Atatürk’ün düşü… M. Sadık Aslankara'nın yazısı...
Geçtiğimiz yüzyılın en büyük düşçüsü, bunu toplum yaşamına taşımakta mahir, isabetli olan Atatürk’müş meğer. Yüzyıl sonra da hep birlikte somut biçimde görünce aydık. Belli, o da düşleriyle yol alan bir bilimci, sanatçıymış, açtığı ufkun yenice ayırdına varıyoruz, bu da kazanç.
M. Sadık Aslankara / Cumhuriyet Kitap EkiBilimler, sanatlar daha önce kurulmuş düşlerle, bunların gerçekleşmesiyle yol alıyor, her bilimci, sanatçı, ardılı olduğu insanların, tırmandığı bu düşler merdivenine, yenilerini ekleyip bir ilmek de kendisi atarak böyle böyle yükseltiyor insanlığın düş çıtasını. Düşlerini, düş kurma yetisini kaldırın insanın, görün, nesi kalır geriye atığından başka?
Kendileri kadar toplumlarına dönük, insanlığa seslenen, tüm dünya için düşler kurup amaçları doğrultusunda çabalayanları, ömürlerini böylesi güzel düşler için verip geçenleri düşündükçe, ne yalan söylemeli, insan belki topluiğne ucu kadar yer kaplayamadığını görüyor evrende. Söz Türkiye Cumhuriyeti’ne, Atatürk’e geldiğinde, yaptıkları sıralanıyor, şerham şerham açılıp yayılıyor. İyi ki böyle bir aydınlanma düşü kurmuş diyoruz: Anadolu Aydınlanması…
MİNA TANSEL: ‘ATATÜRK’ÜN DÜŞÜ:
MUTLU İNSANLAR ÜLKESİ’
Düşle gerçeği birlikte harmanlayan bir adamdı o. Ne denli biliyor, tanıyor olsak da onu, okurken her seferinde yeniden önünde duruyoruz, farklı yanlarını görüp yenice uyananların şaşkınlığını yaşıyoruz biz de içimizde, üstelik ilk kez yaşamışçasına bunu.
Düşlerini Anadolu Aydınlanmasına özgüleyen, ama bu düşü gerçekleştiren bir adamın, evet evet onun, Atatürk’ün hikâyesini yeniden okuyoruz, bir kez de Mina Tansel anlatıyor, duyarlı ama dik bir duruşla yine de: Atatürk’ün Düşü / Mutlu İnsanlar Ülkesi (Abis, 2021).
Peki, nasıl, ne türden bir hikâye bu? Adı üzerinde denebilir ki “Atatürk’ün düşü” işte, örneğine çokça rastlanan, ötesinde bilinen türden bir anlatı, öyle mi? Evet, biliyoruz bunu bilmesine ama insan güzel anlatılan halk hikâyelerini dinlemekten bıkmaz ya, biz de Mina’nın anlatısını, zihin damağımızda duraduran tat karıncalanmalarıyla şaklatıp okumaya dalıyoruz çabucak.
Yazar, açık biçimle yapılandırdığı anlatısını gençlere yönelik kaleme aldığını apaçık söylese de, herkesin kolayca okuyabileceği bir dille kuruyor yapıtını. Zamandizinsel verileri, bilgiyi paylaşırken açık, sıcak, anlaşılır anlatımı yeğliyor, böyle olunca adeta serüven romanı havasında anlatının peşine takılıyoruz kendiliğinden.
Peki Mina, nasıl anlatıyor, yapıtı nasıl bütünlüyor, bir iki söz de bunun için söyleyelim. Atatürk’ün Düşü, doğumundan ölümüne onun tüm yaşamına odaklanıyor ancak gözlerini henüz açmadan önceki dünyanın hali, pürmelali yani tek tek, gözlerini yumması sonrası yaşananların da tümünü kapsayan genişlikte bugünlere uzanıp olgular, insanlık tarihi bağlamı içinde ele alınarak sonuçta Türkiye’nin ve dünyanın uygarlık dinamiği, insanı çelen bir omurgaya oturtuluyor.
