Çocuklar hayata başka yerden bakıyor! Y. Bekir Yurdakul’un yazısı...
Üç farklı “ev ortamı”na sığdırdığı üç kocaman ama birbirine yakın olduğundan daha fazla uzak üç dünyaya dolayısıyla aslında zenginliğimiz olan farklılıklarımıza Düdüklü Tencere Orkestrası’nda (Bilgi Yayınevi) yeniden bakıyor Dilge Güney. Yeniden ne ki önyargısız, hesapsız bakmaya ve birbirimizi anlamaya çağırıyor. Çocukların; yetişkinlerin, yasaklarla çevrili, katı kurallara boğulmuş hapishanelerinin sınırlarını nasıl aştığını, o duvarları nasıl da etkisiz, hükümsüz kıldığını görmemizi sağlıyor.
Y. Bekir Yurdakul / Cumhuriyet Kitap EkiDesen: EFECAN SEZER
Ne çok çalınır kulağımıza ve ne çok yineler dururuz: “Değişmeyen tek şey değişim!” Genellikle de üzerinde düşünmeyiz bile; sahiden öyle midir? Ya da nereye, hangi veriye yaslanıyor bu yargı?
Zamanın akıp gidişi, hayata bakışımız, ömür denen kıymetli ne ki sanıldığı denli de uzun olmayan sürecin nasıl “değer” bulacağına, anlam kazanacağına ilişkin yargı ve yaklaşımlarımıza yakından bakınca “değişmeyen” şeyin bir anda kılık değiştirdiğini görmek hiç de zor değil!
“Değişmeyen şey” aslında sürüp gidene gönüllüce uyum sağlamak, hatta onu körü körüne savunmak. Hiç mi bir şey yok değişen derseniz var elbette: araçlar değişiyor, yöntem ve teknikler yenileniyor, faklı / yeni kılıklara bürünüyor insan, mekân da öyle ne ki ortaya çıkan fotoğraf, elde edilen sonuç, kısacası “çıktı” hep aynı:
Razı olan, itaat eden, yetinen, soru sormayan (dahası sorularını bir yerlerde unutan) karşı çıkmayan; denediğini, sınadığı, aradığını söylese de belirlenen sahalarda, verili koşullarda oynayan, seçilmişler arasından seçtiğini özgürce seçimmiş gibi algılayan kocaman bir kalabalık...
EDEBİYATIN ÇAĞRISI
Ve bu fotoğrafa, sürüp gidene, alışılagelmişe, dayatılana karşı çıkan sanat ve sanatlar içinde edebiyat! Bir edebiyat yapıtı; sürüp gidenin özüne karşı çıktığı, seçenek üretmeye (sormaya, aramaya) çağırdığı; bunu da alabildiğine sakince yaptığı oranda başarı kazanıyor.
İşte bugün yine sahnemizi böyle bir yapıt dolduruyor.
Var mısınız; büyüme yolculuğumuzun önündeki engellere yeniden bakmaya?
Var mısınız; başarıyı belirli kalıplara hapsetme hastalıklarımızla yüzleşmeye?
Var mısınız; hayatın her anından tat almanın yerine her şeyi belirsiz zamanlara ertelemekten vazgeçme cesaretini göstermeye?
Var mısınız; cezanın, “ben bilirim”lerin yerine sevinçler koymaya?
Var mısınız; hayata bambaşka pencerelerden bakışlarla yan yana gelmeye?
Elbette varsınız, benimkisi de soru işte! Öyleyse toparlanın bakalım; Işıl’ın, Aliciğim’in, Gelincik’in sahici ülkesine; “Göbecik Gezegeni”ne gidiyoruz.
Desen: EFECAN SEZER
FARKLI NE Kİ YAN YANA DÜNYALAR
Son yıllarda yayımlanan distopik yapıtlar arasında unutulmaz bir yer edinen “Mavi Yıldız”la 2018 Gülten Dayıoğlu Vakfı İlkgençlik Roman Ödülü’nü alan Dilge Güney; üç kafadar’ın (Işıl, Ali, Gelincik); içtenlikli, yalın, sahici, her gün yanı başlarından ama çoğun farkında bile olmadan geçip gittiğimiz dünyalarını ışıltılı bir dille anlattığı yapıtı Düdüklü Tencere Orkestrası’yla bu kez Muzaffer İzgü Çocuk Romanı Birincilik Ödülü’nü kucakladı.
