serüveni ve çocuk edebiyatı hakkında konuştuk.
Ecem Kodak
Burnumun Renkleri (Altın Kitaplar) isimli ilk çocuk kitabıyla Gülten Dayıoğlu Vakfı İlk Gençlik Romanı ödülünü kazanan yazar Esra Yazdıç Demir ile yazarlık serüveni ve çocuk edebiyatı hakkında konuştuk.
- Uzun yıllar siyaset muhabiri olarak çalıştıktan sonra çocuk edebiyatına yöneldiniz. Buna nasıl karar verdiniz? Bir kırılma noktası mı oldu?
Siyaset ve çocuk birbirinden ne kadar uzak duruyor değil mi? Aslında uzak olmak şöyle dursun bir o kadar yakın. Çünkü siyaset ve bu çerçevede alınan kararlar çocukların yaşam koşullarını belirliyor. Ben, lisansı edebiyat olan bir gazeteciyim. Çantamda hep bir çocuk bir yetişkin kitabı taşırım.
Parlamentoda görev yapmaya başlamadan önce de çocuk edebiyatıyla daha doğrusu çocuklarla çokça ilgiliydim. Hatta gazetecilikteki ilk alanım eğitimdi. Haber peşinde Türkiye’nin pek çok kentine gittim, yazı dizileri hazırladım. Tanıştığım çocuklar, hayalleri, hayallerini anlatış biçimleri beni çok etkiledi.
Onlar anlatırken kültürel ve bölgesel farklılıkların meraklarını ne kadar etkilediğini gördüm. Ancak 2010 yılında haber için gittiğim Siirt Pervari’de tanıştığım Mehmet, hayalleri, talepleri ama karşı koyamadığı mecburiyetlerini anlatırken duyduğu çaresizlik beni onun hikâyesini yazmaya itti.
Onun sesi olmak fikri tüm çocukların sesi ve merakı olmaya giden yolun kapısını açtı. Sonrasında kızım Doğa’nın hayatımıza girişi ile bu heves daha da katlandı.
- İlk romanınız Burnumun Renkleri (Altın Kitaplar) ile Gülten Dayıoğlu Vakfı İlk Gençlik Romanı ödülünü kazandınız. Bu süreç nasıl ilerledi?
Nevzat Süer Sezgin’in, çocuk ve gençlik edebiyatı atölyesi benim için çok geliştirici bir deneyimdi. Yazdıklarımın doğru olup olmadığını, merak uyandırıp uyandırmadığını daha dorusu heyecan verip vermediğini bu atölyedeki okumalarla deneyimlemiş oldum. Böylece yüreklendim.
Vakfın ödülüne katılmak ise tamamen cesaret işiydi. Türkiye’de çocuk edebiyatı deyince akla gelen ilk isim Gülten Dayıoğlu’dur. Ben de çocukluğumu onun kitaplarındaki kahramanları kendime arkadaş edinerek geçirmiştim. Bir hayal kurdum, inandım, yazdım ve… Bir ustayla bir çırak yan yana geldi. Hayatımın unutulmaz anlarındandı.
23 Nisan sabahı Gülten Hanımın “Esra Hanım kızım sizi tebrik ediyorum” cümlesini duymak inanılmazdı. Ödül bana çok güzel kapılar açtı.
- Burnumun Renkleri’nde koku uzmanı babanın koku körü oğlunu tanıyoruz. Farklılıkları anlatmak için çok yaratıcı bir yol seçmişsiniz. Bu fikir nasıl ortaya çıktı?
Burnumun Renkleri üç sayfalık bir ödevdi. Her birimize beş duyu organı dağıtılmıştı. Bana da koku düştü. Şanslıydım çünkü koku en hassas duyumdur. Bu hassasiyet bazen çok işime yarar bazen beni zorlar.
