Aşkın tavanındaki yazı: ‘Asal’

Asal hayata ve sosyal ilişkilere adapte olmaya çalışan bir gençtir. Fakat çevresindekilerin yargılayıcı ve ayrıştırıcı tutumlarına maruz kalmasının ardından ağır psikiyatrik belirtileri hastaneye yatmasına neden olur. Annesinin desteğiyle sosyal hayata uyum sağlamaya çalıştığı sırada sancılı bir travmayla iletişim becerilerini kaybeder. Bundan sonra varlığını nasıl tanımlayacağı ise ona kalmıştır. Sevil Üçüncüoğlu, Asal (Nemesis Kitap) adlı romanında soruları büyüten bir roman yazmış ve başkalarının bizim hakkımızda neler düşündüğü sorusuyla ilgilenmiş yer yer; ama asıl izlek bu değil. Romana adını veren Asal, küçüklüğünden beri doktorların iddia ve önerileriyle yön vermiş hayatına.

Reha Nergis

Asal hayata ve sosyal ilişkilere adapte olmaya çalışan bir gençtir. Fakat çevresindekilerin yargılayıcı ve ayrıştırıcı tutumlarına maruz kalmasının ardından ağır psikiyatrik belirtileri hastaneye yatmasına neden olur. Annesinin desteğiyle sosyal hayata uyum sağlamaya çalıştığı sırada sancılı bir travmayla iletişim becerilerini kaybeder. Bundan sonra varlığını nasıl tanımlayacağı ise ona kalmıştır.

Sevil Üçüncüoğlu, Asal (Nemesis Kitap) adlı romanında soruları büyüten bir roman yazmış ve başkalarının bizim hakkımızda neler düşündüğü sorusuyla ilgilenmiş yer yer; ama asıl izlek bu değil. Romana adını veren Asal, küçüklüğünden beri doktorların iddia ve önerileriyle yön vermiş hayatına.

Sonra birden söz bitiyor ve karanlık başlıyor orada. Bir yerlerde saklı kalan karanlık yerini buluyor belki de, bilemeyiz. Aydınlığın ve gün ışığının hükmüyle saklanan her şey, bencillik ve hırs hariç değil, örtülü bir sessizlik armağan ediyor kendine.

Doğduğu ilk günden beri yanıtsız kalan ve sordukça karanlığın hükmüyle yeni çaresizlikler pekiştiren bir insan için şaşılası bir yanı yok bunun; korkutucu da değil o karanlık üstelik. Ağırlığını ve hükmünü yittireli çok olmuş, yaşamın bir gerçeği, nedeni, olmazsa olmazı haline gelmiş zamanla, zor olan ışığı bulmanın bizzat kendisi.

Ama ortada buna dair bir kaygı da yok, boğucu değil o siyah sarmal; ne ki güvende hissetmekle tedirgin olmak arasında gidip gelen sarkaç durmadan anımsatıyor varlığını.

Varlığıyla herkesi mutlu etmek için çabalayan insanların bir çıkmazı olsa gerek bu, yaşamayı kendi için adlandırmak ve çoğaltmaktan vazgeçeli çok olmuş insanların yaptıkları gibi, kendi için değil başkalarının mutluluğu için heves etmenin adımlarıyla yürüyen insanların eskiyen ömrüne tanık oluyoruz böylece.

Hüsrana uğratmamanın ne demek olduğunu bilen insanların tercih ettiği bir yaşam bu. Ne yapacağı, nasıl davranacağı, hangi yolu tercih edeceği sorulduğunda kendini ertelemenin hatta yok saymanın bütün olanaklarını kullanarak verilebilecek yanıtları tercih eden kişi, umut etmeyi biliyor mu dersiniz? Sanmıyorum.

En yakınımıza yabancılaştığımız yerde başlıyor belki de karanlığın sultası. Her yerde bir anlam bulmak, her şeye bir ad koymak durumunda kaldığımızda ve her durum karşısında bir çözüm üretme çabasına girdiğimizde çember biraz daha daralıyor.