Üç farklı “ev ortamı”na sığdırdığı üç kocaman ama birbirine yakın olduğundan daha fazla uzak üç dünyaya dolayısıyla aslında zenginliğimiz olan farklılıklarımıza yeniden bakıyor Dilge Güney; yeniden ne ki ön yargısız, hesapsız bakmaya ve birbirimizi anlamaya çağırıyor.
Bununla yetinmiyor; çocukların yetişkinlerin sınırlanmış, yasaklara, katı kurallara boğulmuş hapishanelerinin sınırlarını nasıl aştığını, o duvarları nasıl da etkisiz, hükümsüz kıldığını görmemizi sağlıyor.
SAKİN SÖZCÜKLERİN ÇIĞLIĞI
Işıl, Aliciğim ve Gelincik’in dünyalarına her birinde uzun zamanlar geçirmişçesine sızmayı başaran Güney’in sakin sözcükleri arasında akıp giderken öykümüz, kısacası bu her satırına insan sıcağı / çocuk sıcağı sinmiş öyküyle buluşmuşken, ilkin aklıma Ataol Behramoğlu’nun “Bebeklerin Ulusu Yok”¹ şirinin o unutulmaz dizeleri düştü (“...Bebeklerin ulusu yok/ Başlarını tutuşları aynı/ Bakarken gözlerinde aynı merak/ Ağlarken aynı seslerin tonu...”). Düdüklü Tencere Orkestrası’nı okurken Behramoğlu’nun o şiirini de bulun isterim.
Tıpkı bebekler gibi çocuklarımız da ayrılık gayrılık bilmiyor oyunda, gülümsemede, meraklarının ardına düştüklerinde... Derken yükseliyor duvarlar, sertleşiyor bakışlar, katılaşıyor yürekler.
Sonra birbirinin dilini bilmeyen çocukların bir araya geldiklerinde kısacık bir sürede nasıl oyunlar kurdukları gerçeği eşlik etti bana.
Bir de “Kader’in öyküsü”nü anımsadım.² Annesinin, “Kaç kez söyledim kızım sana, kapıcı çocuklarıyla oynama!’ diye.” çıkışmasını, “Ama anne! Kader, kapıcı çocuğu olduğunu bilmiyor ki!” diyerek karşılayan kahramanımın (benim kaleme aldığım) öyküsüydü.
HEPİMİZ O SAHNEDEYİZ
Yasaklar / sınırlar koymaya, kendi yaptığımız birçok şeyi çocuklarımıza yasaklamaya çok hevesliyiz. Cezanın iyi bir şey olduğunu düşünenlerimizin sayısı azımsanmayacak denli yüksek...
Ve ağız dolusu güldükleri, gülebildikleri, oyunlarda yitip gittikleri anların boşa harcanmış zamanlar olduğuna inanmalarımız.
Oysa hemen hepimizin başına gelmiştir bu duvarlarla çevrilme halleri. Ve çoğu zaman düşünmeyiz bile neden aynı şeyleri bizden sonrakilere dayattığımızı...
Düdüklü Tencere Orkestrası’nda elbet biz de varız. Dilge Güney, üç kahramanı ve öteki karakterleriyle hepimizin hallerini taşıyor sahneye üstelik üstünü örtmeden, evirip çevirmeden, söze boğmadan. Evet, mizah da ustaca, yerli yerinde çoğaltıyor sahneyi. Ne var ki sahnede kendimizi gördüğümüzde yüzlerde donan gülümsemeleri de fark ediyoruz ister istemez.
Dilge Güney’in hayata tuttuğu bu içtenlikli, cesur, gülümsetirken düşündüren aynayı ıskalamayın isterim.
¹ Bebeklerin Ulusu Yok, Ataol Behramoğlu, Adam Yayınları, 1988.
² Yol Boyunca Renkler, Kolektif, Can Çocuk, Temmuz 2014, s. 198.
Düdüklü Tencere Orkestrası / Dilge Güney / Resimleyen: Efecan Sezer / Bilgi Yayınevi / 102 s. / 9+ / 2022.