Bir ‘temmuz türküsü’: ‘Yediveren’
Öner Yağcı’nın, duru, akıcı ve çarpıcı anlatımı ile 90’lı yıllara kapı araladığı Yediveren, uzun bir aradan sonra Cumhuriyet Kitapları etiketiyle yediden okuruyla buluştu. Küreselleşmenin her alanda yarattığı yozluk, baskıcı bir ideolojinin yarattığı karanlık ve kendine yabancılaşan toplum içerisinde aydınlığı arayan bir avuç insanın umut dolu öyküsü Yediveren. Öner Yağcı ile anıroman niteliği taşıyan bugünü özetleyen Yediveren üzerine konuştuk...
Mehmet S. Aman
Fotoğraflar: EDREMİT BELEDİYESİ
‘MUHSİN CANDAN DUYARLI TÜM SANATÇILARIN BİR SİMGESİDİR!’
- “Sancı” bölümüyle başlıyor kitabınız. “Romanın ne anlamı kalıyor dünyanın anlamı yok ediliyorsa?” gibi sorular üzerine gitgeller yaşıyor Muhsin Candan. Kurgunuzu niçin bu izlek üzerinde sürdürdünüz?
Küreselleşmenin yaşama kültürümüze ve sanatın her dalına yönelik kuşatma ve saldırısı, edebiyatçıları da etkiliyor. Buna eklenen çağ dışı bağnazlıklarla yüklü ırkçı ve dinci ideolojilerin bunalttığı bir topluma dönüştük. Bu dönüşümden yazarlar da payını alıyor.
Muhsin Candan’ın yaşadıkları, gözlemleri, sancısı, insanlaşma, özgürleşme, çağdaşlaşma derdi olan her yazarın da içinde olduğu durumu belirleyen bir gerçekliktir. Ülkemizin birkaç yöresinde, 90’lı yıllarda yaşananların aktarıldığı kesitler, bugüne nasıl geldiğimizi gösteriyor. Sözün özü, Muhsin Candan duyarlı tüm sanatçıların bir simgesidir.
- “Postmodernist dalgaya kapılmış, kendisini edebiyatın hakemi sanan” gibi sıfatlarla nitelendirilen Hilmi Polat Haramioğlu, Muhsin Candan’ı “bilgisizlik”, “kültürsüzlük”le aşağılarken “Herkes yazmak zorunda mı?” diye soruyor. Haramioğlu ve Candan çatışmasını özetleyebilir misiniz?
Sanatın merkezinden başlamak doğrusudur. İletişim araçlarıyla, reklamıyla gidişatın İstanbul’da belirlendiğinin tersini kimse söyleyemez. Bunun nasıl yaşandığını somutlama açısından böyle bir çatışmayı merkeze aldım.
Cumhuriyetin getirdiği insanlaşma devrimi ile yalnızca varlıklı ve soyluların değil sıradan insanın da aydın olabileceğine karşı duruş, Cumhuriyet değerlerini yok etme isteğinin bir parçasıdır.
‘ÜLKEMİZİN PANORAMASINI ROMAN BOYUTUNDA ÇIKARMAYA ÇALIŞTIM!’
- “Yediveren”, bir anı-roman niteliğinde. Kırklareli’nden Sinop’a, Ayancık’tan Sivas’a, oradan İstanbul’a kadar yaşanmışlıklar özeti gibi. Ancak Sinop’un özel bir yeri var.
İstanbul’un dışında, Anadolu’nun birkaç yöresini ele alarak bütüne ulaşmaya çalıştım. Bunları Anadolu’nun her yöresinde toplantılara katılan ve gözlemler yapan bir yazar olarak yaşadıklarımdan bilinçle seçtim.
Sivas katliamı, 90’lı yılların başında yaşadığımız ve toplumsal tarihimizin en kara günlerinden biridir. O yılların öznesi olması doğaldır.
Kırklareli’nde, içinde bulunduğumuz günlerin temellerinin atıldığı 40’lı yıllarda öldürülen Sabahattin Ali’yi sahiplenme coşkusu, insanlaşma sevdalılarının yeniden ayağa kalktığının göstergesiydi ve örnek alınmalıydı.
90’lı yıllarda yerel yönetimlerin sosyal demokrat bir partiye geçmesiyle büyük bir coşku yaşanmış ve Anadolu’nun birçok yöresinde şenlikler, festivaller düzenlenmeye başlanmıştı.
Sinop ve Ayancık’ı da bu yaşanan gerçekliğin simgeleri olarak seçtim. Böylece ülkemizin genelinin panoramasını bir roman boyutunda çıkarmaya çalıştım.
