Almanya’da sahnelenen ‘Exil’ oyununda ülkelerini terk edenlerin öyküleri anlatılıyor: Felaketler ve göç çağı
Her göç hem bir umutsuzluk öyküsüdür hem de umut, her göç travmatik yaşantılar ve acılarla doludur.
Zehra İpşiroğluGöç çağında yaşıyoruz. Yaşanan her felaket, doğa felaketleri, savaşlar, dinsel ve milli ideolojilerin tetiklediği baskılar, sürekli olarak yeni göçlere yol açıyor, yeni göçler yeni öyküler üretiyor... Kim bilir 6 Şubat’ta ansızın kaç kenti ve kasabayı yerle bir eden Doğu Anadolu ve Suriye depremi ne tür yeni göç dalgalanmalarına yol açacak, depremden kurtulanlar yaşayabilmek için nasıl mücadele edecekler, ne tür travmalar yaşayacaklardır. Son yıllarda ardı arkası gelmeyen felaketlerle göç öylesine baş döndürücü bir hızla gelişiyor ki göçün ürettiği yüz binlerce öyküyü ancak kenarından, köşesinden bölük pörçük alımlayabiliyoruz.
GELECEKLERİ YOK
Köln Schauspielhaus’da sahnelenen Nuran David Çalış’ın “Exil” oyunu ülkelerini terk edenlerin öykülerini anlatıyor. Ukraynalı tiyatro oyuncusu Oleksii Dorychevskyi kendi öyküsünü anlatırken dev bir cam yapının ardında göç edenleri görüyoruz, valizler, eşyalar, naylon torbalar, çocuk oyuncakları, insanlar, vedalaşanlar, bekleyenler, sesler... Aydınlık bir bekleme odasını andıran cam yapı arafta olmayı simgeliyor; geçmişten kopan ama geleceği de olmayan insanların kapatılmış olduğu bu camekân göz alıcı bir kafes gibi. Oleksii memleketine dönecek mi dönmeyecek mi, onu nasıl bir gelecek bekliyor? Camın ardında kendi öyküsünü anlatırken Ukraynaca, Almanca, özgün dil ve çeviri birbirine karışıyor. Küçüklü büyüklü ekranlarda göçe zorlanan Ukraynalılar kendi göç deneyimlerini anlatıyorlar. N. Çalış bu oyuna ön hazırlık olarak farklı ülkelerden gelenlerle röportaj yapmış. Göçmenlerin deneyimlerine yer veren film çekimlerinde bu röportajlardan kesitler yansıtılıyor.
TEN RENGİNE GÖRE...
Her göç hem bir umutsuzluk öyküsüdür hem de umut, her göç travmatik yaşantılar ve acılarla doludur. Ama daha uzak ülkelerden sözgelimi İran, Suriye ya da Afganistan’dan geliyorsanız umutsuzluk katlanır. Çünkü Avrupa göçmeni sınır dışı etmek için bin bir dereden bin bir su uydurur, bürokrasi, araştırmalar, çapraz sorgulamalar çarkı içinde oradan oraya savrulan göçmenlerin aşmaları gereken engeller büyüdükçe büyür, bitmeyen bir kâbus gibi. Bu sahnelemenin en çarpıcı yanı çok boyutluluğu. Ekranlarda hem tek tek göçmenlerin öykülerinden özgün anlatımları izliyoruz hem göçmenleri geldikleri ülkeye ve ten rengine göre çekmecelere yerleştiren söylemleri dinliyor ve önyargılara tanık oluyoruz hem de cam yapının içinde bekleyenleri görüyoruz.
OYUN GERÇEĞİN KENDİSİ
Oyunun bir süre sonraki aşamasında geriye doğru sararak 2015 yılına ilk göç dalgasına kadar uzanıldığında cam mekânın içindeki Ukraynalıların yerini uzak ülkelerden gelen tuhaf yaratıklar almaya başlıyor. Yabancılarla ilgili korkularımızı maskeli ürkütücü yaratıklar simgeliyor; sisli puslu bir dünyanın içinde belirginleşen sonra yine yok olan grotesk hayaletler... Ama ekranda konuşan göçmenler sözgelimi güvenlik güçlerinin durmadan aynı soruları sorarak kendisini nasıl sorguladığını anlatan İranlı bir kadın, Almanya’ya geldiğinden beri nasıl ötekileştirildiğini dile getiren bir Suriyeli öğrenci vb. gerçek insanlar. Oyunculardan biri çok uzaklardan kaç kez ölümü aşarak Avrupa’ya gelmeyi başaranların iç burkucu öyküsünü cama çizerek anlatıyor, batan bir gemi, oradan oraya savrulan insanlar, eşyaların görüntüleri birbirine karışıyor.
Oyundaki öykü parçacıklarının, söylemlerin, kâbus görüntülerinin birbirine karıştığı bu kaotik dünya yaşanan felaketler zincirini algılamakta ne kadar zorlandığımızı gösteriyor bizlere. Oyunun çok boyutluluğu, sesler, görüntüler, öyküler şu an içinde bulunduğumuz dünyanın karmaşalığına gönderme yapıyor. Öte yandan sahnelemedeki soyutlama, öykülerin parça parça anlatılması, yeni bir geleceği hayal eden insanların cam vitrinin ardındaki bulanık görüntüleri izleyiciyle sahne arasına bir uzaklığın oluşmasına yol açıyor. Empatiye hiç de fırsat tanımayan bu oyun belki de gerçeğin kendisi. Öylesine bir karmaşanın içindeyiz ki olup biteni anlamakta ve hissetmekte zorlanıyoruz, her şey bir rüya gibi geçip gidiyor.