Edebiyat akıl kamçısı... M. Sadık Aslankara’nın yazısı...

Her söz, çizgi, desen, ezgi, renk, dans, oyun akla çentik attığında ortaya koyduğu ne olursa olsun sonuçta alımlayıcının kafasına bir sorunun çengelini de takıyor. Böylece kişi sanat yapıtını kendisine akıl kamçısı yaparken amok koşucusu halinde soyutlama şölenine katılıyor doğallıkla…

M. Sadık Aslankara / Cumhuriyet Kitap Eki

Birer farklı soyutlayım, dönüştürüm değil midir sanat yapıtı? Bunlar değil midir yapıta sanat niteliği kazandıran? Öyleyse yazınsal metnin “akli metin” olduğu ortada. Çünkü akıl, olgusal olanı işleyebileceği gibi herhangi yaşantısal veriye yaslanmaksızın da yazınsal metin kurabilir. Edebiyat, bu tür yapıtların parlak örneklerini sergiliyor bin yıllardır.

Sine Ergün, Kopuk’ta (Can, 2021) üst soyutlayıma Erdal Beşer, Ruhun Ayrıksı Tangosu’nda ([Ressamın tablolarından seçmelerle] Altınordu, 2022) doğrudan yaşantıya dayalı akli metin kurarak başarılı örnekler sergiliyor. İki yazar da bizi bir çalım Susan Schneider’ın “Yapay Zekâ ve Zihnin Geleceği” alt başlığıyla yayımlanan Yapay Sen (Çev. Tülay Tosun, Tellekt 2022) adlı deneme-inceleme yapıtında adeta “yapay zekâ” (YZ) olarak gezindiriyor görece.

SİNE ERGÜN: ‘KOPUK’

Sine Ergün, on yıllık kitaplı yazarlığının daha ilk örneklerinde kuşakdaşı yazarlar arasında kendine özgü biçemiyle dikkati çekip başarılı öykücü portresi sunmuştu.

Kısa tümcelerle eylemi sıralayan, ama derinliğiyle okuru artalana çeken yazar, biçemsel anlamda varoluş sıkıntılarının dışa yansıdığı bohem görünümlü nihilist uçlarla okuru buluştururken sokak diline yaslanıyormuş havasında incelikli dil işçiliği de sergiliyor sürekli.

Anlatı biçemini koruyan Sine, bu tutumunu ilk romanı Kopuk’ta da sürdürüyor; distopik temelde ama bilimkurgusal yapıda, tüm verimlerinde karşımıza çıkan “kopukluk” örüntüsüyle içli dışlı, bir büyük sorunsal olarak getiriyor önümüze. “Olmakla olmamak arasında, olmamaya yakın” (74) temel karakteriyle Sine, okurun önüne, adeta karanlık bir dehliz çıkarıyor da denebilir.

Kendisi de “kababa” olarak algılanabilen dolayımlı anlatıcımız, toplumu kanser benzeri kuşatmış bütün kababalardan biridir. Kimdir onlar; “duvardan kaç(an ama) her gün dört duvarın arasında sıkış tepiş (yaşayan)”, “Her şeyi bilip de böyle, bir şey yapmadan,” (77) zaman harcayanlardır.

Gazetede çalışsa da insan dramının tanıklığını yapan fotoğraflarıyla sergi açmış foto muhabiridir karakterimiz. Ama kuşatılan birey her gün sapır sapır öldürülmekte, yaşadığı kentler duvarlarla “üstlerine örülü(üp)” (26) karanlığa gömülmekte, onları “dirlik düzenlik sağlayan koruyucular olarak hareket etmeye çağır(an)” “karar adamları”nın (58) hot zotu altında bir cehennem yaşamaktadır.

Aranan “Vicdanı, geçmişi olan, gelecek hayali kuran bir insan”sa (29“vicdan” mı “gömülmüştür”? Kahramanımız “unutacak mı(dır) her şeyi?” Değilse “bir hayat kur(malıdır o zaman) kendine,” (66, 67), öyle değil mi?

