Elçin Poyrazlar’dan kara feminen bir polisiye; ‘Kayıp Yüz’

Elçin Poyrazlar yeni romanı Kayıp Yüz, bir kadın polisiyesi. Poyrazlar’ın toplumsal gerçekçi bir yaklaşımla kaleme aldığı “kara feminen” bir roman. Sekiz kadının çevresinde dönen suçun, şiddetin, intiharların, adaletin handikaplarından ve dejenerasyondan cesaretle semirmiş tokat gibi organize kötülüğün, kadınlara belli bir güzellik anlayışını dayatan, güzel görünme arzularını sömüren sistemin ödettiği bedellerin ve saplantılı aşkların öyküsü. Afrika'dan gelen, İstanbul'u esir almış, her yeri toza bulamış, kurguda yer yer beliren sarı çöl fırtınası eşliğinde dışarıdaki kaosun, karakterlerin kaosunu da beslediği bir fonda gelişiyor. Poyrazlar’ın Ecel Çiçekleri romanında okuyucularla tanıştırdığı Komiser Suat Zamir, bu ikinci macerasında kendi teşkilatı içindeki düşmanlarla, erkeklerin dünyasında kenara itilmeye karşı öfkeyle ve çözülmesi imkansız görünen bir cinayet vakasıyla karşı karşıya kalıyor.

Gamze Akdemir / Cumhuriyet Kitap Eki

Fotoğraf: VEDAT ARIK

‘KAYIP YÜZ BİR KADIN POLİSİYESİ’

- Heyecanın, gerilimin hiç düşmediği, duygu ve durumların sömürülmeden yerli yerince dili sert, dobra, duygusu ve meselesi net bir roman Kayıp Yüz.

Eril dünyanın can pazarında dişilerin yaşam mücadeleleri, kimi kör dövüşleri… Suçlu, kurban, mağdur… Güçlü, zalim, zayıf, naif, anne, evlat…

Kadınların tüm bu kimliklerle merkezde, önde olduğu bir polisiye Kayıp Yüz. Yeni romanın Kayıp Yüz’ün bu kadınlarını anlatır mısın ilk olarak?

Kayıp Yüz bir kadın polisiyesi. Sekiz kadının çevresinde dönen suçun, şiddet yapısının, çetelerin, intiharların, iktidar kurma hırsının, merhametin, cesaretin ve saplantılı aşkların öyküsü. Bunların hepsinin tek bir romana sığdırılması mümkün değil elbette. O yüzden romandaki kadınların kimlikleri, deneyimleri, acıları cinayet kurgusunun altyapısını oluşturuyor.

Geçen yıl Ecel Çiçekleri romanımla okurla buluşan Komiser Suat Zamir’i ikinci macerasında kendi teşkilatı içindeki düşmanlarla, baş edilmesi zor yapısal engellerle, erkeklerin dünyasında kenara itilmenin verdiği müthiş öfkeyle ve çözülmesi imkansız görünen bir cinayet vakasıyla karşı karşıya buluyoruz.

Kara Nezo karakterini de okurlar Ecel Çiçekleri’nden yine tanıyacaktır. Kara Nezo sempatik, sevilesi biri değil. Fakat bu romanda onu derinleştirme arzusu uyandı bende. Kara Nezo Suat Zamir’in olmak istemediği her şeyi temsil ediyor ve onu korkutuyor.

Romanın diğer kadınlarını da kendi evrenlerinde olabilecek en doğal, en insani halleriyle yaratmaya çalıştım. Çünkü gerçek hayat gibi romanlar da tam anlamıyla siyah-beyaz olamaz. Kimlikler, ilişkiler, duygular, yaşananlar hep gri bölgelerde ilerler.

Kadın karakterleri daha zeki, incelikli, duygulara açık, detaycı, iyilikte ya da kötülükte daha yaratıcı buluyorum. Kadınları yazmayı bu yüzden çok seviyorum.

