Duygusal kırılma, şiddettir
Seviliyor ama saygı görmüyorsa kadın? Kendini parçalasa da değiştiremiyorsa yazgısını. Yılmıyor yine de, sonu gelse de, sondan başlıyor yeniden!
Yazgülü AldoğanOyun pek çok açıdan değerli, bir kadın şair, Nurduran Duman tarafından yazılmış, kendi deyimiyle “kadın meselesi”ne bakış açısı artık klişeleşmiş fiziksel şiddet, cinayet biçiminde değil. Kadınların farklı sorunları farklı yaşayabileceklerine, “kendini gerçekleme çabasında, duygusal, düşünsel, düşsel olarak yalnız bırakılan çağdaş kadın hikâyesine” dikkat çekiyor. Böylece kadının yaşadığı “entelektüel yalnızlığıyla katlanmış bir duygu kırıklığına” çok çağdaş bir yorum getiriyor, ki “Bu duygusal kırılma da fiziki şiddet kadar önemlidir” diyor psikolog Cenk Erdem.
SONU BAŞLANGICI
Kadın, içine kapanıyor, sevdiğinin sayısız çağrılarını, mesajlarını, kapılara gelmelerini reddediyor, kendini tüketiyor ama yılmıyor, ‘kendini gerçekleyebilmek, varlığını hayata geçirebilmek için bir son ile başlangıç çemberinde dönüp duruyor.’ Bunun için de “Sonum başlangıcımdır” diyor. Bu çok şairane, çok duygusal, bir yandan da sert, başkaldıran metne, yönetmen Halil Akarsuy’un da katkısı büyük olmuş. Kadın şairimiz az, Nurduran Duman, hem şair hem oyun yazıyor, ama şairane; kolay bir metin değil yazdığı. Halil Akarsu, bu farklı kadın çığlığını duyurmak için tek bir oyuncuyla yetinmemiş, üç kadına paylaştırmış anlatmayı; bir kişinin monologu, tirad değil sonuç olarak, evrensel bir kadın sorunu.
ÜÇ FARKLI KADIN
O üç oyuncu, Yosun Cansu Yılmaz, Ceren Kayış, Rabia Tutal, fizik olarak da birbirlerine benzemiyor, üç ayrı renk, üç ayrı ses. Ama sahnede tek nefes. Yönetmen metne müzik katmak istemiş, şiirlerini istemiş, şair yazardan. O şiirleri Irmak Şahin bestelemiş, öyle de güzel söylüyorlar ki, zaten Ceren aynı zamanda solist, ama hepsi tiyatro eğitimi almış, şarkı da söyleyebilen kadınlar. O şarkılar, hani burada da bir şarkı koyalım değil, yerine oturmuş! Büyük prodüksiyon, büyük kampanyayla müzikli oyun diye tanıtılan, arada birilerinin çıkıp bacak salladığı, fonda şarkı çalan oyunlardan değil bu, gerçekten müzikli oyun olmuş: Filiz Dursunoğlu da sade ama tepkisel bir koreografi hazırlamış: İsyaaaan! Dekor çok sade, turneler için kolaylık minimalist dekorlar. Ama incelikler unutulmamış, karakterlerden kedi Godot’nun, saksının üzerinde resmi var. O saksı kırılırsa diye yedeği bile yapılmış! Devlet Tiyatrosu tabii, ödenekli diye değil, Bursa Devlet Tiyatrosu’nun başında da yetenekli, tuttuğunu koparan bir yönetici, bir kadın var, sanatçılarını yüreklendiren, arkalarında duran ve işe hâkim olan: Arzu Tan Bayraktutan.
YILANIN TİRADI
Oyuna dönersek, çarpıcı bir giriş sizi baştan sarsıyor: Yılan Tiradı. Ceren’in söylediği tiradı iyice sindirmek için okumak gerek. Nurduran Duman şöyle açıklıyor niye yılan: “Oyunda kadınla özdeşleştirilen yılan örneğin tıp sembolü olarak saygı görüyor ama sevilmiyor. Kadın ise seviliyor ama saygı görmüyor!” Ne mi diyor yılan? Uzun tirattan bir iki cümle ancak: “Saygı duyulup da sevilmemek. Vay benim üçgen başım! Kalın küt kuyruğum... Ah, bu başımı vuran ben değil miyim taşa toprağa, gövdemi çöle sıcağa sunmadım mı? Tuza yıldıza sürdüm, kazıdım, kendimin içinden sayısız kere sayısız çıktım, pul pul döktüm de şu alnımı, değiştiremedim işte gene de yazgımı.” Metni, rejisi, müziği, dansı ile bütün halinde akan estetik bir iş. Yolu uzun olsun, festivallerde, turnelerde görelim.