Yola koku duyusu olmayan bir çocuğun hayatı nasıl olurdu sorusundan çıktım. Bu çocuğun babası ise bir burun. Ne istediğini bilen, cesaretini tutkusuyla birleştiren baba Bayer, büyük bir aile kırılması ile hayatını değiştiriyor. Sadece hayatını değil… Burası okura sürpriz olsun!
Koku ve tat duyusu olmayan 10 yaşındaki bir çocuğun yaşadıklarını, yaşamdan keyif alma ısrarını, akran zorbalığını, sözde değil hareketteki nezaketin önemini, arkadaşlığın ve ailenin bir kelimeden daha öte olduğunu anlatmaya çalıştım. Çocuklara anlatılamayacak hiçbir konu yok. Yeter ki doğru kelimeleri bulalım.
- Kitapta akıcı ve eğlenceli üslubunuz dikkat çekiyor. Daha ilk sayfada okuru yakalıyorsunuz. Nasıl geri dönüşler alıyorsunuz?
Çok teşekkür ederim. Bence, çocuklara anlatılamayacak hiçbir konu yok. Yeter ki doğru kelimeleri bulalım. Benim için bunu yapmanın en iyi yolu da hikâye ne olursa olsun eğlenceyi yakalamak. Çocukların duygusuna dokunabilmenin her yolunu deniyorum.
Okullarda ya da fuarlarda buluştuğum çocukların kitaba karşı yaklaşımları ise bana devam etmem için ayrıca güç veriyor. Onlardan öyle güzel dönüşler ve fikirler alıyorum ki… Kitabın detay detay her noktasından sordukları sorulara şaşırıyorum.
- Çocukların dilini çok iyi biliyorsunuz. Bu noktada yeteneğin etkisi yadsınamaz olsa da büyük bir birikiminizin olduğu da anlaşılıyor. Peki, küçükken sizin başucunuzda hangi kitaplar vardı? Rol model aldığınız bir yazar oldu mu?
Çok tayin olan bir ailenin çocuğuyum. Çok yer değiştirdiğim için uyumlanmaya şerbetlidir ruhum. Çokça dinleyerek çokça izleyerek çokça anlatarak geçti, geçiyor hayatım.
Çocukken en sevdiğim arkadaşlarımdan biri açık ara Astrid Lindgren’in biricik çocuğu Pippi Uzunçorap’tı. Onun o başına buyruk ama güvenli haline bayılırdım. Hele anarşist ruhu… Ruhu dağınık ama diğer çocuklara umut verme derdinde. Onun boyun eğmez ama inatla adil olmaya çalışma hali bana çok yakın gelmişti.
Bir de Pal Sokağı Çocukları’nın Nemecsek’i. O bir cesaret timsaliydi benim için. Bu konu benim için çok önemli. O yüzden kahramanlarımdan cesaret öyküleri çıksın çocukların her birine cesaret aşılamak istiyorum.
- Neden çocuklar için yazıyorsunuz?
Herkes durduğu yerden şikâyet ediyor. İşlerimizden, karşılaştığımız insanlardan, nezaketsizlikten, adına profesyonellik denilen duygusuzluktan… O yüzden temelde kendini, duygularını doğru ifade eden insanlar olmaya ihtiyaç var. Bunu ne kadar erken yaşta öğrenirsek o kadar iyi.
Biz çocuklara sadece hayal ve umut veremeyiz, gerçekleri görmelerine ve anlamalarına olanak sağlamalıyız. Bu hayatta neyle karşılaşabileceklerini göstererek, haklarını nasıl savunacaklarını anlatarak üretelim. Romantik ya da etkili olsun diye söylemiyorum, kelimeler ve tavır sihirlidir.
- Son olarak ufukta yeni bir proje var mı?
Beni çok heyecanlandıran bir konunun okumalarına başladım. Bu kez fantastik ögelere içeriyor ama günlük yaşamdan izlerin de olacağı bir hikâye. Belki bir sihir vardır içinde…