Dünyaca ünlü piyanist Fazıl Say ile müziğini ve yeni projelerini konuştuk

Fazıl Say: Ben kendimin eleştirmeniyim, kendimin dinleyicisiyim, konserlerde benim için nerede değil, nasıl çaldığım önemlidir. Bu bakımdan her zaman için ilham kaynağım müziğim ve hayatın akışı oldu.

Öznur Oğraş Çolak

Dünyaca ünlü piyanist Fazıl Say, üreten ve  durmadan çalışan bir müzisyen. Ülkenin dertleriyle yakından ilgilenen Say, rahatsızlık duyduğu her konuyu sosyal medya hesabından dile getiren cesur, yürekli bir müzisyen. Doğanın korunması için önce Kaz Dağları’nda sonra Tunceli Ovacık’ta konser veren sanatçının yeni hedefi Ağrı ve Nemrut Dağı.

Fazıl Say ile ülkenin, müziğin dertlerini, yeni projelerini ve hayallerini konuştuk.

  • Sorularımıza ilk, Tunceli Ovacık'ta, Munzur Nehri'nin kenarında doğanın korunması için verdiğiniz konser ile başlamak isteriz. Bir müzisyen için en büyük mutluluk, birbirinden farklı birçok insanı tek bir amaç için, müzik için bir araya getirmektir herhalde diye düşünüyorum, üstelik bu buluşma bir konser salonunda değildi. Siz o kadar çok yüreğin bir araya gelmesini nasıl değerlendiriyorsunuz, ne hissettirdi size o gün?

Munzur, Ovacık konseri, bunlar özelikle doğayı koruma, doğaya sahip çıkma konserleridir. Kaz Dağları'nda da amacımız buydu ve oldukça önemli bir şey başardığımızı düşünüyorum. Ovacık'taki asıl amaç da buydu. Tabii bunu yaparken insanlarla beraber dayanışma içinde olmak doğa ile ve doğayı koruyanlarla dayanışma... Ortaya çıkan sonuç aslında yaşamakla dayanışma oluyor. Hatta yaşatmakla dayanışma oluyor ki yaşatmakla dayanışma bir erdemdir. Ben bu 20 - 30 bin kişilik kitlesel konserlerin bana sadece bir sanatçı olarak değil, insan olarak da çok şey öğreteceğini düşünüyorum, dolayısıyla her yıl, ülkemizi seviyoruz ve doğasını korumak istiyoruz, insanlarla ilgili de farkındalıklar yaratmak istiyoruz. Mesela bir Ağrı Dağı'na bir Nemrut Dağı'na, konserler için gitmeyi planlıyorum 2023 yılında. 

‘TUNCELİLİLER AYDIN İNSANLAR’

Tuncelililer özel, aydın insanlar. Benim yurtdışında tanıştığım Tunceli ve Dersimli de diyebiliriz, konserlere gelen insanlardır. Tuncelili, ülkenin en çok kitap okuyan şehirlerinden biri... Harika doğası olan inanılmaz güzel o Munzur Nehri'nin aktığı vadiler, uçurumlar dolayısıyla ben onların o bölgeyi sevmelerini çok iyi anlıyorum. Ne kadar kalpten âşık olduklarını şehirlerine çok iyi anlıyorum ve bunu hissettim. Konserlerimin bir sanatçı olarak hayatıma katkısı çok büyük. Biraz da müzik, hem Tokyo'da çalınsın hem New York'ta hem İstanbul'da ama bunu Kaz Dağları'nda, Munzur'da çalabilmek, çok istiyordum... 

‘ANADOLU’DA KONSERLER VERMELİ...’

90'larda verdiğim röportajlara bakarsanız aslında, “Bir kamyona piyanoyu koyup Anadolu'nun köylerinde, kasabalarında konserler vermeli” gibi açıklamalarım var. Bunlar biraz babamdan öğrendiğim şeylerdir benim, babam gerçek bir Türk aydını ve Aydınlanmacısıdır ve oğlunu da bu şekilde yetiştirmiştir. Bunlar birbirlerine bağlı unsurlardır diye düşünüyorum. Bu hayallerim benim ama bu dediklerim gerçekleşiyor, sözümü de tutuyorum; her yıl da tutmaya devam edeceğim. 