Aksi gibi düşünülebilir, evet. Kim olduğumuzla, kimin kökenine dair olduğumuzla, nerede yaşadığımız ve geleceği nasıl kurguladığımızın önemi kalmıyor burada sanki. Kökenimiz belirleyici olmaya başlayınca hayatımızın yerleri ve yılları da birlikte tözeliyor. Başardıklarımız da başka bir kimlik ediniyor kendine. Bize rağmen, yaşadıklarımıza, ısrarımıza ve çabamıza rağmen hem de…

Sevil Üçüncüoğlu, Asal (Nemesis Kitap) adlı romanında soruları büyüten bir roman yazmış ve başkalarının bizim hakkımızda neler düşündüğü sorusuyla ilgilenmiş yer yer; ama asıl izlek bu değil.

Romana adını veren Asal, küçüklüğünden beri doktorların iddia ve önerileriyle yön vermiş hayatına.

Bir bakıma kendi adına yön verdiğini söylemek isterdik ama öyle değil; mülayim bir dede, varlığı müphem bir baba, tedirgin anne ve ışıltısı kendine de saklı bir kardeşi sıralamalıyız bu akışta.

Köşkü ve yardımcı kadınları, şoför İbrahim Bey’in babacanlığını ve bir zaman sonra hayata dahil olan bakıcı kadın Asya’nın olağanüstü çabalarını da gidişata kattığımızda her şey tamamlanmış gibi görünüyor.

Benzer hayatlar yaşarken neyi kaçırdığımızı ya da nerede yanlış yaptığımızı sorabilirsiniz roman boyunca; öyle olmayabilir üstelik bütün anneler gibi Asal’ın annesi de ezberlenmiş tembihlerle yön verebiliyor hayatın akışına nihayet. Sadece olanakları daha fazla ve hatta sınırsız olduğu için şaşırtıcı yönleri biraz daha göze çarpıyor olabilir.

Pişmanlığın getirdiği bir aşırılık da diyebiliriz buna. Demeliyiz. Deriz. Kimliği acı çekmek ve acıya karşı her şart altında kalbi ve yalnızlığıyla hareket etmek isteyenlerin çok yakından iletişim kurabileceği bir roman Asal. Eksik olan şeyi, yerin altından söküp getirmiş Sevil Üçüncüoğlu, bir hayret ve şaşkınlıkla başlayan yakınlaşma elbette kıvılcımla alev alıyor romanda.

Asal aşık oluyor. Aşk insana ait en çetrefil ve en yaşanır duygu belki de yağmanın en katlanılır hali; beklemenin bir haliyle kendinde olanı öne seriyor Asal. Onun için yaşamın kendi gerçeği olan şeyleri öne çıkarmak, görünür kılmak, varlığın boyutu ve maddi gerçekliğiyle karşıdakinin varlığına bir anlam katmak utanılası bir şey.

Tercihen en eşit ilişkiyi kurmanın ahlakıyla hareket ediyor Asal. Babasızlığa değinmek burada yersiz, yazar kişi incelikli bir içerikle olmayan babayı romandan uzak tutmayı çok iyi yaptığı gibi, varlığıyla bize kurguda bir yol da gösteriyor. Akışın içinde bir baba yok değil elbette, ama o da kendini ne kadar var edebiliyor ki köşkteki ailenin gündelik hayatında? Burası okuyucuya kalmış.

Sevil Üçüncüoğlu dinamik bir okuma olanağı sağlamış romanında okura ve varılan sonuç okura yeni çağrışım olanaklar sunmuş.

Bir sabah olmadık bir hayata uyanan Asal, Kafka okumuş mu, Dönüşüm romanındaki böcekten haberdar mı, bununla ilgilenmemiz gerekmiyor. Asal çakılı kaldığı yatakta başka bir dünyaya uyandığında sözcüklerin ve aşkın hükmü de yitmiş oluyor haliyle.

