Eskimeyen eski... M. Sadık Aslankara’nın yazısı...

Bilim, sanat, düşünce, spor gibi alanlarda, ne dersiniz “eskimişlik” mi “aşılmışlık” mı söz konusudur? Bu anlamda “aşılmış” buluş, yapıt, kuram, rekor vb. dendiğinde, olgu yerini, “eskimiş” olan teknik, yöntem benzeri uygulayımlara bırakıp konu da kendiliğinden saydamlaşacaktır kuşkusuz.

M. Sadık Aslankara / Cumhuriyet Kitap Eki

“Yeni yıl” sözcüğünün havada uçuştuğu, küçümsenen “eski”ye burun kıvrılıp tepeden bakıldığı günlerden geçiyoruz. Geri sayış bir başladı, aman Allah, hem de nasıl. İki gün içinde yitip gidecek “eski yıl”, gün gün daha da eskiyecek, bir süre sonra “yeni”nin de yeniliğinden eser kalmayacak, unutuluşa terk edilecek, böyle böyle bugünden eskimeye koyulan sözümona bir yeni yıla girmiş olacağız yine hep birlikte.

Doğar doğmaz ölüme doğru giden bir yolculuğu nasıl sürdürüyorsak, aynı şekilde eskiyle kucak kucağa bir yaşam döngüsü içinde yuvarlanıyoruz kaçınılmaz biçimde. Peki eskimeyen bir yeni, yenilik yok mudur hiç? Doğada bunun olanaksızlığı gösterilir.

Biz sanata dönelim. Edebiyat, yapıntı alanıdır, elbette olasıdır bu, eskimeyecek bir yeni pekâlâ gösterilebilir, özellikle sanat felsefesine özgü bir gündemle, “güzel”in estetik kavranışı düzleminde matematiksel yaklaşıma dayalı ele alışla.

Sözgelimi “dünyanın yedi harikası”, diyerek nitelediğimiz yapıtlar anımsanabilir bu doğrultuda. Bunun altı kurcalandığında, yapıntı olarak sanatta dokunulamaz bir mükemmellik imlenebilir sonucuna da çıkılabilir bu yolla, işte o zaman eskimeyen bir yenilik yakalanabilir görece de olsa, tabii fiziki eskime hiç söz konusu edilmeksizin.

Yoksa evrenin gerçekliği içinde, söyleyin hele, “zaman” ne anlama gelir, bir hoş avuntudan başka? Ya “eski”yle “yeni”?

NECATİ TOSUNER: ‘SALGINDA ÖYKÜLER’

Necati Tosuner 1965’te, yirmisinde bir delikanlıyken yayımladığı Özgürlük Masalı’ndan yuvarlamayla altmış yıl sonra bizi bir kez daha, o her zamanki öyküsel kararlılığıyla buluşturdu: Salgında Öyküler (İş Kültür / 2022).

Salgının o dar vakitte yol verdiği ya da kazandırdığı öyküler toplamı olarak alınabilir bir açıdan yapıt ancak bunun salt “mikrop karşısındaki yenilginlik”ten (10) beslenmediği de ortada. Kaldı ki “salgın öyküleri” değil başlık, “salgında öyküler”, o kadar. Böyle olmasa Necati, “korana” (11) olarak da çıkarır mıydı karşımıza mikrobu?

Diyeceğim, salgın falan bahane, gelişigüzel okumayla bile aslında yazarın bir gün dökümü öykülemesi getirdiği görülebiliyor. Ancak bu, bir yandan zaman zaman Necati’nin özyaşamöyküsünü konuk alıp, çocukluktan erişkinliğe geniş yelpazede içe dönük öyküleme olarak karşımıza çıkarken zaman zaman da aynı düzlemde anlatıcının içinden dışına taşırıp olgusal yaşam içinde etli canlı çocukluktan erişkinliğe taşıdığı bir anlatıya dönüşebiliyor.