İlköğretimden yüksek lisansa, öğrenciden öğretmene, çocuktan kadına, yaşlıya, sanatçıdan bilimciye, düşünücüye, mahalle esnafından, kahvede pinekleyene, ev yaşayanına herkesin el altında tutabileceği, yararlanmak için yer yer sayfalarını karıştırıp, göz gezdireceği, özlediği bir şiiri mırıltıyla yeniden okumak istercesine satırlar arasına dalacağı bir kitap, söylememiş olmayayım.
KEMAL ATEŞ: ‘SESSİZ ŞAMPİYON’
Bir solukta okunurluğa sahip bir başka yapıt da okuru Atatürk’ün düşü yönünde gerçekleşen bir aydınlanma hikâyesiyle buluşturuyor. Kemal Ateş’ten bir roman: Olimpiyat Kürsüsünde Bir Köy Enstitülü alt başlığıyla Sessiz Şampiyon (h20, 2021). Kemal Ateş, gerek Türkçede gerekse kurmacada yarım yüzyılı aşkın emeğiyle dikkati çeken, öyküleri romanlarıyla okurların yakından tanıdığı bir bilimci-yazar.
Bu kez biçemsel açıdan farklılık gösteren, ince duyarlık teyelleriyle okuttuğu yaşamöyküsü romanıyla geliyor. Biz yapıtta, Cumhuriyetle Atatürk’ün de düşlediği Anadolu köylüsünün, kırsal yaşam içinde bile nasıl kentli yapılabileceğinin, bunun nasıl başarılabileceğinin ipuçlarını satır aralarından çıkarırken dönüp baktığımızda ama, bu düşten gün gün nasıl da uzaklaştığımızı görüyoruz, oysa yuvarlamayla yüzyıl önce o insanların neler düşlediği, neleri yapabildiği apaçık çıkıyor ortaya.
Bir eğretileme anlamında “sessiz şampiyon”, Kemal’in “ustamdı,” “etkilendiğim, örnek aldığım bir güreşçiydi,” dediği, otuz sekiz yaşında “dünyaya veda etmiş olan” dünya güreş şampiyonu Ahmet Bilek. Ancak onu buralara taşıyan eğitim dizgesi, köy enstitüleri de Ahmet’i kazandıran bir sessiz şampiyon. Bir başka şampiyon da bütün bunların düşünü kurup gerçekleştirmek üzere büyük adımlar atan düşler şampiyonu Atatürk.
İşte Kemal Ateş, Ahmet’in yaşamöyküsünü, adına Anadolu Aydınlanması dediğimiz mucizeyle ilişkilendirerek anlatırken bunları harmanlayıp öyle sürdürüyor, bu üç ana damarı sarmal biçimde yoğurduğu omurga, görece Kemal Ateş’in yaşamını da içine alıyor:
“Güreş en büyük sevdamdı gençliğimde, örnek aldığım iki ustam köy enstitülüydü: Ahmet Kozak, Ahmet Bilek… Sonra edebiyata gönül verdim, örnek aldığım iki usta yazar, Fakir Baykurt, Mahmut Makal… Onlar da köy enstitülü… Alfabeyi öğreten ilk öğretmenim Rasim Kölemez, etime giren ilk enjektörü tutan sağlık memuru, Ömer Bey, o da köy enstitülü.” (4)
Bu roman da insanın yüreğine bir çabuk doluveren başka bir düşler kitabı.
Şimdi söyler misiniz, bunca düşü gerçekleştirebilen kaç adam var şu yeryüzünde Atatürk gibi?
www.sadikaslankara.com, her perşembe öykü-roman, tiyatro, belgesel alanlarında güncellenerek sürüyor.