- Ayancık’ın belediye başkanı “Örnek Başkan” var. Partisinin hizipçiliğinde eriyen, yalnızca yurttaşlarına hizmet etmek isteyen bir başkan.
Başka birçok yerde de benzer olayları gözlemlediğim için yazdım. İyilerin içinde kötülerin, kötülerin içinde iyilerin olması kaçınılmaz. Hem güzel yapılan işleri, hem bu işlerin karşısında duruşları anlattım.
Bir beldenin nasıl daha yaşanılabilir, daha sevilebilir duruma getirilmesini de bu adımlara karşı çıkışların içten de olabileceğini, olduğunu aktardım.
AYDINLAR ORDUSUNUN KOMUTANI GİBİ SAVAŞAN AZİZ NESİN VE ROMANIN ‘URAL ARMAY’I!
- İstanbul’da Berrİn’e âşık oluyor Muhsin Candan. Oldukça romantik başlayan aşk, “çürüyen İstanbul”da “çürüyerek” bitiveriyor. “Tüketilen değerlere karşı savaşan, toplumcu” Muhsin Candan ve “zengin koca ile evlenip geleceğini garanti altına almak isteyen” Berrin… En nihayetinde bu aşk mutlu sonla bitemez miydi?
İstanbul her türlü yağmalanmaya, çirkinleştirilmeye karşın hâlâ güzellikleri bağrında saklamasını biliyor. O aşkı, toplumsal çürümüşlüğün bir görüntüsü olarak ele aldığım için böyle noktaladım. Aşkın da kirletilmekte olduğunu vurguladım.
- Aziz Nesin, Ural Armay özelinde karakterleri etkileyen en önemli yazar kitabınızda. Hatta Ural Armay, “Karanlığa direnen Türk insanının onurlu dedesi o!” diyor Nesin için.
Bence 90’lı yıllara damgasını vuran simge aydınlarımızdandır Aziz Nesin. Aydınlar ordusunun komutanı gibi savaştı. O yılların Türkiye’sinin romanında Aziz Nesin olmazsa olmazdı.
Ural Armay’ı da, Anadolu’nun her yöresinde karanlıkları göğüsleyen ve ellerinden geleni yapmaya ömürlerini veren aydınlarımızın bir simgesi olarak seçtim. Kırklareli’ndeki Erdoğan Kantürer, Ünal Başkur, Ayancık’taki Rifat Örnek, Sinop’taki Semra Armay gibi.
‘ÖZELLİKLE YAŞAMA SARILMADA UMUT VE MORAL KAYNAĞI DOKTORLARIN ANLATIMINA GENİŞ YER VERDİM’
- “Temmuz türküsü” olarak nitelendiriyorsunuz “Yediveren”i. Sivas’ta yaşananları, hastanedeki üç doktorun ağzından dinliyoruz.
Özellikle doktorların anlatımına geniş yer verdim. Yaşamla ölümün arasında var onlar. Toplumsal yaşamda neyi seçeceğimiz konusunda bir yanlışlık görülüyorsa doktorların yaşama sarılmada umut ve moral kaynakları olduğunu düşünüyorum.
YEDİVEREN TÜRKÜLER VE ŞİİR!
- Hatırı sayılır oranda türkü var Yediveren’de, keza şiir. Kitabınızı türküler ve şiirlerle ilerletmenizdeki düşünceniz neydi?
Tarih boyunca toplumlar türküleriyle, şiirleriyle var. Toplumların acıları, sevinçleri, umutları, düş kırıklıkları türkülerle, şiirlerle taşınmış gelecek zamanlara.
Milattan öncenin filozofu Miletli Thales’in “Türküleri yapanlar, yasaları yapanlardan güçlüdür” sözünü Yaşar Kemal, Türkiye İşçi Partisi’nin 1965’teki seçim konuşmasında Tülay German’ın “Yarının Şarkısı” eşliğinde çağımıza getirmişti: “Bir yarın olmalı /Başka türlü bir şey/ Bir aydın, bir güzel / Yarına varmalı”.
Bu söz tarihsel bir türkü ve şiir özeti olduğu için toplumumuzun umut ve özgürlük arayan kesiminde hemen karşılığını bulup sloganlaştı. 90’larda Sabahattin Ali’nin şiirlerinden bestelenen Aldırma Gönül Aldırma, Benim Meskenim Dağlardır gibi şarkıları da yarın arayışındaki aynı serüvenin bir parçasıdır.