Enikonu felsefe getiriyor Necati, öte yandan son dönem bütün verimlerine yaydığı, bu çerçevede belirgin düzey sergileyen düşünsel gevişle sürdürüyor bunları. Ekleyelim; bunlara her zamanki gibi farklı bir alaysama da giydiriyor ayrıca.

Necati Tosuner’in özellikle kendisine dönük alaysamasında, bu alaysayıcı bakışın tam da içinden bütün dünyaya dönük yaklaşımı, beri yandan bir öznel savunuyla yeniden yapıntı dünyasına çekilişi, bütün avuntunun sanat evreninde liyakatle yakalanabileceği gerçeği, bir ilaç gibi yatıştırıyor onu.

O eskimeyecek yeni de böylece yakalanırlık olasılığı kazanıyor bir çalım.

MURAT ÇELİK: ‘KIŞIN HERKES DÜRÜSTTÜR’

Murat Çelik de Necati Tosuner’den yıllar yıllar sonra onun gibi öykünün erden bir ardılı, bir liyakatli kalemi. Ondan okuduğum tümü Everest yayını Epey (2021) ve Eve Dönmeyen Hayvan’dan (2019) sonra üçüncü kitabı Kışın Herkes Dürüsttür (2022) oldu.

Öykü çevreninde gezinmeye koyulduğu dönemden bu yana öykü merkezli dolanımını sürdüren genç yazarlardan biri de o. Son beş yıl içinde yayımladığı yapıtlar, onun, verimlemeye dönük kararlılığını gösteriyor.

Öykülerden yayılan içli alaysama, yırtık hüzün, bütün bunların faş edilmeden, üzerini ancak okurun açabileceği örtüklük, öykülerdeki çekimi alabildiğine yükseltiyor. Murat, bu kez insanın ta derinlerindeki cinsellik dürtüsüne açtığı örtük yeri farklı bir biçemsellik kalıbıyla karşımıza çıkarıyor diyebiliriz.

Yazar, yarattığı dil harmanıyla buna çevrinti eklerken eskimeyecek yeniye dönük ipuçları döşer gibi oluyor adeta. Anlatısında sözceleri, sözdizimleriyle farklı açılımlar getirip yer yer yeni sözcükler, yeni söylemler yerleştirerek hep yeniliklerle bağlar kuran Murat, böylece hem dil, hem anlatım farklılığı sağlayıp bunu, söyleşimlerle örüntülediği öykülerine de yansıtıyor. Öyküye dönük liyakatini eksiltmeden.

“Aynı anlama gelen ama başka başka sözcüklerle yazılan” (26) eskimeyen eskiyi böyle var ediyor Murat.

ÇEKİLECEK GÜZELLİKTE HİÇ ESKİMEYECEK YENİ YILI KARŞILAMAK!

Bırakalım eskisini yenisini, zamanı karşılamak diyoruz örneğin, herhangi dayanak yakalayamazken bunun için, “güzel”i nasıl bulacağız, buna nasıl ulaşacağız bizi kuşatan bu olgusal gerçeklik içinde?

Necati Tosuner’in bir öyküsündeki şu sözlerin altını çizdim: “Güzel olsun da gerçek olmadan güzel olsun, onun kalıcılığı gelip geçici olmayan o anıtsal güzelliği… Başka nedir güzel olan?..” Ama şunu da söylüyor bu arada Necati: “güzel bilinen bir şeyin ille de güzel olması hiç de gerekiyor değil.” (38)

Güzeli kavrama yeterliği, güzeli güzel görme yetisidir, diyelim hadi, bu da güzellin süreğenliği, güzelliğin peşi sıra sergilenen liyakattir olsa olsa.

Öykü de aşk da yıllar da güzellik de hep liyakat gerektiriyor. Şimdiden liyakatle karşılayacağınız bir yeni yıl dileğiyle efendim…

www.sadikaslankara.com, her perşembe öykü-roman, tiyatro, belgesel alanlarında güncellenerek sürüyor.