Bülent Ortaçgil gündemi değerlendirdi: ‘Korkan bir toplum olduk’

Yarım asrı aşkın profesyonel müzik yaşamını “Elli Buçuk” adlı yeni albümüyle taçlandıran Bülent Ortaçgil’le Cumhuriyet için söyleştik. “İtaatkâr bir toplum olduk” diyen usta ekliyor: Ekonomi kötü diye bütün oylar muhalefete gidecek değil.

Emrah Kolukısa

Son albümü “Elli Buçuk” vesilesiyle bir araya geldiğimiz Bülent Ortaçgil elinin altında hep suyunu tutuyor. “Miktarını ölçerek içiyorum, tek böbreğim var çünkü” diyor ve gülüyor. Hayat onu artık yormuyor diye düşünüyorsunuz ama sonra öyle bir şey söylüyor ki, en az herkes kadar endişeli olduğunu anlıyorsunuz Türkiye için. Elli küsur yıl içinde kuşaklar arası bir saygınlığa ulaşmış, bugün verdiği konserlerde en çok gençleri gördüğüne sevinen ve müzisyenliği kadar şairliğe de vurgu yapan bir sanatçı var karşımızda.

Soracak şey çok ama yer kısıtlı elbette, hemen başlamak gerek...

İLK KAYITLAR 1969‘DAN

Bu son çıkan “Elli Buçuk” adlı albümünüz ellinci sanat yılınızı kutlamak için kaydedildi ama aslında elli yılın öncesi de var. Zaten Bu albümde de bunu görüyoruz, 1970 öncesi kayıtlar ile son yaptığınız kayıtları içeriyor sadece. Kariyerinizin iki ucunu mühürlemişsiniz sanki.

Ben şunu istedim açıkçası, yani sayısal olarak net elli değil belki ama, elli yılı tanımlarken, son yazdığım şarkıları 50 olarak düşündük... Bunun başlangıç noktasıysa 1969’da kaydedilmiş, Ümit Tunçağ’ın İzmir Radyosu’nda kaydettiği, ilk örneklerini verdiğim, yani ilk o zaman gitar çalmaya başlamışım, şarkılar yazıyorum ve bunlar ilk örnekler. Bu ilk örnekleri daha sonraki yıllarda, 70‘lerde, bazılarını aldım albüme. “Benimle Oynar mısın” albümünü yaparken 20’ye yakın şarkım vardı zaten, bir 15 kadar da İngilizce şarkım vardı, o zamanlar yazmışım hepsini.

O albümdeki en son şarkıdır “Benimle Oynar mısın” ve diğer şarkılardan bazıları oraya girmiş, bazıları girmemiş, seçmemişim yani. Demek ki yayınlamaya değer bulmadım, ya acemilik gördüm, ya söz dünyası çok başkaydı, ben o anda öyle değildim, ama “Benimle Oynar mısın” nasıl 74’ü güttüyse, “Elli” adlı şarkı da son ürünü güttü, yani bana o albümü yazdıran ana itici şarkı oldu.

Çok güzel bir şarkı...

Bir espri yaptım orada da, onca yıl geçti, hala oynuyor muyuz, diyerekten... Ve o espri de bir sudoku çözer gibi, bir bulmaca çözer gibi, o elli yıl süresince yaptığım şarkıların isimleriyle yeni bir metin yarattım. Bambaşka bir anlamda, onlarla oynaşmak istedim, ahbaplık kurmak istedim. O şarkı ama çok heyecanlandırdı beni, bütün bu albümü yazmamın nedeni o zaten.

Bu arada bir de sergi açılacak yanılmıyorsam...

Evet, Emre Senan küratörlüğünü yapıyor. O sergi için belge toplarken şimdiye kadar bende birikmiş fotoğraflar, basında çıkmış toplayabildiğim yazılar, hayran mektupları, vesaire vesaire... Yurt dışında verdiğimiz konserlerin fotoğrafları, belgeleri... Bütün her şeyi taradık yeniden, dijital ortama da aktarıldı, orada gördüm ki çok büyük eksiğimiz var.

ŞARKI ŞAİRİ ORTAÇGİL

Size hep ‘kent ozanı’ deniyor, hoşunuza gidiyor mu bu?