ERDAL BEŞER: ‘RUHUN AYRIKSI TANGOSU’

Bilimci yazar Erdal Beşer, “Başıma gelenleri dünyaya anlatmalıyım,” diyen, “Çocuklar şiddete, tacize ve zorluklara dayanamadan ölebiliyorlar. Onların sesi olabilir miyim? Seksüel tacizlerden kızları nasıl koruyabiliriz! Başta biz kadınlar gözlerimizi dört açmalıyız,” (213) diye düşünen Alman-Mısırlı ressam, dansçı Nasrah Nefer’i anlatıyor yapıtında.

Ancak Erdal, yaşantı aktarmayla yetinmenin ötesine geçip Nasrah’ı yazınsal karaktere dönüştürüyor. Böylece Ruhun Ayrıksı Tangosu’nda ilginç bir roman bütünlüğü yakalıyor, pek çok ayrıntıyla birlikte yoğun bir artalan kurmayı başarıyor.

Yazınsal işçilikle Nasrah’ı yapıta yerleştirirken asla duygusallık tuzağına kaptırmıyor kendisini; bu akli yapıtın gereklerini yerine getirip yazında bir yaşamöyküsünden nasıl yararlanılabileceğinin ipuçlarını döşüyor, anlatısına ciddi yükseklik kazandırıyor. Özellikle farklı iki toplumsal yapının (Almanya ve Türkiye) değer yargıları, dünyada yaşanan değişim gözler önüne serilirken evrensel değerler bağlamında karşılaştırılabilir hale geliyor.

SUSAN SCHNEIDER: ‘YAPAY SEN’

Kurgusal ya da olgusal temelde yapılandırılan her “akli metin”, şimdilik tanıdık bir yazarın imzasını taşıyor olabilir. Ama ileride bu yazarın YZ’yle kol kola girmeyeceği, yazar beyninde bir YZ’nin gezinmeyeceği öne sürülebilir mi?

İşte Susan, “Bu kitap zihnin geleceği hakkındadır,” diyerek girdiği, zevkle okunan çalışmasında insanoğlunun YZ’ye dönük yaklaşımıyla konuya eğilirken okur ufkunu dürtüklüyor. Uyarısı da dikkat çekici yazarın:

“Bugüne kadar yazılan hiçbir kitap zihin-tasarım alanının sınırlarını tam olarak öngöremediği gibi, onun altında yatan felsefi gizemler de bilimsel bilgimiz ve teknolojik hünerlerimiz arttığı halde ortadan kalkmayabilir.” (28“Go, satranç ve Jeopardy! oyunlarında halihazırda dünya şampiyonu olan YZ’leri düşünün meselâ. Her seferinde YZ’ler, insanların bu oyunları oynarken kullandıkları tekniklere hiç benzemeyen yöntemleri kullanarak onlara karşı üstünlük kurmayı başardılar.” (44)

AKLIMIZ BAŞIMIZDA OLSUN

Sine Ergün kurmacasal, Erdal Beşer olgusal temeldeki akli yapıtlarında bilinç eşgüdümünde bizi “vicdan” sorunsalıyla yüzleştiriyor. Susan da bu doğrultuda, “Bilinç, ahlak sistemlerimizin felsefi köşe taşıdır,” (52) diye ekliyor.

Soru kendiliğinden geliyor bunun ardından: YZ’yle yazarlığa soyunulduğunda nereye gidilebilir? Susan, uyarmaktan geri durmuyor: “gelecek, bizim düşünce deneyimlerimizde tarif ettiğimizden daha da çetrefilli olacak.” (58)

Melih Cevdet gibi bitireyim yazıyı: “Aklınız başınızda olsun!”

www.sadikaslankara.com, her perşembe öykü-roman, tiyatro, belgesel alanlarında güncellenerek sürüyor.