Damon Galgut’tan ‘Vaat’

Güney Afrikalı yazar Damon Galgut 2021 Booker Ödülü'nü alan Vaat (Çeviren: Hasan Can Utku / Delidolu Yayınları), adlı romanında, Güney Afrikalı beyaz ırktan Swart ailesinin dağılışını ve yıllarca onlara hizmet etmiş siyahi emekçileri Salome’ye verdikleri ancak tutamadıkları sözü konu ediyor. Okuyucuyu yalın olduğu kadar şiirsel bir metinle de buluşturan yazar, dört ayrı cenaze töreni etrafında şekillenen roman, bir ailenin utanç ve suçluluk duygusuyla yoğrulan dokunaklı hikâyesinin kıyısında, toplumsal ayrışmanın hem sınıf hem de renk üzerinden belirgin olduğu Güney Afrika tarihinin apartheid sonrası toplumsal çalkantılarına ve otuz yılına ayna tutuyor.

Mehmet Atilla

Güney Afrikalı yazar Damon Galgut’un kısa listesine 2003 ve 2010 yıllarında da girdiği Booker Ödülü’ne 2021 yılında değer görülen romanı Vaat (The Promise), Hasan Can Utku’nun özenli çevirisiyle Delidolu Yayınları tarafından kısa süre önce yayımlandı.

Seçici Kurul’un “Vaat, anlatı perspektifinin sürekli değiştiği, biçimsel olarak yenilikçi bir roman. Galgut’un alışılmadık anlatı stili, roman türünün 21. yüzyılda geldiği noktanın bir kanıtı. Uzun yıllar okurlarda yankı uyandıracağına inanıyoruz.” yargısına katılmakla birlikte şunu da vurgulamak gerekir ki bu satırlar okurun gözünü korkutmamalı.

İçinden çıkılmaz, karmaşık, kaygan bir kitap değil Vaat. Olay örgüsü açık seçik, kurgusal zamanlama da düzgün bir akışa sahip. Yapılması gereken tanrısal anlatıcı olarak nitelenebilecek genel anlatıcının bakış açısındaki esnekliği yakalamak.

Metnin içine yan anlatıcıların da sızmasına ve okurun karakterlerin zihninde dolaşmasına da izin veriyor yazar. Hatta kimi yerlerde birinci tekil kişi kullanarak gözlemci bakış açısından da yararlanıyor.

“Süslemelerin pirinci neşeyle ışıldarken sözcükler de beyne ulaşmış, resimlere dönüşmüşlerdi ve bunların bir kısmına katlanmak çok zordu. Evet, insanlara en büyük işkenceyi zihindeki resimler yapar, belki zaten biliyorsunuzdur bunu.” (s.177)

Galgut’un tarihsel birikime yaslanma bağlamında Coetzee’yi, modernist anlatı bağlamında da Woolf ya da Faulkner’i anımsatan bir ustalık sergilediğini de belirtmek gerekir.

Roman, beyaz ırktan Swart ailesinin 1986-2018 yılları arasındaki sarsıntılı yaşamı üzerinden ilerlese de Güney Afrika’nın apartheid sonrasındaki toplumsal çalkantılarını arka plana almasıyla tarihsel bir fon da kazanıyor.

Zaten olay örgüsünün eksenini Swart ailesinin siyahi hizmetçileri Salome yararına verilen bir sözü (vaadi) bir türlü yerine getirmemesi oluşturuyor.

Genç yaşta ölen anne Rachel, son nefesini vermeden önce kocası Manie’den bir iyilik yapmasını istiyor ve kıdemli hizmetçileri Salome ve oğlu Lukas’ın yıllardır yaşamakta olduğu evi kendilerine bağışlaması konusunda söz alıyor. Manie böyle bir niyeti olmamasına karşın o anda yalnız olmalarının rahatlığıyla bu isteği kabul etmiş gibi görünüyor.

Bu konuşmaya gizlice kulak misafiri olan evin küçük kızı Amor, annesinin bu isteğinin yerine getirilmesi için önce babasına, sonra da ailenin öteki bireylerine ısrarcı davranıyor ve bir anlamda ailenin vicdanı hâline gelerek baskısını yıllar boyunca hissettiriyor.

Babanın ve halanın ölümünden sonra ablası Astrid ve ağabeyi Anton’dan da beklediği desteği alamayınca çareyi evden uzaklaşmakta buluyor ve Swart ailesinde beklenmedik ölümler, terk etmeler, vefasızlıklar, ikiyüzlülükler içinde bir çöküntü baş gösteriyor.

Tüm bu yaşananları yaklaşık onar yıllık zaman dilimleri hâlinde ve Amor dışındaki aile bireylerinin cenaze törenleri üzerinden aktaran Galgut, gerek ana karakterlerin gerekse yan karakterlerin çelişkilerini, savrulmalarını, bencilliklerini yetkin benzetmeler eşliğinde yansıtıyor.

Öte yandan Güney Afrika’nın son kırk yılına damgasını vuran yönetim değişikliklerini, siyasal ve sosyal kargaşaları da tarihsel gerçeklerle bağlantılı olarak veriyor GalgutOlağanüstü Hal’den Mandela yönetimine, Thabo Mbeki döneminden Jacob Zuma’nın istifasına kadar olan süreçte yaşanan kaypak ve çıkarcı ilişkiler, dinsel sömürüler dönemin örtük bir eleştirisi olarak beliriyor.

Tüm bunları yaparken yazarın metni siyahi bakış açısından uzaklaştırdığını ve sert bir politik düzleme kaymaktan özellikle kaçındığını da fark ediyoruz. Ailenin soyadının Afrikaancada “siyah” anlamına gelmesi bir yana, hizmetçi Salome ve oğlu Lukas’ın perde arkasında tutulması, olup bitenler karşısında ikisinin de suskun kalması, bu yaklaşımın bilinçli bir tercih olduğunu gösteriyor.

Siyasal atmosferin bu denli karmaşık olduğu bir coğrafyada yazarın böylesi boşluklarla okuru baş başa bırakmak isteyişi, insanların apartheid öncesi ve sonrasına ait bilgi birikimlerine güven duymasının göstergesi olarak yorumlanabilir.

Vaat, modernist anlatıdan beslenen arayışları uygulamadaki başarısıyla edebiyattan haz almayı önemseyenlerin ilgisiz kalamayacakları bir yapıt. Tartışılmayı, konuşulmayı hak eden taraflarının gündeme geleceğini beklemek de hoş bir sabırsızlık.