Fotoğraf: VEDAT ARIK

‘ÇELİŞKİLERİ SEVEN BİR YAZARIM’

- Kayıp Yüz’de ne kurbanlar kurban ne de polisler polis gibi! Ezber bozan bir karakter skalasıyla buluşturuyorsun okuyucuları. Komiser Suat Zamir, Kara Nezo, Beren, Luna, Ayhan Hanım, Nihan Kızılca, Eren Can, Şeyma hele ki kurguyu fantastik bir boyuta değdirip çeken Oya Camcı… Sonra bir Tikli Kadri, Selim, Engin… Nasıl yarattın onları ve/veya nerelerden / kimlerden esinlendin?

Ben çelişkileri seven bir yazarım. Polisiyenin gizem ve şaşırtmaca özelliklerini kurguda kullanmadan olmaz. Bunu karakterlere de yansıtmak hoşuma gidiyor. Bir karakterdeki zaafın diğerindeki gücü dengelediğini düşünüyorum.

Kadın karakterleri kurarken çevremdeki kadınlar, diğer roman kahramanlarından ufacık parçalar, haberlere konu olan kadınlar, kızdığımız, düşman gördüğümüz, uzak durduğumuz kadınlara bakıyorum.

Terk ettiğimiz dostları, çocukken bizde yer eden komşu ablaları, mahallede dedikodusu çıkan kadınları, namus bekçilerini ve kafeslerini kıramayan kadınları düşünüyorum.

Karakterlerin geçmişi, çevresi, işi, ailesi ve hayatındaki başka kişileri de tasarlıyorum. Örneğin ‘Suat Zamir böyleyse şu nasıl olmalı’ gibisinden bir soruyla başlayarak metnin katmanları açılıyor.

Dikkat edersen erkek karakterler daha sönük. İyilik ve kötülük, öfke ve merhamet, sevgi ve kıskançlıkları da tanıdık. Erkek olma telaşı, erkek gibi davranma arzusu onları beklendik bir şablona hapsediyor.

Oya Camcı karakteri ise benim için özel bir kahraman. Yaşlanma, güzelliğin elden gitmesi, beğenilmeme, arzulanmama acısını temsil ediyor. Bugün kadınların sistematik olarak itildiği kaygı durumunu.

KARA FEMİNEN BİR ROMAN!

- Hayli gerçekçi, kurguda dramatizasyonu en aza indiren bir yaklaşımla kaleme aldığın “kara feminen” bir roman diyebilir miyiz Kayıp Yüz?

Adaletin handikaplarından ve dejenerasyondan payını almış kurumlardan, kimliklerden cesaret ve dahi işbirliğiyle kol gezen organize kötülük tokat gibi! Romanın evreninde köklenen bu yaklaşımını açarsan neler söylersin?

‘Kara Feminen’ tanımına bayıldım. Bunu izninle kullanacağım başka yerlerde de. Haklısın bu kara bir roman. Kadınları sömüren, çocukları harcayan, dezavantajlı grupları yok eden suç mekanizmalarına ve bundan sıyrılan muktedirlere ışık tutmaya çalışan bir roman.

Organize kötülük aslında kötülüğün sıradanlaşmasından ve bizim vahşete karşı hissizleşmemizden başka bir şey değil.

Büyük suçlar her zaman vardı, olacak. İnsanlık suç işlemeye devam edecek. Peki suça tanık olan bizler ne yapacağız? Gücümüzün yetmeyeceğini düşünerek köşemize mi çekileceğiz, korkudan evimize mi saklanacağız aman bize dokunmasınlar diyerek susacak mıyız? Yoksa avazımız çıktığı kadar ses çıkarmak, isyan etmek, başkalarına haber vermek için uğraşacak mıyız?

Sanırım ancak ikinci seçenekte organize kötülüğün çarkında bir dişli olmaktan kurtulacağız. Çünkü kötülük ancak organize iyilik ve örgütlü itirazla mağlup edilir. Biz hangi taraftayız onu sormalıyız kendimize. Tarafımıza karar verdiğimizde her şey birden netleşecek.