‘BABAMIN KİTAPLARI’

  • Babanız müzik yazarı Ahmet Say’ın çok değerli kitaplarından biri olan “Müzik Sözlüğü” basıldı. Sözlüğün hazırlanma aşaması ve içeriğinden, sizin için bu baskının ne ifade ettiğinden bahseder misiniz?

Babamın kitaplarının müzikolog Ersin Antep’in katkılarıyla yeni baskıları geliyor ve bunlara çok sevindiğimi söylemeliyim. Babam kitaplarının bir kısmını 2006 yılında biraz revizyondan geçirmişti. Yıl 2022 eklemeler yapılacaktır. “Müzik Ansiklopedisi” olsun, diğer tüm müzik kitapları olsun en iyi şekilde yeniden öğrencilerin, tüm müzikseverlerin, müzik öğrencilerinin hizmetine sunulacaktır. Ben halkımıza bunun çok gerekli olduğunu düşünüyorum. Çok önemli bir eksiği kapattığını düşünüyorum, bu kitapların ve yeni revize edilmiş haliyle de çok büyük yarar sağlayacaktır. Tabii ki biz bunun arkasında olacağız.

‘UZUN VE YALNIZ GİDİLEN BİR YOL’

  • Müziğinizle ülkemizi temsil ediyorsunuz ve dünyanın birçok yerinde konser veriyorsunuz. Uzun yolculuklar yapıyorsunuz, farklı ülkelerde her dilden, inançtan, gelenekten gelen insanların ve müzikseverlerin hayatına dokunuyorsunuz. Her verdiğiniz konser, sağladığı karşılaşmalarla size yeni tecrübeler ve bilgiler edindiriyor, belki yeni duygular ekliyor. Peki tüm bunlar yeni bestelere de ilham oluyor mu?

 Bir piyanist olarak artık hemen hemen her konserimde besteci olarak da varım, kendi bestelerimi de yeni yazdıklarımı da ve klasik müzik dağarcığımdan eserler de çalıyorum. Aslında 1990'lardan beri benim istediğim piyanist - besteci olarak konserlerimi şekillendirmekti. Bunu bütün dünyaya kabul ettirmiş durumdayız ve çok büyük bir talep artışı olduğunu düşünüyorum. Konser sayısı ve konserlerin doluluklarında, dünyanın her yerinde tabii bu beni çok mutlu ediyor. Azimli bir şekilde çalışmaya devam etmek gerekli. Uzun bir yoldur, yalnız gidilen bir yoldur. Her akşam filanca orkestranın önünde, filanca dünyanın meşhur salonunda veya Türkiye'de ya da Ovacık'ta konserlerimiz oluyor bu yorucu diyorsunuz, bu hayat... Uçağa binip otellerde kalmak aslında 30 yıldır yaptığım bir şey olduğu için ben prosedür gereği olduğunu düşünüp yorgunluk payını azaltmış bir insanım kendi psikolojimde. Müziği de içtenlikle büyük bir içsel kuvvetle yapmak zaten gerektiği için ve zaten nerede hangi konserde çalarsak çalalım her zamankinden iyi çalmak çabasındayım. Ben kendimin eleştirmeniyim, kendimin dinleyicisiyim, konserlerde benim için nerede değil, nasıl çaldığım önemlidir. Bu bakımdan her zaman için ilham kaynağım müziğim ve hayatın akışı oldu.

  • Ülkemizdeki müzisyenlerin en büyük derdi, sorunu sizce nedir?

Türkiye'de o kadar çok dalda müzisyenimiz var ki, klasikte, halk müziğinde, pop müzikte, rock müzikte ve hepsinin ayrı dertleri olacaktır. Ama şunu söyleyebilirim. Batı müziği tabii ki temel öğelerin de müziği olduğu için en çok öğrenilmesi gereken, eğitiminin en iyi olması gereken daldır. Batı müziğinin kurallarını, armonisini, enstrümantasyonunu iyi öğrenmek... Enstrüman çalmayı öğrenmiş biri, diğer dallarda rahatlıkla müzik yapıyor. Caz da, rock da yapar. İyi bir klasik müzikçi, iyi bir eğitim almak zorundadır. Bütün sorunların eğitimde başladığını düşünüyorum. Eğitimdeki sorunların da eğitim ideolojisinden kaynaklandığını düşünüyorum. Ben şanslı bir neslin insanıyım. 1980'ler, Ankara Devlet Konservatuvarı, benim hocalarım; gerçekten üstün yetenekli hocalarmış. Mithat Fenmen, Kamuran Gündemir gibi hocalar vardı. İnanır mısınız haftada yedi saat piyano dersi alıyordum. Her gün iki saat, haftada 10 saat kompozisyon, teori dersi alıyorduk. 

