'Döngüde İzler' isimli sergi sanatseverlerle buluşuyor

Şırnak Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi öğretim üyesi Doç. Dr. Abidin Müslüm Baysal'ın son sergisi "Döngüde İzler" çevrimiçi olarak sanatseverlerle buluşacak.

cumhuriyet.com.tr

Şırnak Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü öğretim görevlisi Doç. Dr. Abidin Müslüm Baysal'ın "Döngüde İzler" isimli sergisi 28 Aralık'ta çevrimiçi olarak sanatseverlerle buluşuyor.

Sanatçı, eserlerinde zamanın ve izlerin derinliklerine dalmayı amaçlıyor. "Döngüde İzler" adlı sergisiyle, insanın varoluşunu, zamanın yarattığı döngüleri ve kadının kutsallığını plastik bir dille anlatıyor.

Sanatçının eserlerinde izlenimci akımın etkisi belirgin. Güneşin ışığının nesneler üzerinde oluşturduğu etkiyi tuvaline yansıtarak, zamansal değişimleri anlarla ilişkilendiriyor. Bu eserler, Van Gogh'un izlenimci anlayışından ilham alarak, kalın boya tuşeleri ve dinamik enerjisiyle dikkat çekiyor.

Kadının varoluşu ve toplumdaki yerine vurgu yaparak, onun zaman içindeki dönüşümünü ele alıyor. Kadının metalaştırılmasına ve yabancılaşmasına dikkat çeken sanatçı, bu durumun ruhsal acı yarattığını belirtiyor. Eserlerinde, kadının anne, arkadaş ve eş kimliklerindeki derin izleri plastik bir dille yansıtıyor.

"Döngüde İzler", ölüm ve yaşamın diyalektiğini ve bu büyük enerjinin yeniden yeşertici gücünü sembolizmalarla anlatıyor. Sanatçı, eserleri aracılığıyla evrenin zamansal enerjisini ve döngüsünü, kalın boya sürülmüş tekrarlayan kontürlerle izleyiciye aktarıyor.

Doç. Dr. Abidin Müslüm Baysal'ın ayrıca "Resim Sanatında Deformasyon" başlığında yayınlanmış bir kitabı bulunuyor.

İşte, Baysal'ın kaleminden Döngüde İzler'in hikayesi:

Bitimsiz olduğu yanılsamasıyla yaşadığımız hayatlar ve onların döngüde ki izleri. Döngümüzde ki diyemiyorum. Çünkü zaman ve mekân bizim içlerine doğduğumuz şeyler. Dolayısıyla bizlerin iradesinden bağımsız evrenin işleyiş yasalarını belirleyenler de onlar. Tabi olmak bizim mecburiyetimiz…

 Yasalar ve onların Evreni yapılandıran kendinden beslenen kendiliğini yaratan enerjisi: insanoğlunun kendi varoluşunu bilinçsel olarak kavrayabilecek aşamaya gelebilmesiyle birlikte yeni bir anlam kazanmıştır. Bu anlam, farkında olduğunun farkında olabilen bir varlık olarak insanı; başta içinde yaşadığı dünyayı ve dolayımın da Evreni kavramsallaştırabileceği bir akılsal çözümlemeye yönlendirmiştir. Çözümlemelerimiz, içinden geldiğimiz, içinde yaşadığımız ve yeniden içine yolculuk ettiğimiz “anı” “zaman” olarak kavramlaştırmamıza yardımcı olmuştur. 

Zaman olarak kavramlaştırdığımız süreklilik, insan zihninde, saat, gün, ay, yıl vb. kendini tekrarlayan durumlar olarak tasnif edilmiş, kendini tekrar etme süreci de tarih olarak betimlenmiştir. Zamansal döngünün kendini tekrar etme evrelerini, biz insanlar tarihin tekerrürü olarak değerlendirdik. Böylece, hayatın varoluşsal zorunluluğu olan değişimi ve onun ilerlemeci yanını yadsıma kolaylığına düştük. Sözü “Güneş’in altında değişen hiçbir şey yok” a getirdik.