Suat Zamir’in romanın sonundaki kararını biz her gün o kötülüklere bakarak vermek durumundayız. Tek bir kişinin iyiliği yeter mi? Bence tek bir kişinin iyilikte bulunma düşüncesi bile güzel şeylerin habercisi.

Fotoğraf: VEDAT ARIK

‘KADINLARA BELLİ BİR GÜZELLİK ANLAYIŞINI DAYATAN, ONLARI PAZAR OLARAK GÖREN BİR SİSTEM VAR!’

- Kaotik bir kent, bir o kadar altüst dijitalize popüler kültür, güzellik takıntılarının mikrop gibi yayılıp çevreyi ve çehreyi bir acayiplikler diyarına dönüştürmesi… Kadınların estetik ve güzellik uğruna geçirdikleri ucube başkalaşımlara ve çektikleri acılara yaptığın vurguları anlatmanı da mutlaka rica etmeliyim.

Güzellik nedir? Bu soruya yanıt vermek ne kadar zor. Aynı aşk nedir sorusu gibi. Kişisel, duygusal, sınıfsal hatta ekonomik bir yanı yok mu aynı zamanda? Sizi birisi beğendiği anda mı güzelsiniz yoksa kendinizi güzel hissettiğiniz ölçüde mi?

Bu sorulara net yanıtlarım yok. Ama şunu biliyorum. Kadınların güzel görünme arzularını sömüren, onları bir pazar olarak gören güçlü bir sistem var. Kadınlara yönelik ilaç, makyaj, kozmetik, sağlık, spor, estetik ürün ve hizmetleri düşündüğünüzde bunun boyutunu görebilirsiniz.

Bir de kadınları belli güzellik anlayışına sokma tavrı var. Bu sosyal medyayla özellikle de genç kadınlar arasında hızla yayılan, intiharlara sürükleyen bir akım. Birinin boyu, kilosu, yüzü, saçı, giyimi alay ve eleştiri konusu edilebiliyor. Kadınlar belli bir tip olmaya itmek belli güzellik anlayışını dayatmak değil mi?

Öte yandan kendi bedeninde iyi hissetmeyen bir kadın istediği değişikliği yapmakta özgür. Kadının kendi iradesiyle aldığı kararları kimsenin yargılamaya hakkı yok. Ne ki, kadınlar o güzellik anlayış şablonlara girseler bile yargılanıyor, eleştiriliyor ve itham ediliyorlar. Çünkü kadınlara saldırmanın dayanılmaz bir hafifliği var. Ve o hafiflik üstünden kişisel iktidarlar kuruluyor.

Fotoğraf: VEDAT ARIK

‘FIRTINALAR ÇAĞINDA YAŞIYORUZ!’

- Göz gözü görmez bir çöl fırtınasının tozları arasında kaderlerin birbirine dolandığı romanın metaforik ve fantastiğe az da olsa değen biçemini anlatır mısın?

Ben yaşadığımız dönemin fırtınalar çağı olduğunu düşünüyorum. Salgınlar, savaşlar, ekonomik krizler, doğal afetler, bilimin ve aklın yerine büyücüler ve hurafeler dönemi.

Türkiye de bunun dışında değil. Bir günde yaşadıklarımız bir ömre bedel acıya denk geliyor. Romanı bu atmosferde yazmamın nedeni de bu. Afrika'dan gelen sarı bir çöl fırtınası İstanbul'u esir almış, her yeri toza bulamış. Dışarıdaki kaos, karakterlerin kaosunu da besliyor. Ama fırtınalar sürekli değildir. En azından öyle umuyorum. Ve beni o umut ayakta tutuyor.

- Yeni tasarılarını sorarak bitirelim söyleşimizi?

Suç edebiyatı benim hastalığım. Hastalığımı roman yazarak iyileştirmeye çalışıyorum. Bir sonraki roman da yine kişisel tedavim, polisiye olacak.