Mesela geçenlerde Eskişehir'den bir arkadaşım bana telefon etti. “Şöyle bir sorum var sana” dedi. “Sen müziği nasıl analiz ediyorsun. Renkli kalemler falan koyuyorsun sosyal medyaya da. Bu nedir bize öğretsene” dedi. “Benim öyle bir gün gelip bir masterclass yapmamla olacak bir şey değil dostum” dedim. Biz buna 6-7 yılımızı verdik. Haftada 10 saatten bahsediyorum. Renklerle müziğin ne anlattığını not etmeniz; bunlar çok kültür gerektiren ve çok fazla temel bilgi gerektiren şeyler. “Ben öyle uzaydan UFO gelmiş gibi size açıkçası öğretemem” dedim. Açıkçası o an aslında Türkiye'de ne kadar daha çok emekçi eğitimci gerekiyor diye düşündüm. Herkesin elinden tutması gereken müzikte eğitim sorunsalımız var. Çok iyi hocalara ihtiyacımız var. Evet tabii genç yeteneklere de ihtiyacımız var ama onları da yetiştiren hocalara ihtiyacımız var.

TÜRKİYE’NİN EN BÜYÜK DERDİ EĞİTİM İDEOLOJİSİ... 

  • Peki ya Türkiye'nin en büyük derdi, sorunu nedir sizce?

Türkiye'nin derdi bahsettiğim eğitim ideolojisi, müzikte... Neden bahsediyorsak aslında, hayatta da o. Ben Türkiye'nin genel durumuna yani ekonomi politikalarına, dış siyasetine, kültür siyasetine yansıdığını düşünüyorum. İnsan doğanın sosyal bir öğesi, bir varlığıdır doğa ile birlikte olan. İşte bizim ideolojimizdeki gerçekliklerle bunun eğitime yansıması, bunun küçüklükten itibaren olmasıyla olabilir. 

“Klasik müzik halka hitap etmiyor” dediler yıllarca... İşte görüyoruz; Ovacık'ta 30 bin kişi geliyor konsere, hani hitap etmiyordu? Hitap ediyor; (dinleyicilere) nasıl götüreceğimizi bilirsek, nasıl bir komünikasyon, nasıl bir diyalog kuracağımızı, nerede buluşacağımızı anlarsak, onlar da bizi anlar. Biz onlara dokunmak istersek onlar da bize dokunmak ister. Bu hayatın tüm diğer dallarına da yansıyan şeylerin başındadır. Benim çok üzüldüğüm konu tabii büyük bir beyin göçü oluyor Türkiye'den ve özellikle doktorlardan, büyük bir beyin göçü... Türkiye'nin çok aleyhine... Bizim bu zeki, yetenekli, çalışkan ve iyi eğitimli insanlara çok ihtiyacımızın olduğu bir dönemdeyiz.

BEN BİR MÜZİK ANLATICISIYIM

  • Opus sıra numarasının 100’ü aştığı bir büyük emek; Fazıl Say müziği... Fikret Otyam, Ahmet Say, Yaşar Kemal, Yıldız Kenter, Türkan Saylan, Nejat Eczacıbaşı, Şarık Tara, Tarık Akan; birbirinden değerli çalışmalara imza atmış ve çok önemli, öncü isimler... Onların aydınlığı, bizler için tükenmeyecek bir yol göstericilik... Seçtiğiniz bu isimlerin size, müziğinize yansıyan yönlerini, sizdeki önemini paylaşır mısınız?