Evet, öyle deniyor... Benim Alman bir menajerim vardı, şimdi öldü ne yazık ki, o beni Almanya’daki festivallerde çok çaldırıyordu ve oradaki afişte kullandığı sözcük bugüne kadar beni en çok temsil eden sözel tabir olmuştur; bana ‘Song Poet’ diyordu, şarkı şairi yani. O tabir benim daha çok hoşuma gidiyor, hem müzisyenliği hem şairliği içeriyor, ki öyle, yazarken şiiri düşünürüm hep...

Yeni şarkılarınızdan “Hangisi Hayat” sizin o felsefi yanınızı öne çıkarıyor; “Ya hep buz, ya hep ateş”...

Evet, o şarkı işte bizim son zamanlardaki Türkiye’yi tanımlıyor sanki.. Yani ya osun, ya busun... ya siyahsın, ya beyazsın... Ama ben hayatı öyle görmüyorum. Ya siyah, ya beyaz değilsin arkadaş, kimi zaman siyahsın, kimi zaman beyazsın, kimi zamanda yoğun grilersin. 

O zaman şarkıdaki soruyu da soralım, halat mı pamuk ipliği mi hayat?

Bilmem... (gülüyor) Yanıtını bilsem o soruyu sormam. Ama hissiyat olarak pamuk ipliği tabii ki, gençken daha çok halata benziyor ama yaşlandıkça pamuk ipliği olduğunu görüyorsun... (kahkahalar)

‘GEZİ ÇOK DEĞERLİYDİ’

Mahmut Çınar ile yaptığınız nehir söyleşide kitlesel eylemleri anlamsız bulduğunuzu söylemişsiniz. Biz sizin politik duruşunuzu, şarkılarınızdaki mesajları biliyoruz ama örneğin Gezi Direnişi gibi bir kitlesel eylemi de anlamsız mı bulmuştunuz?

Hayır, hayır, asla öyle bulmuyorum. Sadece Gezi eylemleri sırasında ben İstanbul’da değildim, Bozburun’daydım ve Gezi olaylarının gerçekten genç, itiraz eden, ama o itirazını hangi mecraya sokacağını bilmeyen ama son derece samimi bir olaylar dizisi olarak gördüm. İlk defa insanlar bu iktidara “Dur hemşerim” dedikleri için, bunu gençler dediği için, hiçbir politik angajmanı olmadan dedikleri için, tabii ki değerliydi. Ama dikkatinizi çekerim, benim gençliğimde insanlar kendini ifade etmek için, bir şeyleri protesto etmek için sokaklarda yürürdü, bu suç değildi ve insanlar da bunu yapabilecek yüreğe sahipti. Şimdi Türkiye öyle bir Türkiye değil. Bunu hissetmek çok acı veriyor insana. Daha ne yapılsın ki bize, ‘dur hemşerim’ diyebilelim?

Muhalefetin son dönemdeki çabalarını nasıl buluyorsunuz?

Yani çok konuşuyorlar, ‘dünyayı yıkarız’ falan diyorlar ama dünyayı yıkacak adamın tavrı böyle olmamalı herhalde. Endişe ediyorum açıkçası. Tabii ki politik olarak bu ortamın değişmesini istiyorum, çünkü bu ortamın değişmemesini istemek gerizekalılıkla eşdeğer bir şey. Yalnız, dediğim gibi, Türkiye’de insanlar sessiz kalmaya çok alışmışlar ve Türkiye’deki insanlar çok bölünmüşler, yani kulaklarımız karşı tarafa kapalı. Ekonomi falan berbat evet, ama adam bildiği halde sesini çıkarmıyor, kabullenecek çünkü, ondan korkuyorum.

‘ÇOK İTAATKAR BİR TOPLUMUZ’

Sürekli konser iptalleri olmaya başladı, festivaller iptal ediliyor.

Yani birader şimdi, 12’de keseceksiniz müziği diyor, peki diyoruz... Çok itaatkar bir toplumuz. Biliyorum korkuyoruz hep beraber, korkmakta da haklıyız ama şimdi giderek seçim güvenliği de tehlikeye girmeye başladı. Bayağı endişeli olmalıyız yani. Türkiye’nin ekonomis çöküyor diye bütün oylar muhalefete gidecek diye birşey yok.

‘ŞARKI YAZMAK ZORUNDA HİSSETMİYORUM’

“Sen” albümünüz çıkalı 11-12 yıl oldu neredeyse. Neden bu kadar ara verdiniz?