Aslında değişen çok şey vardı ve bu değişim izler bırakıyordu. Değişimi sezebilmek için de bakmak ve görmek arasındaki farkı öğrenmek gerekiyordu. Doğal çevremize karşı giriştiğimiz yıkıcı saldırganlık, iz olarak geriye beton binalar, asfalt yollar, devasa maden çukurları, nükleer atıklar ve benzerlerini bırakıyordu. İnsanoğlunun doğaya karşı bu yıkıcı saldırganlığından insanoğlunun kendisi de payına düşeni alıyordu. İnsanlık kendi tarihini yazarken oluşan izler öz benliklerini de şekillendiriyordu. Kendini, diğerini, doğayı ve Evreni anlamlandırma ve anlama çabası, onun her şeyi aklıyla da kavramasına ve kavramlaştırmasına yardımcı olmuştu. Sonunda, “Medeniyetini” bunların üzerine ilmek ilmek örmeyi öğrendi. 

Bu bir yolculuktu. Yolculuğu esnasında ruhunun özünü anlama aşkıyla sürekli olarak bunun felsefi ve inançsal cevaplarını aradı. Ama bulduğu şeyleri hep yıkarak, yenisini inşa etti. Bu nokta da Kadın ve onun zamanı aşan kutsallığı, döngülerde kadim izler bıraktı. Kimi zaman yaratıcı Ana Tanrıça oldu, kimi zaman Cennet ayaklarının altında oldu, kimi zaman bereketi temsil etti, kimi zamanda kötülüğü temsil etti. Bütün bu olumlamalar ve olumsuzlamalar hem kadının kendi varoluşsal hikayesinde hem de dolayımında erkeğin ve genel olarak insanoğlunun kolektif belleğinde varoluşsal izler bıraktı. Çünkü kadına yaklaşım biçimi toplumların medeniyetle aralarındaki ilişkinin niteliğini de belirledi.  

Kadın, günümüz dünyasında metalaştırılmış bir varlığa dönüştürülmeye zorlandı. Bu durum, genel olarak bir tür yabancılaşma ve ruhsal acı yarattı. İçinde bulunduğumuz döngüde oluşan bu izler, benim resmim de “Kadını” ana figür haline getirdi. Kadınlar, anne kimliğinde, arkadaş kimliğinde ve eş kimliğinde hayat döngülerimizde derin izler bıraktılar ve bırakmaya devam ediyorlar. Bu izlerin bendeki plastik dışavurumunun, resimsel olarak ilham kaynağı izlenimciler ve Van GOGH oldu.

 Güneşin günlük döngüsünde yeryüzünü aydınlatmaya başladığı andan günbatımına kadar ki geçen sürede ışığın nesneler üzerinde oluşturduğu etkiyi tuallerine yansıtan ve ışığın izlerini eserlerinde kalıcılaştıran izlenimciler, doğanın günlük zamansal varoluşundaki değişimleri anlarla ilişkilendirerek göstermişlerdir. Özellikle Van GOGH’un eserlerinde kalın boya tuşeleri ile oluşturduğu dokular ve kullanmış olduğu renkler ve tonları yarattıkları dinamik enerjiyle anda oluşan izleri ölümsüzleştirmiştir. 

Çalışmalarımda ki insan figürleri ve onları kuşatan çevre üzerinde Ispatulamla ve fırçamla oluşturmaya çalıştığım rölyef tadında izler ile çıplak gözle görülemeyecek ruhsal izleri görünür kılmama yardımcı oldu. Yaşanılan “Anların” bireyin hayatındaki yaratacağı varoluşsal etkiyi plastik olarak göstermek istedim.  Evreni oluşturan büyük birliğin zamansal enerjisini ve döngüsünü yine kalın boya sürülmüş birbirini tekrarlayan kontürlerle göstermeye çalıştım. Ölüm ve yaşam diyalektiği ve onun yeniden yeşertici büyük enerjisini çeşitli sembolizmalarla betimlemeye gayret ettim. “Döngü de İzler” böyle ortaya çıktı...