“Portreler” özgün bir proje olarak gelişti. Geçtiğimiz sonbaharda kafamda oluşmaya başladı. Ben bir müzik anlatıcısıyım. Sonuçta yorumcu olarak da anlatıcıyım, besteci olarak da... Aslında bütün eserlerimde hikâyelerdir bütün olay. “İstanbul Senfonisi”nden tutun, “Mezopotamya”, “Truva”ya kadar, “4 Şehir Sonatı”, “Kaz Dağları Sonatı”, “Şahmeran”, “Anka Kuşu”, “Nazım”, “Aşık Veysel”, “Hayyam”, “Hezarfen” gibi ve hatta Atatürk‘ü anlattığım “Yürüyen Köşk” ve “Şükran Türküsü” gibi bestelediğim 30-40 şairin şiirleri gibi... Hepsinde müzik, bir hikâye anlatmaya başlar. Çok sayıda da insan anlattığım vardır. Dolayısıyla da bu; benim beş yaşından beri olan yeteneğim, Mithat Fenmen’in bana öğrettikleri: Doğaçlamacılık ve müzikle kendini ifade etmek, müzikle şükran duymak... Müzikle bize bir şeyler katan; Türkiye’nin aydınlık, değerli insanlarına bir şükran hediyesi müzikle geri iade etmek... Müzikle bunu yapmak, çünkü benim yapabileceğim en iyi şey bu... Bunun için de Yaşar Kemal bana romanından ne kadar çok şey kattı. Fikret Otyam da resimleriyle, yazılarıyla... Babam Ahmet Say bölümü, Türkiye’ye ne kadar çok hizmet sağlamış, eşsiz şeyler yaratmış. Nejat Eczacıbaşı, Şarık Tara gibi ülkemizin kültür sanat hayatına katkıları olan insanları da unutmadan... Yıldız Kenter hocamız gibi, oyuncu Tarık Akan gibi ve tabii ki Türkan Saylan hocamız gibi... Bu bakımdan “Portreler”in aslında ilginç de bir proje olduğunu, çünkü bu tarz bir projenin çok fazla olmadığını düşünüyorum. Ben insan portrelerinin müzikle anlatıldığı insanların da konserlerde ilgisini çektiğini düşünüyorum. Çünkü her bölümden önce o insanı tekrar hatırlatıyoruz. Belki 30 - 40 yıl sonra bambaşka nesiller, müzikler çalındığında, tekrar onları hatırlama fırsatı bulacak. Bize biraz da onları ölümsüzleştirecektir. İnşallah insanlar da sever bu müzik eserlerini...

(Fazıl Say babası Ahmet Say’la)

SAY VAKFI KURULACAK

  • Babanız Ahmet Say'ın kitapları başta olmak üzere, kendi eserlerinize de sahip çıkmak üzere; kısa bir süre önce Say Vakfı'nı kuracağınızı söylediniz. Hangi aşamadasınız ve bu konuda neler düşünüyorsunuz?

Aslında yıllardır bize sorulan, bana teklif edilen, düşünülen çok insanın olmasını istediği bir şeydir bu vakıf... Babamın vefatından sonra tabii ki ben de bunu ciddi olarak düşünmeye başladım; bir “Say Vakfı”... Bütün Say ailesinin toplam eserlerini derleyen, toplayan, koruyan, muhafaza eden, Türkiye ve dünyaya tanıtan... Babamın müzik üzerine yazdığı yayınları yanında edebiyat eserleri, benim edebiyata yönelik tüm kayıt ve bestelerimle yazmış olduğum kitaplarımla büyük bir külliyat çıkıyor ortaya tabii ki..