O büyük kapılardan, o fiyakayla süslenmiş odalardan, o geçmişinden kurtulup her şeyi geride bırakmak ve unutmak için çırpınan Eda’nın özensiz şaşaasından geriye kalan bir sabahta odaya yayılan dışkı kokusunu elbet ve aceleyle temizlemesi gereken birine sesleniyor.

Karanlığın dehlizinden çıkıp geldiğini bilmemiz, içimizde metan gazının yer tutmasına neden olmasa da sorulara ve sınıfsal uzlaşmazlıklara neden oluyor kuşkusuz.

Eda sınıfına ihanet etmenin, sırtını dönmenin ve hatta sınıfından nefret etmenin bütün olanaklarını kullanan bir karakter olarak yer alırken romanda, Asya olması gerektiği incelikte ve zarif bir bakıcı kadın olarak bütün sınıf karakterini kendinde temsil ediyor, aynı zamanda ailenin müşfik şoförü İbrahim için de aynı şeyleri söyleyebiliriz.

“Hepimiz, tercihlerimizin sonuçlarıyız. Zaman zaman yanlış tercihler yapmak hakkımız. Pişman olmak da öyle… Sadece ‘acaba’larla yaşamayı ve kendine acımayı bırakmalısın! Belki de insanın hayatındaki tek gerçek budur!”

Bu mudur gerçekten bilmiyoruz bizi olmadık bir sona taşıyan umut, aynı zamanda çaresizliği de çoğaltıyor. Ahsen Hanım uzaklarda çare arıyor olan bitene. Eda gebeliğinin mirasını bir katı hüküm olarak kullanıp her şeyi elde etmenin anahtarlarına sahip olmak istiyor. Tuana bir yargıyı devlet adına kullanmak üzere ve romanda köşkün iddia makamını temsil ediyor.

Göğe ya da tavana, ağaç dallarına ya da doruklara bakmak kalıyor Asal’a. Derman neredeyse, umudun yorulduğu yer de orası, hayretle üstelik.

“Dergide yazanı anımsıyorum. İnsanlar genlerinde sadece fiziksel ve biyolojik özelliklerini değil, yaşadıkları travmaları da en az üç nesil aktarırlarmış. Acaba ben kimin geninin bedeliyim? Tavandan koparamadığım bakışlarım yorgun düşüyor.”

Ama siz de biliyorsunuz, hayatınızın bir yerlerinde, aklınızın bir köşesinde kalmış olmalı evet ama… ama’dan önceki her cümle ziyandır, ama’dan önceki her cümle çöptür, ama’dan önceki her cümle fiyakadır biraz da..

“Bana yaşatılan her acı dolu günü affediyorum. Yaşatan insanları affediyorum. Geçmişe saplanıp kalarak yaşadığım esaretten artık kurtulmak istiyorum. Bugünümü özgür kılmak istiyorum. Tüm kinim ve kırgınlıklarımdan arınıyorum. Arındıkça hafiflediğimi hissediyorum.”

Karmaşayı örüp büyüterek sona yaklaşıyor yazar, Asal’ın okuma pratiği şaşkınlığa evrilerek devam ettikçe büyüyen soruların alnına yeni yenilgiler dokunuyor. Babalar ve piçler, babalar ve piçler babalar ve piçler…

Nereye varırsanız varın, bir romanın hayata kattıkları ve içimizde saklanan duyguların bizi yüzümüze vurduğu bir çok ayrıntı saklı Asal’da. Canlı, tanıdık ve evet tekrar etme pahasına dinamik bir okuma pratiği üstelik.

Kaçacak yerimiz yok, ne geçmişimizi saklayabiliriz kendimizden ne de aşkın kıyıcı keskinliğini uzak tutabiliriz hayatımızın kötürüm geleceğinden.