Cannes’da Elvis çılgınlığı

Cannes Film Festivali cumartesi akşamı yapılacak ödül töreniyle sona erecek. Yarışmada işler kızışırken Cannes’da bir yandan da “Elvis” çılgınlığı yaşandı.

Emrah Kolukısa

Neden Elvis sorusuna Shakespeare’i örnek göstererk yanıt veriyor Baz Luhrmann. “Shakespeare tarihi kişilikleri ele alır ama onları anlatırken aslında birçok meseleyi irdeler. Milos Forman’ın çok sevdiğim filmi “Amadeus” örneğin... Sizce “Amadeus” gerçekten Mozart hakkında bir film mi yoksa iki adam arasındaki kıskançlığın filmi mi? ‘Tanrım, senin için her şeyi yaptım ama sen bu büyük yeteneği şu korkunç, iğrenç adama mı bahşettin?’ der ya Salieri...

Ben de Elvis’in hayatını anlatırken hem onu seven milyonların duygularına saygı gösterdim hem de yaşadığı yılların Amerika’sında sanat ve ticaret arasındaki ilişkiyi ortaya koymaya çalıştım. Gösteri ve iş (show and business), kardan adam (‘snowman’ derken Hanks’i işaret ediyor) ve şovmen... Tüm fikir buydu aslında.”

Cannes’da iki Tom’un damgasını vurduğu bu yılki festivalde belki ilk Tom’a (Cruise) yetişemedim ama ikinci Tom’un başrollerinden birini üstlendiği “Elvis”i izlediğim gibi basın toplantısında filmdeki grotesk kilolu görüntüsünden fersah fersah uzaktaki, bir hayli zayıf ama çok formda Tom Hanks’i yakından görme şansına sahip oldum.

Kariyerinin belki de ilk gerçek kötü adamını canlandırdığı filmde Colonel Parker rolüyle perdede beliren Hanks şüphesiz son 40 yılın en önemli Amerikalı oyuncularından ama görünen o ki Cannes’da asıl yıldızı parlayan Elvis rolündeki Austin Butler oldu. Genç oyuncu gerçekten de izleyici beklentisinin alabildiğine yüksek olduğu bir rolün altından şaşırtıcı bir ustalıkla kalkıyor ve 20. yüzyılın en ikonik yıldızlarından birini reenkarne etmeyi başarıyor. Oscar dedikodularının şimdiden başladığını söylemek yanlış olmaz. Filmin vizyon tarihine bir aydan fazla süre olduğu için uzun uzun yazmayacağım ama 150 dakikayı aşkın süresiyle “Elvis”in izleyiciyi hiç sıkmadan akıp gittiğini söyleyebilirim.

CANNES’DA ÖNE ÇIKAN BİR DİĞER İSİM: MARGARET QUALLEY

Isabelle Adjani Cannes’da gösterilen son filmi “Mascarade” vesilesiyle Madame Figaro ile yaptığı mülakatta “Kim Kardashian ikonsa ben de İngiltere kraliçesiyim” demiş. Haksız da değil.

Gerçi Nicolas Bedos imzalı “Mascarade”ı izlemedim henüz ve uzun zamandır gölgede kalmayı tercih eden Adjani’nin performansını (bir de Ozon ile “Peter von Kant”ı çekmşti yakın zamanda, ki onu da izkemek nasip olmadı) takdir edemeyeceğim ama onu sık sık aklıma getiren bir başka aktrisin filmini izledim ve sanki 35-40 yıl öncesinin Adjani’si yeniden aramıza teşrif etmiş gibi hissettim.

Claire Denis’nin son filmi “Stars at Noon”un başrol oyuncusu Margaret Qualley’den söz ediyorum. Onu yanılmıyorsam ilk kez “Fosse/Verdon” adlı dizide canlandırdığı genç dansçı rolüyle gözüme kestirmiş, ardından yaptığı hemen her işi radarıma almıştım. Ancak Cannes’da eleştirmenler arasında bir hayli bir hayli heyecan yaratan bu son performansı kariyerinde önemli bir yer tutacak gibi görünüyor. Filmin ödül şansı en yüksek ismi Qualley diyebilirim; tabii ki tüm rakiplerini gördüğümü söyleyemem.

'BROKER' ETKİSİ

Cannes’a gelmeden önce hemen herkesin heyecanla beklediği filmler arasında başı çeken “Broker” son günlerin en beğenilen filmi oldu gerçekten de. Tam bir ‘ensemble’ işi olan ve Japon sinemacı Kore-eda Hirokazu’nun oyuncularına muazzam alanlar açarak unutulmaz sahnelere imza attığı fillme dair Mehmet Basutçu’nun yazdığı yazıya bir göz atın derim.

Onun söylediklerine belki yaşadığımız sert mi sert dünyada insanın doğduğu değil kendi seçtiği ailesiyle daha mutlu olduğu gerçeğinin bu olağanüstü hümanist filmde bir kez daha vurgulandığını ekleyebilirim. Film bence Altın Palmiye’ye yakın olduğu kadar, yönetmen ve senaryo ödüllerine de yakın.