Bunun yanı sıra çok yapmak istediğim bir şey de Türkiye’deki genç yeteneklere, kendi adıma da da sahip çıkmak. Bir festivalle belki şekillendirmek veya birkaç festivalle Türkiye’nin bazı yerlerinde yapacağımız etkinlikler olabilir. Özel geceler veya belki beş - on yıl sonra bir piyano yarışması eklenebilir. Çünkü biliyorsunuz dünyada artık benim ismim Türk piyanist olarak hem de marka olarak en üst düzeyde şekillenmiş durumda. Piyano yarışmasının beş - on yıl sonra Say Vakfı’nın kontrolünde gerçekleşmesinin dünya çapında da büyük yankı uyandıracağını ve dünyada genç piyanistlerin de ilgi odağı olacağını düşünüyorum. Bunların hepsi şu anda düşünce aşamasında, bunların şekillenmesi 2023-2024 yıllarını bulacaktır. Vakfın açılışı, çalışmaya başlaması ve bize gelecek desteklerin durumuna göre nasıl yapacağımızı şekillendireceğiz diye düşünüyorum. Şu anda her şey düşünce aşamasında ama kendi adıma düşünce aşamasında olan her şeyin olacağını bildiğim için ciddi bir şeyin geleceğini buradan söylemek isterim.

‘HEPİMİZ İÇİN ZORDU’

  • Çok değil birkaç gün önce ‘Dünya Müzik Günü’ydü ve gazetemiz de ‘Müzik Yaşatır’ sloganını okurlarımızla paylaştık. Bugünün haberini, “103 müzisyen pandemide intihar etti” diye verdik. Sizin bu konuda düşünceleriniz ve söyleyecekleriniz bizim için önemli! Neler ifade etmek istersiniz?

Korona salgını, kültür sanat hayatı için iki yıllık bir tamamen durma anlamına geldi. Avrupa’da ve Türkiye’de kadrolu olan müzisyenler için büyük bir sorun oluşmadı. Onlar aylık maaşlarını konser vermedikleri halde veya online konserler vererek aldılar. Birikimi olan müzisyenler için de pandemi yaşamsal bir sorun oluşturmadı ama tabii ki günbegün yaşayanlar için çok büyük bir depresyondu ve çok büyük bir zorluktu. Burada dediğiniz gibi ben de çok üzülerek öğrendim hayatına son veren gençleri, yoklukta, zorluklarda... Çok üzüldüğümüz bir konudur. Pandeminin daha birinci-ikinci ayında kendim yüzden fazla genç müzisyene yardımcı olmayı denedim. Ama sonuçta iki yıl süren bir şeyde çok daha iyi bir yardım gerekiyordu devlet tarafından, bu durum zor oldu hepimiz için. Günümüzde konserler artık normal haliyle devam ediyor. Biliyorsunuz geçtiğimiz kış aylarında yüzde elli oturmalı olarak devam ettik. Ama nisan ayından itibaren herkes üçüncü aşısını da olduktan sonra düzeldi. Klasik müzik dinleyicisinde, psikolojik olarak yaşlı seyircilerimizde azalma hissediyoruz. Daha doğrusu salonlar ve orkestralar abonman sayısının azlığından şikâyet ediyordu. Bunun da gelecek eylül ayından itibaren yani bir sonraki sezondan itibaren düzeleceğini, herkesin döneceğini düşünüyorum. Bu şimdilik psikolojik korku. Şu an dünyanın birçok ülkesinde her şey üç aşağı beş yukarı düzelmiş durumda. Çok üzüldük yani hayatına son verenlere, zorluk çekenlere pandemi boyunca bizi yıpratan bir konuydu.

(Ece Dağıstan Say'ın objektifinden Fazıl Say munzur kıyısında.)

2 YILDA 20’YE VARAN ESER

  • Elbette çok çalışkan bir besteci ve piyaniste sorulması zor bir soru: Yeni çalışmalarınız, gelecek konserleriniz, yeni projeleriniz...

Tabii pandemide iki yılda çok sayıda bestelediğim 20’ye varan eserim oldu. Bunların ilk seslendirilişleri oluyor. Neredeyse 2 - 3 ayda bir yeni bir prömiyer ile karşı karşıyayım. Yurtdışında olsun, yurtiçinde olsun eserler yeni yolculuklara çıkıyor. Büyük bir çoğalma oluyor benim besteciliğimde de; böyle devam edecek. 

Önümüzde “5. Senfoni”nin Bremen’de prömiyeri var. “6. Senfoni” de 2023 yılında Borusan Orkestrası (BİFO) ile beraber ses bulacak. Onun teması da; “Cumhuriyetimizin 100. yılı”... Şimdilik bunları söyleyebilirim. Aklımda daha çok şey var ama, onları biraz da projeler oluştukça konuşuruz.