İnsan bir doygunluğa ulaşıyor bir yerden sonra. Bir de kendini tekrarlamaktan da kaçınmak istiyor. Ben popüler bir sanatçı değilim... Popülerden kastım şu, benim ve benim taşıdığım tivari dünya benden o ticareti beklemiyor. Yani ‘Bülent bir plak yapsın da, onu satalım’ falan demiyor kimse. O yüzden ne zaman yaparsam o zaman yapıyorum. Kendimi şarkı yazmak zorunda hissetmiyorum. Örneğin batıdaki bu endüstrinin parçası olan insanlar öyle olmak zorunda aslında. Belli bir tüketim var. bende öyle bir talep olmadığı için, ben de bu talebin bana düşen keyfini bol bol çıkardım.  

Sahne çalışmalarınız daha yoğun ama...

Son yıllarda öyle. Bunu hep söylüyorum, “Benimle Oynar mısın” 2000 adet sattı, plak olarak. Ama sonra bu 2000 plak ondan ona, elden ele, underground bir iletişim ağı kullanarak hiçbir zaman itilmeden, kuşaklar arası bir yaygınlığa ulaştı.

‘ÇEKİRDEK SANAT EVİ ÇOK ÖZEL BİR MANTIKTI’

Ben ucundan da olsa Çekirdek sanat merkezi’ne yetiştim. Çok güzel bir ruh vardı orada, değil mi?

Çok... Fikret’in (Kızılok) kurduğu çok özel bir mantıktı, son derece de başarılı oldu. Çünkü Çekirdek’te, kendini başka yerde yayınlama imkanı bulamayan insanlar, orada, çok küçük bir meclis te olsa, çalıyorlardı, icra ediyorlardı ve onun kendi çapında bir dağıtım ağı da vardı. Tabii işin teknolojisi çok gelişmiş değildi, büyük bir yatırım neticesinde kurulmuş bir yer değildi, biraz arkadaş meclisi gibiydi. Ama ne olursa olsun orada bir sürü deneyler yapıldı, bir sürü insan geldi çaldı... Ben de dahil oldum, çünkü desteklenmesi gerektiğini hissettim. Ama bu fikrin babası Fikret’ti. 

Oradaki kayıtlar yeniden yayınlanamaz mı peki?

Valla şöyle bir şey var, müzisyenler, teknoloji geliştikçe kötü şartlarda yapılmış kayıtları dinlemekten bir süre sonra rahatsızlık duymaya başlıyorlar, çünkü çok daha iyi bir şekilde yapılabilir, dinlenebilir. Çekirdek’in devam edememesinin nedenlerinden biridir o zaten. O teknolojiyle kaydedilmiş şeyler kitlesel olarak dağıtıma sunulduğu zaman müzisyenler ‘Bi dakka bakalım’ dediler... Çekirdek’in bitmesinin bir başka sebebi de telif hakları meselesidir. Yani Çekirdek’te her hafta bir konser oluyordu ve o konserlerin kaydını yayınlamak bir kadro işi, para işi, bürokrasi işi... Bunun üstesinden gelemezdik zaten.

Şarkılarınızı dinlerken iki farklı Ortaçgil görüyoruz sanki. Biri son derece romantik bir Ortaçgil, bir de neredeyse felsefi denebilecek, rasyonel bir Ortaçgil... Katılır mısınız bu tespite? Sizin hayatınızda hep var mı bu ikilik?

Tabii... İkiliksiz, çelişkisiz hiçbir şey olmuyor. Benim hayatımda çok öyle şey var; uzun yıllar mühendislik mi yapacağım, müzisyen mi olacağım çelişkisi var. İşte orada mı yaşayacağım, burada mı yaşayacağım...? Hayattan rahatsız olmalar var, boşanmalar, ayrılıklar var...Bende de çok akılla yazılmış, eleştirel şeyler vardır, yani toplum eleştirisi, ahlak eleştirisi...

Çok hınzırca yazılmış, normal gibi tınlayan şarkılar vardır, o gelenek birazcık Fikret’ten de bana geçmiştir, tabii Fikret onun çok daha sert ve koyu stiline sahip birisiydi. Mesela onun “Şarkıdaki Maymun” diye gümmm diye söylediği şeyi ben asla öyle söylemem, “Pencere Önü Çiçeği” diye söylerim. Bir de tabii son derece aşk içindeyken yazılmış şarkılar da vardır, özeldir ama o özelliği herkes yaşadığı için genel olmuştur.