8 Mart haftası etkinliği: Bergen
Kadın haftasının en çarpıcı etkinliği ne konuşmalar ne buluşmalar ne havanda su dövmeler; şiddet, hastalıklı aşk ve arabesk müziğin buluştuğu bir film: Bergen, ders almak, düşünmek, direnmek için.
Yazgülü Aldoğanİşte bize böyle filmlerle gelin! İki buçuk saatlik filmin bitiminde koltuğuma çakılmış kalmışım, yerimden kalkamıyorum. Basın gösterimini kaçırmıştım. Pazar günü birkaç sinema salonu dolaştıktan sonra birinde yer bulup giriyorum, patlamış mısır yiyenleri duymamaya çalışarak izliyorum. İkinci yarıda kimsede ne mısır kaldı ne yiyecek hal, salonda çıt çıkmıyor!
Bergen’den bahsediyorum. Tam da 8 Mart, kadına karşı şiddetle mücadelenin ve eşitliğin vurgulandığı haftaya denk getirip Bergen gibi bir filmi piyasaya sürmek, okullarda eğitim programı yapmak kadar değerlidir! Emeği geçen herkese binlerce kez teşekkür.
BERGEN’İN KADERİ
Gençler hatırlamaz: Bergen takma adlı şarkıcının sinemaya aktarılan öyküsü bire bir yaşanmıştır. Kadına şiddetin ve aşk adına razı oluşun en korkunç örneklerinden biridir. Olayı hatırlıyorum ama doğrusu, kadının önce hayatını zehir, sonra gözünü kör ettikten sonra canını da alan aşağılık yaratığın sadece birkaç ay hapis yattıktan sonra iyi hal indirimi filan derken, serbest kalıp kanlı canlı hayatta olduğunu ve hâlâ yaşadığı Adana Kozan’da filmin gösterimini engelleyecek kadar da etkin kabadayılığa devam ettiğini öğrenmek bende derin bir umutsuzluk yarattı. Ne yapacağız, biz kadınlar hayatta kalabilmek için silahlanıp kendi adaletimizi kendimiz mi sağlayacağız? Bergen’in suçu, o adama inanmak, sonrasında yanında silahlı iki üç bodyguard dolaştırmamak mıydı? Şöyle ya da böyle şiddete maruz kalıp, seviyorum deyip affeden, kocamdır döver de söver de diyen bütün kadınların bu filmi izleyip ders alması gerekir. Bir tokadın sonu ölümle bitebilir ve bir el kalkarsa bir daha inmez, vurmaya devam eder! Bir İspanyol filmiydi: “Gözlerimi de al!” Gerek yok! Hayatta kalmanın yolu kaçmaktan geçiyor, tehlikeyle beraber yaşamaktan değil.
SİNEMATOGRAFİK DİLİ BAŞARILI
Sinemaya dönersek: Bergen’in her adımının iyi kotarılmış bir ekip çalışması olduğunu sonucu izlerken görüyoruz. Aksayan hemen hiçbir şey yok. Öykü zaten filmlikti, senaryo da öyküyü kronolojik akışı içinde, kurguyla fazla yormadan, düz anlatıyor. İlk bölümler kısa geçilmiş, iyi de olmuş. Eşini terk etmiş annesiyle zor koşullarda birlikte yaşayan güzel sesli ve müziğe yetenekli Belgin, önce konservatuvarı kazanıp klasik müzik eğitimi alır ama para kazanma amacı onu sahnelere çekince yolu şaşar. Annesinin korumacılığı, babasız büyümesi ve ona yaranmak istemesi ise genç kızı yanlış ilişkilere itecektir. Sahne hayatının entrikalarında Bergen adıyla sahneye çıkan genç kız başarılı olmasına karşın yanlışlar yapar. Baba sevgisi arayışı içinde güllerle gözünü boyayan Halis’e kanar. Gerisi baskı, şiddet, adeta hapis hayatı.
Filmin akışı içinde müzik önemli, şarkıların seçilişi her bölümü adeta özetliyor. Klasikle başladığı müzik yaşamında hayatın sillesini yedikçe, “Acıların Kadını” oldukça acıların müziği arabeske dönen Bergen, her şarkısında başka bir manifestoyla hayata ve belalısına meydan okumaktadır adeta! Müzikler için Mazlum Çimen ve Saki Çimen’e de alkış!
OYUNCULUKLAR SÜPER
Senaryo dedik, müzik dedik, oyunculuklar da efsane. Filme prodüktör olarak da katkı sunan Farah Zeynep Abdullah, sadece oyunuyla değil, şarkıları kendisi seslendirerek müzikalitesiyle de hayran bırakıyor. Erdal Beşikçioğlu zaten sahnede ve beyaz perdede her izlediğimde hayran olduğum bir sanatçı. Burada da önce karizmasına âşık oldum, sonra canlandırdığı karakterden nefret ettim! Her rolü üzerine eldiven gibi geçiriyor. Tabii ki annesi rolünde Tilbe Saran, dansöz rolünde Nergis Öztürk de ödüllük oynuyor.
Şiddet sahnelerinin gözümüze sokulmadan gösterilmesi inceliği için de yönetmenler Mehmet Binay ve M. Caner Alper’i şiddetin etkisini artırdıkları için kutlamalı. Ama unutmadan galiba artık yeni Türk sineması, dönem filmlerini çok iyi başarıyor. Sanat yönetmenliği, dekor, kostüm, kusursuz. Makyaj, saç öyle. Sanki Bergen oynuyor! Yolu açık, gişesi, ödülü bol olsun. Ama en büyük işlevi, kadınların gözünü açmak, erkekleri düşündürmek. Neredeyse her gün iki kadının öldürüldüğü ülkemizde hâlâ seviyorum deyip şiddete razı olan ve bedelini canıyla ödeyen kadınlar var. Kurtulmaya çalıştığı manyakların elinden devletin yardımı yetersiz olduğu için kaçamayıp şiddeti çekenler de cabası. Filmde bir kadın olarak beni en çok rahatsız eden sahne neydi diye sorarsanız, ne yüzüne kezzap atıldığı ne bıçaklandığı ne kurşunlandığı sahneler. O sahte evlilikte yediği dayaklardan sonra, sil baştan, gelinlik, tel duvak takıp annesini ziyarete geldiği sahne var ya, Bergen zaten orada ölmüştü!