Bir zaman bakışı yakalayabilmek

Yazmaya yüzümü döndüğümde, bambaşka bir insan doğası / yüzüyle karşılaştım demeliyim. Bu da beni, bir “at terbiyecisi” kıldı. Bu kez denetlenebilir “arzu”nun ardından gitmeye yöneldim. Elbette başka bir keşifti bu da. Örten, göstermeyen, yaşatıp tüketen… Yeniden yeniden başlatan. Hayatın denge arayışını bulma yolculuğuydu aslında bu da. Yani bir tür “arayış”tı…

Feridun Andaç / Cumhuriyet Kitap Eki

GİDEREK YİTİKLEŞEN ZAMANIN 

KEDERİ; HÜSRAN!

Adı konulan zamandan söz etmiyorum… Yani adlandırılan. Yaşanmayan bir zamana yüzünüzü döndüğünüzde hatırlanan zamanlarınıza önce bakmanızı istiyorum.

Bir kitabı açıyorum. Karşıma çıkan ilk cümle duralatıyor beni: “Tragedyalar istediklerini elde edemeyen insanların hikâyeleridir ama istediklerini elde edemeyen insanlarla ilgili her hikâye trajik bir görünüm taşımaz” (*)

Yaşadığımız al-ver dünyasında bizi çevreleyen her şey bir şey anlatır. Olup bitenle oldurulamayanlar de bu akış içindedir. Kabulleniş ve red veya sapmalarla itirazlar biraz da bu şeyleşmelerin gerçekliğini anlatır. Bizi kendine çekenlerle itenler, gölgede kalan duyguların da bir ömür boyu taşıyıcısı kılarlar benliğimizi.

Eğer adlandırmak gerekirse; o flulaşan, giderek yitikleşen zamanın kederi olan “hüsran”dan söz etmek istiyorum size. Tutkuların keşfi mi demeli inadına üzerine gittiğiniz şey karşısında hüsrana uğramanıza… 

Ve ısrarla o duyguya tutunarak yol almanız… Aradan kaldırdığınız “suret” artık hiçbir şeyiyle sizi ilgilendirmezken; onunla keşfettiğiniz tutkunun bir biçimde yolcusu kesiliyorsunuz.

‘KAYIP’ DÜŞÜNCESİ!

Gene de okuma kitabına dönüyorum burada, şunlardan söz ediyordu anlatıcı:

“İsteklerimiz her daim rekabet içindedir ve çoğunlukla da birbiriyle çelişir, dolayısıyla seçim yaparken temel unsurlar feda edilir. Yaşam, insanlar öyle her istediklerini elde edemedi diye değil, arzuları kendilerine hasar vermeye başladığında, istediklerine hasar vermeye başladığında, istedikleri şey katlanılmaz kayıplara gebe olduğunda trajik bir hal alır.” 

Yaşanan yıkımı “hasar” diye mi görmeli bilemiyorum! Ama “kayıp” düşüncesinin doğurduğu (gizli) öfke, uzunca süre “hüsran”ı adlandırmamı engelledi diyebilirim.

ARAYIŞ!

Yazmaya yüzümü döndüğümde, bambaşka bir insan doğası / yüzüyle karşılaştım demeliyim. Bu da beni, bir “at terbiyecisi” kıldı.

Bu kez denetlenebilir “arzu”nun ardından gitmeye yöneldim. Elbette başka bir keşifti bu da. Örten, göstermeyen, yaşatıp tüketen… Yeniden yeniden başlatan. Hayatın denge arayışını bulma yolculuğuydu aslında bu da. Yani bir tür “arayış”tı…

YARALANMA HALİ!

Zamanla, onun “sarsıcı bir kayıp” olmadığını öğrensem de; duygularımda açtığı “gedik” hiçbir zaman kapanamıyordu. Hayata ve ilişkiler karşı ironik, alaysı bir bakışa bürünmem aslında “kayıtsızlık”değil, hüsrana uğramanın getirdiği “yaralanma” haliydi. 

Belki de bu, “yitirme” duygusunu kaldıramamaydı! Bunu bir “yenilgi” olarak görmesem de; özüne aykırı olana sırtını dönüp; “İnsan sevdiğini bırakmaz, sevmek insanı bırakır” diyerek çekip gidiyordum. 

“Pragmatik bir insan, yaşama sanatının özünün birbiriyle bağdaşmayan istekleri bağdaşır duruma getirmek, arzular birbirini saf dışı bırakmayacak şekilde tanımlamak olduğunu söyleyecektir...” Böyle diyordu anlatıcı, Kral Lear’ın öyküsüne değinirken…

UÇARI SEN, EVCİL ÖTEKİ!

Arzuladığı şeyi elde etmeye çalışırken, ya da bunu yaşamak isterken; her şeyi/ni yitirmek… Aslında o bir ayma ânıydı senin için. Gençlik döneminin tutkularını keşifte bir karşılaşma ânının anlattığı şey: İmkansızın ne olduğuydu.

Bunu çok daha sonraları kavrayacaktın. Yan yana gelişteki o “iki duruş”ta bir aykırılık vardı. Dahası “uçarı sen”, “evcil öteki” diye adlandırabildiğini, ikinizin de büründüğü benlik duruşlarının birbirine çok aykırı olduğunu anlıyordun artık… O kopuşu hüsrana dönüştürmeyen de buydu!

GÖZE ALINANLAR

Peki onca yıldır, sende yaşayan o duygu neydi? “Arzunun yarattığı sıkıntı ve güçlükler hüsrandan doğar; bir şeyi tercih ettiğimizde başka bir şey yüzünden hüsrana uğrayabiliriz” diyordu anlatıcı.

Gitmeyi seçtiğine göre, göze aldıkların da vardı. Karşılık görmeyen tutkularını, ya da duyguların diyelim; “ikna” edici olmaman (yazdıklarını da düşünürsen) seni kırgınlaştırmıştı. Kuşkusuz trajik bir durum değildi bu. Ama seni yaşama kırgını kılmıştı, içine döndürmüştü. 

ADAM PHILLIPS VE CESARE PAVESE’NİN

ANLATICI / KAVRAYICI BAKIŞI

O günler de masandan hiç ayırmadığın Yaşama Uğraşı’nda Cesare Pavese’nin sana eşlik eden düşünceleri yer yer uyarıcı, hatta hayata karşı tutundurucuycu. 

Şimdi yeni çevirisi masanda. Rasgele açtığın bir sayfada şu düşünceleri çıkıyor karşına Pavese’nin:

“Bir kadın, bir erkeğin arzusunu uyandırmaya heveslidir, ancak bu yeteneği fark edilirse dehşete düşer.” (**)

Dönüş ve gidiş… Kendini sakınma eylemi… Yani hüsrana uğratmama… Eğer o eşiği aşamazsan derin bir çöküntü, marazi bir hayat karşılar seni… Deneyimlediğin buydu aslında.

Şimdi, sesinle sözünle başka yerdesin. Yazınca, anlatınca bunu daha iyi görüyorsun. Adam Phillips ile Cesare Pavese’nin sende buluşan anlatıcı / kavrayıcı bakışı ise “Yaygara Çağında Zamansız Düş”ü yazmaya yöneltiyor seni…

 

(*) Kaçırdıklarımız: Yaşanmamış Hayata Övgü / Adam Phillips / Çeviren: Selin Siral / Metis Yayınları / 162 s. / 2015.

(**) Yaşama Uğraşı / Cesare Pavese / Çeviren: Merve Öke Fidan / Kapı Yayınları / 414 s. / 2022.